Başbakan Erdoğan, Anayasa Mahkemesi'ne Bireysel Başvuruda Bulundu - Son Dakika
Güncel

Başbakan Erdoğan, Anayasa Mahkemesi'ne Bireysel Başvuruda Bulundu

Başbakan Erdoğan, Anayasa Mahkemesi\'ne Bireysel Başvuruda Bulundu

Başvuru dilekçesinden: "Müvekkilimin yasal olarak hiçbir dayanağı olmayan bir dinlemeye maruz bırakılmış olması bu dinlemeler neticesinde elde edilen ses kayıtları üzerinde montaj yapılarak çeşitli sitelerde yayınlanması müvekkilimin şeref ve haysiyetine yapılan bir saldırıdır.

18.04.2014 22:07
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvurunun dilekçesinde, "Müvekkilimin yasal olarak hiçbir dayanağı olmayan bir dinlemeye maruz bırakılmış olması, bu dinlemeler neticesinde elde edilen ses kayıtları üzerinde montaj yapılarak çeşitli sitelerde yayınlanması müvekkilimin şeref ve haysiyetine yapılan bir saldırıdır. Müvekkilim hem kişisel olarak saldırıya uğramış hem de Başbakanlık makamını temsil eden müvekkilimin siyasi makamına da saldırıda bulunulmuştur" denildi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın avukatı Ali Özkaya tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan bireysel başvuru dilekçesinde, Erdoğan'ın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 8. maddesinde ve Anayasa'nın 20. maddesinde düzenlenen "özel hayatın gizliliği" hakkının ihlal edildiği belirtildi.

Anayasa'nın 20. maddesindeki, "Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz" hükmüne atıfta bulunulan dilekçede, bu ilkenin ihlalinin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 134. maddesine göre suç sayıldığı vurgulandı. Madde 134'e göre kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimsenin hapis cezası ile cezalandırılacağı, gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde ise cezanın bir kart artırılacağının düzenlendiği anımsatılan dilekçede, özel yaşama ait elde edilen kayıtların başkalarına verilmesi veya başkalarının bilgi edinmeleri hali ya da yayın yolu ile açıklanmasında ise özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun ağırlaşmış şeklinin oluştuğu vurgulandı.

Kişinin özel hayatına ilişkin görüntü veya seslerin hukuka aykırı olarak ifşa edilmesinin ayrıca suç olarak tanımlandığı, bu ifşanın da hukuka aykırı olması gerektiği belirtilen dilekçede, "Yani, özel hayata ilişkin ses veya görüntü kayıtlarının, savcılığa veya mahkemeye verilmesi, duruşmada görüntülerin izlenmesi veya seslerin dinlenmesi halleri suç sayılmaz" ifadesi kullanıldı.

Avukat Özkaya, müvekkili Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı olduğunu hatırlatarak, "Müvekkilimle ilgili herhangi bir şekilde iletişimin denetlenmesi ve dinleme yapılabilmesi hukuken mümkün değildir. İç Tüzüğün 107 ve devamı maddelerinde de 'Başbakan veya bakanların cezai sorumluluğu gerektiren fiillerinin görevleri sırasında işlendiğinden bahsedilmesi, hangi fiillerinin hangi kanun ve nizama aykırı olduğunun gerekçe gösterilmek ve maddesi de yazılmak suretiyle belirtilmesi zorunludur' amir hükmü getirilmiştir. Anayasanın 100. ve İç Tüzüğün 107. maddesi gereğince, 'Başbakan ve Bakanların görevleri sırasında işledikleri suçlardan' bahsedilmiş ve hiçbir istisna konulmamıştır" değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu'nun "Meclis Soruşturması" adlı kitabında Başbakan ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki soruşturma evresine ilişkin detaylı bir çalışma bulunduğu belirtilen dilekçede, "Açıklamalardan anlaşılacağı üzere müvekkilimin telefon konuşmalarının cumhuriyet savcılarının talimatı ile dinlenilmesi hiçbir şekilde mümkün olmayıp tamamen hukuka aykırıdır ve casusluk niteliği taşımaktadır. Üstelik müvekkilimin ses kaydının alındıktan sonra bunlar üzerinde montaj çalışmaları yaparak itibarını zedelemeye yönelik girişimlerde bulunulmuş olması ayrıca suç teşkil etmektedir. Sayın Başbakan'nın şahsına yönelik bu tür iftiralarla kamuoyu nezdinde saygınlığına zarar verilmek istenilmiştir. Her ne kadar başarılı olunamasa da müvekkilimin ses kaydının montajlanarak servis edilmesi açıkça 'özel hayatın gizliliğinin' ihlalidir" denildi.

AİHS'in ilgili maddeleriyle özel ve aile hayatına, konuta ve haberleşmeye saygı gösterilmesi hakkı bulunduğuna dikkat çekilen dilekçede, AİHS'nin 8. Maddesinin 2. fıkrasında da "Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir" hükmünün bulunduğu vurgulandı.

Özel hayatın gizliliğinin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile de korunduğu belirtilen dilekçede, bu uluslararası metinlerin ilgili hükümlerine yer verildi.

Dilekçede, 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu'nun 19. maddesinde, kişilerin özel hayatına açıkça haksız müdahale sonucunu doğuracak bilgi veya belgelerin, 21. maddesinde, özel hayatın gizliliği kapsamında, açıklanması halinde kişinin sağlık bilgileri ile özel ve aile hayatına, şeref ve haysiyetine, mesleki ve ekonomik değerlerine haksız müdahale oluşturacak bilgi ve belgeler ile 22. maddesinde, haberleşmenin gizliliği esasını ihlal edecek bilgi ve belgeler bilgi edinme hakkının ve kanunun kapsamı dışında tutulduğu vurgulandı.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 24. maddesinde ise hukuka aykırı olarak kişilik haklarına saldırılan kimsenin, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebileceği ifade edilen dilekçede, şunlar kaydedildi:

" AİHM'in bu bağlamda verdiği bir kararında, telefon dinlemeye imkan veren bir kanunun varlığı bile, bu imkanı kullanan kişilerin denetimi ile ilgili bir hüküm içermediğinde 8. madde'nin ihlali anlamına gelebilir. AİHM, Halford- Birleşik Krallık davası kararında (25 Haziran 1997, Başvuru No. 20605/92, Reports 1997-III, paragraf 56) Klass davası kararında getirilen çözümü hatırlatmıştır.

Mahkeme, yukarıda bahsedilen Klass ve diğerleri davasında, başvurucuların haberleşmesinin ve telefon görüşmelerinin yetkililer tarafından gizli olarak izlenmesini mümkün kılan ve başvurucuların kendilerine karşı bu tür uygulamaların yapılıp yapılmadığını bilmesine imkan tanımayan mevzuatın, başvurucuların 8. madde (madde 8) kapsamındaki haklarına müdahale anlamına gelip gelmediğini değerlendirmiştir. Mahkeme, 'söz konusu kanunun sadece varlığı ile bu kanunun uygulanabileceği kişiler için posta ve iletişim hizmetleri kullanıcıları arasında haberleşme özgürlüğüne kaçınılmaz olarak zarar verecek bir izlenme tehdidi içerdiği ve böylelikle başvurucuların aile ve özel hayatına ve haberleşmesine saygı gösterilmesi haklarına karşı ' kamu otoritesinin bir müdahalesi' anlamına geldiğine' hükmetmiştir (s. 21, paragraf 41)."

-"Herkes yaşadığı toplumun onurlu ve saygın bir bireyidir"

Anayasa Mahkemesine sunulan dilekçede gerek uluslararası hukuk gerekse Türk adalet mevzuatında özel hayatın korunmasıyla ilgili birçok düzenlemeye yer verildiğine işaret edilerek, "Özel hayatın korunmasının nedeni bu hakkın şeref ve haysiyet hakkı ile yakın ilişki içerisinde bulunmasıdır. Kişinin şeref ve haysiyeti neden korunuyor ise özel hayat hakkı da bunun için korunur. Herkes yaşadığı toplumun onurlu ve saygın bir bireyidir. Özel hayat hakkının korunmasının temelinde 'insan onuru' kavramı yer almaktadır. Bireysel başvurumuzun amacı bu kapsamda değerlendirildiğinde daha net ortaya çıkmaktadır" denildi.

Dilekçede, "Müvekkilimin yasal olarak hiçbir dayanağı olmayan bir dinlemeye maruz bırakılmış olması, bu dinlemeler neticesinde elde edilen ses kayıtları üzerinde montaj yapılarak çeşitli sitelerde yayınlanması müvekkilimin şeref ve haysiyetine yapılan bir saldırıdır. Müvekkilim hem kişisel olarak saldırıya uğramış hem de Başbakanlık makamını temsil eden müvekkilimin siyasi makamına da saldırıda bulunulmuştur" görüşüne yer verildi.

Objektif bir değerlendirme yapıldığında hükümetin başı olan ve demokratik toplumun gereği olarak kendisine oy veren milyonlarca insanı temsil eden Başbakan Erdoğan'ın itibarının sarsılmaya çalışıldığı aktarılan dilekçede, "Müvekkilim toplum nazarında rencide edilmeye çalışılmış, insanlık onuruna müdahale edilmeye kalkışılmış, Başbakanlık saygınlığına zarar verme amacı güdülmüştür" ifadesi kullanıldı.

Dilekçede, Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesinin Başbakan Erdoğan lehine verdiği bir kararın infaz edilmemesinin hem uluslararası hukuk hem de mevzuata aykırı bu saldırıların devamına göz yummak anlamına geldiği ve bu durumun hukuk devleti ilkesine aykırılı teşkil ettiği belirtildi.

-"Müvekkilim Sayın Başbakanın 'haberleşme hürriyeti' ihlal edilmiştir"

Başbakan Erdoğan'ın kişinin temel haklarından olan "haberleşme hürriyeti'nin ihlal edildiği vurgulanan dilekçede, şunlar ifade edildi:

"İnsan haklarını düzenleyen uluslararası belgelerde, kişinin haberleşme hak ve özgürlüğüne sahip olduğu öngörülmüş, bu hakkın tanınması ve korunmasının gerekliliği belirtilmiştir. Demokratik toplumlarda insan haklarını korumakla yükümlü olan devlet, demokratik hukuk devleti olmanın bir gereği olarak bu hakları anayasasında kabul eder ve bu hakkı korumaya ilişkin kanuni düzenlemeler yapar, cezai normlar yaratır. Bu bağlamda Anayasamızın kişinin hakları ve ödevlerini düzenleyen ikinci bölümünde özel hayatın gizliliği ve korunması başlığı altında haberleşme özgürlüğü hüküm altına alınmıştır. Anayasal bir hak olan haberleşme özgürlüğünün korunması ise haberleşme özgürlüğüne yapılacak müdahalelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda suç olarak düzenlenmesi suretiyle sağlanmıştır.

Özel hayatın gizliliği, haberleşmenin gizliliğine dokunulmasını kapsar. Bir başka deyişle haberleşme özgürlüğü, daha geniş bir kapsama sahip olan özel hayatın dokunulmazlığının bir yönünü oluşturur. Bu nedenle haberleşme özgürlüğü Anayasada özel hayatın gizliliği ve korunması kapsamında düzenlenmiştir. Haberleşmenin gizliliğini ihlal suçu (TCK madde 132) da aynı yönde 5737 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 'Kişilere Karşı Suçlar' kısmının dokuzuncu bölümünde düzenlenmiştir."

Dilekçede, AİHS ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile "haberleşme özgürlüğü" hakkına saygı gösterilmesi gerektiği belirtilerek, AİHM'in "Haberleşmeye Saygı Hakkı"nın ihlali nedeniyle yapılan bir başvuruda, gizli izleme bağlamında telefon dinlemesi yapılabilmesinde "hukuka uygun olma" şartı getirildiği aktarıldı.

Anayasa'nın 100. maddesi ve İç Tüzüğün 107 ve devamı maddeleri uyarınca Başbakan Erdoğan'ın telefonunun gizli olarak dinlemeye tabi tutulabilmesinin de hukuken mümkün olmadığına değinilen dilekçede, "İç hukukumuzda Başbakanın iletişiminin dinlenilmesine imkan veren bir düzenleme söz konusu değildir. Yukarıda yer verilen AİHM kararına baktığımızda ağır suçların soruşturması sırasında gizli dinleme yapılmasının hukuka uygun olduğu belirtilmiş ancak bu hallerde dahi 'demokratik toplum için zararlı sonuçlar doğurabilen kötüye kullanma tehlikesine karşı güvenceler içermesi gerektiği' savunmuştur. Hal böyle iken, AİHM kararlarında benimsen ilkeler doğrultusunda değerlendirildiğinde, müvekkilimin gizli dinlemeye tabi tutulmasının uluslararası hukuk kurallarına açıkça aykırılık teşkil ettiği görülmektedir" denildi.

Haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunun TCK'nın "Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar" bölümünde düzenlendiği anımsatılan dilekçede, bu suçlarda genel olarak özel yaşamın Anayasanın 20'nci, özel olarak da "haberleşme özgürlüğü'nün Anayasa'nın 22'inci maddeleriyle korunduğuna işaret edildi. Dilekçede, "Haberleşmenin aile üyeleri arasında gerçekleşmiş olması halinde aile yaşamının da dolaylı olarak korunduğu söylenilebilir. Dolayısıyla müvekkilimin telefon konuşmalarının dinlenilmesi suretiyle haberleşmenin gizliliğinin ihlal edilmesiyle sadece Anayasanın 22. Maddesindeki haberleşme özgürlüğüne değil, Anayasanın 'hukuk devleti ilkesi', kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ve düşünce özgürlüğü hükümlerine de aykırılık söz konusu olmaktadır" görüşüne yer verildi.

Dilekçede, Başbakan Erdoğan'a yapılan saldırının çok süratli bir şekilde durdurulmaması halinde Anayasanın "düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" başlıklı 26/2. maddesindeki "başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir" amir kuralının ihlal edileceği ve bunun neticesinde devlete ve Başbakan Erdoğan'a telafisi mümkün olmayan zararların ortaya çıkacağı vurgulandı.

Anayasa Mahkemesine sunulan dilekçede şu görüşlere yer verildi:

"Müvekkil Sayın Başbakana karşı devam eden ağır saldırılar ve bunun neticesinde ortaya çıkan telafisi güç ve imkansız mahiyetteki hak ihlalleri nedeniyle, gerek Sayın Müvekkilin yukarıda detaylıca açıklanan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sıfatı ve bu sıfat dolayısıyla sahip olduğu haklar, gerekse Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı sıfatıyla sahip olduğu haklar dolayısıyla yukarıda yer verilen Anayasamızın 26. maddesinde ifadesini bulan milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, kişilerin şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının korunması ilkeleri gereğince, kişilik haklarını ve insan onurunu yok eder mahiyetteki hukuka aykırı saldırlar için kullanılan mecra, site ve platformların basın yayın organları olmadığına ve somut saldırıların basın hürriyeti kapsamında değerlendirilemeyeceğine hiçbir şüphe bulunmamakla birlikte, bir an için basın organları kullanıldığı ve konunun basın hürriyeti çerçevesinde ele alınması durumunda dahi, yukarıda ifade edilen Anayasanın 26. maddesindeki hüküm çerçevesinde, sınırlamaya tabi tutulabileceği, hatta bu sınırlamanın yapılmasının bir zaruret olduğuna şüphe bulunmamaktadır."

Basın özgürlüğünün de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılma araçlarından birisi olduğu belirtilen dilekçede, basın özgürlüğünü güvence altına alan ulusal ve uluslararası hukuk kurallarına yer verildi.

"Basın özgürlüğü de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü gibi mutlak ve sınırsız değildir" denilen dilekçede, basının özgür olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesinin de şart olduğu vurgulandı.

Anayasa ile koruma altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile basın hürriyetinin Anayasanın 13. maddesindeki koşullara uygun olarak, bu maddelerde belirtilen sebeplerle sınırlandırılabileceğine değinilen dilekçede, Anayasa'nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların ancak kanunla yapılabilir ve demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz olduğu vurgulandı.

Dilekçede, ifade özgürlüğüne yönelik sınırlamalar konusunda devletin ve kamu makamlarının takdir yetkisine sahip olduğu ancak bu takdir alanının da Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi bulunduğu belirtilerek, şunlar kaydedildi:

"Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk, ölçülülük ve öze dokunmama kriterleri çerçevesinde yapılacak denetimde genel ya da soyut bir değerlendirme yerine, ifadenin türü, şekli, içeriği, açıklandığı zaman, sınırlama sebeplerinin niteliği gibi çeşitli unsurlara göre farklılaşan ayrıntılı bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Öze dokunmama ya da demokratik toplum gereklerine uygunluk kriterleri, öncelikle ifade hürriyeti üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. İşte işbu başvurumuz konusu müvekkilin kişilik hakkı ve onun özünü teşkil eden insan onurunu yok etmeye yönelik saldırlar ile ilgili olarak,  Anayasa Mahkememizin çok yeni vermiş olduğu iki bireysel başvuru olan B.No: 2013/2602, 23/1/2014 ve B.No: 2014/3986, 2/4/2014 nolu başvurular neticesinde vermiş olduğu kararında belirtilen, özü ihlal edilen müvekkil kişilik hakkının korunması için tedbirin son çare olması koşulunu taşımakta olup, Anayasa Mahkememizin daha önceki kararlarında belirtmiş olduğu husus ve gerekçelerle uyumlu olarak, taleplerimize uygun bir şekilde karar verilmesi zarureti, hukukun bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır."

-"Youtube'un faaliyetleri basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez"

Dilekçede, mahkeme kararı ile içeriğinin çıkarılması talep edilen ancak gerçekleştirilmeyen, URL biçiminde erişimin engellenmesi de mümkün olmayan, hukuka aykırı içeriği servise sunan yer sağlayıcı "Youtube"un Türk mevzuatına göre bir yetkilendirilmesinin olmadığı, Türkiye'de ofisinin bulunmadığı, Türkiye'den elde etmiş olduğu gelirlerinin vergilendirmesinin yapılamadığı, Türk kanunlarının ve Türk mahkemelerince verilmiş olan kararların gereğini yerine getirmediği ve bu özellikleri göz önünde bulundurularak söz konusu yer sağlayıcı tarafından yapılan faaliyetlerin basın faaliyeti olarak değerlendirilmesinin mümkün bulunmadığı vurgulandı.

Youtube'un faaliyetlerinin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirtilen dilekçede, şöyle denildi:

"Basın Kanununda kişilik haklarını korumaya yönelik cevap ve düzeltme hakkı, sorumluların bilinirliği ve  yasal sorumluluklarının dahil olduğu basın kurumlarının tabi olduğu bazı özel düzenlemeler ve kuralların mevcut olmasına rağmen, söz konusu firmaların Türkiye'de yasal bir temsilciliğinin ve yetkilendirmesinin bulunmadığı, dolayısıyla yukarıda belirtilen basın kurumları ile ilgili düzenlemelerin gereğini yerine getirmediği, bu bağlamda, kendisinden bir basın kurumu olarak söz edebilmenin ve bu firma üzerinden yapılan yayınların basın yayını olarak değerlendirilmesi hukuken mümkün olamayacağını da hususiyle ifade etmekte zaruret bulunmaktadır. Yeri gelmişken, yukarıda ifade edilen mahkeme kararı ve TİB yazısında bahsi geçen internet sitesinin, pek çok internet sitesinden biri olduğu, bahsi geçen karar ve yazıların sadece bu site ile ilgili olduğunun ve bu site üzerindeki hukuka aykırı içeriğin saklandığı URL adreslerine erişiminin engellemesi ile ilgili olduğunun ve  Sayın Mahkemenizin B.No: 2014/3986, 2/4/2014 Sayılı kararında belirtildiği üzere, İnternet modern demokrasilerde başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılması bakımından önemli bir araçsal değere sahip bulunduğunun ve İnternetin sağladığı sosyal medya zemini kişilerin bilgi ve düşüncelerini açıklama, karşılıklı paylaşma ve yaymaları için vazgeçilmez nitelik taşıdığının, bu nedenle düşünceyi açıklamanın günümüzde en etkili ve yaygın yöntemlerinden biri haline gelen internet ve sosyal medya araçları konusunda yapılacak düzenleme ve uygulamalarda devletin ve idari makamların çok hassas davranmaları gerektiği konusunda taşıdığımız hassasiyeti özel olarak ifade etmek isteriz."

-"Mahkeme kararlarının yerine getirilmesinin geciktirilememesi" ilkesi ihlal edilmiştir

Dilekçede, Anayasanın 36. maddesinde ve AİHS'nin 6. maddesinde yer alan adil yargılama hakkı kapsamında Anayasanın 138. maddesinde düzenlenen "mahkeme kararlarının yerine getirilmesinin geciktirilememesi" ilkesinin ihlal edildiği aktarıldı.

Anayasanın 138. maddesinin 4. fıkrasında "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez" hükmünün düzenlendiği belirtilen dilekçede, kesin bir mahkeme kararının zamanında icra edilmesi hususunun AİHS'nin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirildiği vurgulandı.

Anayasa kurallarının, buyurucu ve bağlayıcı temel hukuk kuralları olduğuna işaret edilerek, mahkeme kararlarının geciktirilmeden yerine getirilme zorunluluğu bulunduğu ifade edilen dilekçede, "İnsan hak ve özgürlüklerini, sosyal adaleti, toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve güvence altına almayı amaçlamış demokratik bir hukuk devletinde, açıklanan Anayasa ve yasa kurallarına rağmen bir mahkeme kararının getirilmemesi düşünülemez. Yargı kararlarının uygulanmaması en başta hak arama özgürlüğünü anlamsız hale getireceği gibi Anayasanın ve hukukun bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesine de ters düşmektedir" denildi.

AİHM'nin mahkeme kararlarının uygulanmasına yönelik verdiği kararlardan örneklerin yer aldığı dilekçede, yine AİHM'nin nihai bir kararın infaz edilmemesine ilişkin olarak verdiği bazı kararlardan örneklere atıfta bulunuldu.

Dilekçede, Başbakan Erdoğan hakkında çeşitli sitelerde yer alan videolar hakkında erişimin engellenmesi kararları verildiği hatırlatılarak, mahkeme kararlarının değişik tarihlerde Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'na (TİB) tebliğ edildiği, TİB'in kararı uygulayamaması üzerine kararın önemli kısmının hayata geçirilemediği, bu nedenle ihlalin sürdüğü belirtildi.

Ayrıca "twitter.com" adlı internet sitesine erişimin engellenmesi yönündeki TİB kararının kaldırılmasına dair yapılan bireysel başvuruda, Anayasa Mahkemesi'nin 2 Nisan 2014 tarihli kararı ile idari yargı mercileri önünde dava açılmasının tüketilmesi gerekli etkili bir yol olmadığı gerekçesiyle doğrudan yapılan bireysel başvuruların kabul edilebilir olduğuna karar verdiği hatırlatıldı.

Dilekçede, aynı nedenden dolayı TİB'in mahkeme kararını uygulamama kararına karşı idari yargı yoluna başvurmaya gerek görülmeden Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapma zorunluluğunun doğduğu vurgulandı.

Yerel mahkemenin söz konusu kararının uygulanması ile ilgili tüketilmesi gereken etkin bir idari veya yargısal yolun bulunmadığının kabulü gerektiği ve bu nedenle de Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuruya ilişkin hükümleri ışığında, inceleme yapılarak esastan karar verilmesi gerektiği kaydedildi.

Dilekçede, Başbakan Erdoğan'ın Anayasa ve AİHS kapsamındaki temel insan haklarının ihlal edildiği belirtilerek, Erdoğan'ın, yargı kararlarına olan güveninin ağır şekilde zedelenmesinden kaynaklanan manevi zararları gözetilerek 50 bin lira manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi talep edildi.

- Ankara

Kaynak: AA

Son Dakika Güncel Başbakan Erdoğan, Anayasa Mahkemesi'ne Bireysel Başvuruda Bulundu - Son Dakika

Sizin düşünceleriniz neler ?


Advertisement