Önce Kaos Sonra Darbe - Son Dakika
Politika

Önce Kaos Sonra Darbe

12 Eylül askeri darbesine ilişkin olarak Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında hazırlanan iddianamede, 1 Mayıs 1977'de Taksim'de yaşanan olay, 16 Mart katliamı, bazı kişilere gönderilen bombalı paketler, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum'daki olaylar, Fatsa operasyonu, Abdi İpekçi suikastı, MSP'nin 6 Eylül 1980'de Konya'da düzenlediği Kudüs mitingi gibi olayların, ülkeyi kaosa sürükleyerek, askeri darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığının anlaşıldığı savunuldu.12 Eylül askeri darbesine ilişkin iddianamede, "12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Öncesi Meydana Gelen Önemli Terör Olayları" başlığı altında, birçok olay irdelendi.

10.01.2012 16:00
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

12 Eylül askeri darbesine ilişkin olarak Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında hazırlanan iddianamede, 1 Mayıs 1977'de Taksim'de yaşanan olay, 16 Mart katliamı, bazı kişilere gönderilen bombalı paketler, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum'daki olaylar, Fatsa operasyonu, Abdi İpekçi suikastı, MSP'nin 6 Eylül 1980'de Konya'da düzenlediği Kudüs mitingi gibi olayların, ülkeyi kaosa sürükleyerek, askeri darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığının anlaşıldığı savunuldu.

12 Eylül askeri darbesine ilişkin iddianamede, "12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Öncesi Meydana Gelen Önemli Terör Olayları" başlığı altında, birçok olay irdelendi.

İddianamede, 1970'li yıllarda, toplumda güçlü ideolojik akımların yaygın olarak boy gösterdiği ifade edilerek, toplumda yasal olarak örgütlenen sivil toplum kuruluşlarının, ekonomik ve sosyal amaçlardan çok, siyasi ve ideolojik amaçlarını ön plana çıkardıkları, özellikle bireylere eşit hizmet sunması gereken devlet memurları arasındaki siyasal ve ideolojik örgütlenmelerin, toplumun kamplara bölünmesine yol açtığı belirtildi.

Bu anlamda, öğretmenler ve polisler arasındaki örgütlenmelerin toplumda büyük huzursuzluk oluşturduğuna dikkat çekilen iddianamede, şunlar kaydedildi:

"Sağcı polisler POL-BİR, solcu polisler POL-DER adı altında, sağcı öğretmenler ÜLKÜ-BİR, solcu öğretmenler TÖB-DER çatısı altında örgütlenmişti. Diğer meslek gruplarında da benzeri karşıt görüşlü örgütlenmeler oluşturulmuştu. Toplumdaki bu ideolojik bölünmelere ek olarak, ülkede yaşanan kronikleşmiş ekonomik krizin etkisiyle yoksulluk had safhaya ulaşmış, ülke borçlarını ödeyemediğinden iflasın eşiğine gelmişti. Ülkede kaos ve kargaşa oluşturarak, darbeye zemin oluşturmak isteyen güçler, bu ekonomik ve sosyal istikrarsızlığı kaçırılmaz bir fırsat olarak değerlendirerek tertipledikleri terör olaylarıyla ülkeyi adım adım askeri darbeye sürüklemişlerdir.

12 Eylül askeri darbesi öncesi ülkede yaşanan terör olaylarında, halkı kışkırtmak ve karşı karşıya getirmek için çoğunlukla aynı argümanların kullanılması, olaylarda herkes tarafından görülen asıl faillerin olaylardan sonra bir türlü yakalanamaması, yakalanarak yargılananların ise birbirlerine karşı kışkırtılarak çatışmaya sürüklenen kişiler olması, olaylara ya hiç müdahale etmeyen ya da geç müdahale eden güçlerin tutum ve davranışları, bazı olaylarda bizzat güvenlik güçlerinin kullanılması hususları gözetildiğinde, olayların, ülke yönetiminin askeri otoritenin eline geçmesini isteyen güçler tarafından çıkarıldığı, şüphelilerin denetiminde bulunan askeri yönetiminse, ülkenin kaosa sürüklenerek darbe şartlarının oluşmasını bekledikleri sonucuna varılmaktadır."

Türkiye'nin 12 Eylül'e götürüldüğü süreçte yaşanan, toplumu en çok etkileyen ve askeri darbede gerekçe olarak kullanılan terör olayları irdelenen iddianamede, bu olaylar ele alınırken, Ali Kuzu'nun "12 Eylül İhtilali ve Onların Çocukları", Mehmet Ali Birand, Hikmet Bila ve Rıdvan Akar'ın "12 Eylül Türkiye'nin Miladı", Muslih İpekliler'in "Anılarda 12 Eylül", Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın "İşkence Dosyası, Gözaltında ya da Cezaevinde Ölenler", Murat Belge'nin "12 Yıl Sonra 12 Eylül", Yaşar Okuyan'ın "12 Eylül'den Anılar, Mektuplar ve Belgeler, O Yıllar", Ahmet Ulu'nun " Mamak'ta 30 Gün" adlı kitaplarından alıntılar yapıldı.

-Olaylar-

12 Eylül öncesinde, 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan 1 Mayıs 1977 olayına yer verilen iddianamede, olayın oluş şekli, görgü tanıklarının anlatımları, ateş edenlerin birçok kişi tarafından görülmesine rağmen gerçek suçluların hiçbirisinin yakalanamaması gözetildiğinde, olayın toplumu kaosa ve iç çatışmaya sürüklemek, nihai hedef olarak ise askeri darbeye zemin hazırlamak amacıyla devlet içinde yönetimi ele geçirmek isteyenlerin yönlendirmesi ve kurgulamasıyla çıkarılmış bir provokasyon olduğu kaydedildi.

İddianamede, 6 Nisan 1978'de Ankara Emek Postanesi'nden evine gönderilen bombanın patlaması sonucu Adalet Partili Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu ile gelini ve torununun öldürüldüğü, Fendoğlu'nun solcularca öldürüldüğü düşüncesiyle halkın ayaklanarak, Aleviler ile solculara karşı saldırılar gerçekleştirildiği, aynı tarihte, aynı postaneden Adıyaman Emniyet Müdür Muavini Abdülkadir Aksu'ya da bombalı paket gönderildiği, alıcıya ulaşmadığı gerekçesiyle iade edilen bombanın, uzman ekiplerce imha edildiği anlatılan iddianamede, 7 Nisan 1978'de de Çankaya Postanesi'nden Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesinin CHP'li İlçe Başkanı ve milletvekili adayı Memiş Özdal'a paket içerisinde bomba yollandığı, Özdal'ın şüphelendiği paketi geri gönderdiği, bomba nedeniyle postanedeki bir memurun hayatını kaybettiği hatırlatıldı.

İddianamede, "3 adet bombanın, aynı ilden bir gün arayla farklı siyasi görüşteki kişilere gönderilmesinin, olayın toplumda kaos oluşturmak ve darbeye zemin hazırlamak isteyen gizli güçler tarafından tertiplendiğini gösterdiği" savunuldu.

-16 Mart Katliamı-

16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesinden çıkan sol görüşlü öğrencilere açılan ateş ve atılan bomba sonucu 7 öğrencinin öldüğü, 50'den fazla kişinin yaralandığı hatırlatılan iddianamede, olaydan uzun süre sonra bombayı atan Zülküf İsot'un, katliamı ailesine itiraf ettiği, İsot'un, itiraftan kısa süre sonra kendisi gibi ülkücü olan Latif Aktı tarafından öldürüldüğü belirtildi.

İddianamede, bu olayla ilgili, "Olayda, suçlunun takibine amirleri tarafından müdahale edildiğini belirten görevli polisin beyanları, yıllar sonra ortaya çıkan ve yargılanıp ceza alan fail Zülküf İsot'un eylemi polisin kendisine yaptırdığını belirten beyanları, olayın oluşu, o tarihlerde POL-DER ve POL-BİR olarak bölünmüş olan polis içerisindeki görevlilerin de kullanılmasıyla toplumda kaos oluşturmak ve yönetimi ele geçirmek isteyen güçler tarafından çıkarıldığı anlaşılmaktadır" görüşüne yer verildi.

-"Kahramanmaraş olayları 12 Eylül'ün nedenlerinden biri"-

İddianamede, 1978'te Sivas'ta Alevi ve Sünniler arasında meydana gelen olaylara yer verilerek, dönemin Devlet Bakanı Enver Akova'nın, "Sivas halkının olaylara karışmadığı ve aşırı uçların silah aldıkları kaynakların aynı olduğu" yönünde beyanda bulunduğuna dikkat çekildi.

Bazı güvenlik güçlerinin, Sivas'a dışarıdan toplulukların getirildiğine ilişkin ifadeleri vurgulanan iddianamede, Sivas'ın, Alevi ve Sünni vatandaşların birlikte yaşaması nedeniyle provokatif eylemler için uygun olması, olayda Malatya, Maraş ve Çorum olaylarındakine benzer şekilde Sünnileri Aleviler aleyhine kışkırtmaya yönelik sloganların atılması gözetildiğinde, "olayın ülkeyi kaosa sürükleyerek, askeri darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığının anlaşıldığı" kaydedildi.

Kahramanmaraş'ta 19-26 Aralık 1978 arasında meydana gelen olayların, 12 Eylül sürecine giden yolda önemli dönüm noktalarından biri olduğu belirtilen iddianamede, "Kahramanmaraş olayları, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin nedenlerinden biri olarak görülmektedir" ifadesi kullanıldı.

Olayların ardından 26 Aralık 1978'de 13 ilde sıkıyönetim ilan edildiği bildirilen iddianamede, "olayın, toplumda kaos oluşturmak ve askeri darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığı, etkin güvenlik kuvvetlerince de müdahale edilmediği kanaatine varıldığı" görüşü yer aldı.

-İpekçi suikastı ve Çorum olayları-

Milliyet gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi'nin, 1 Şubat 1979'da Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldüğü anımsatılan iddianamede, "Ağca'nın, kendisine eylemi yaptıranları açıklayacağına dair açıklamasından sonra Maltepe Askeri Cezaevi'nden asker elbisesi giydirilerek kaçırılmasının, ülkenin kaos ve çatışmaya sürüklenerek yönetilemez hale getirilmesini isteyen güçler tarafından planlandığını gösterdiği" kaydedildi.

Çorum'da 1980'de meydana gelen olaylarda bir kez daha Alevi ve Sünnilerin karşı karşıya getirildiği ifade edilen iddianamede, olaylarıyla ilgili şu değerlendirmede bulunuldu:

"Çorum olaylarında da yine Kahramanmaraş ve Malatya olaylarındaki gibi

'Cami bombalandı', 'Sular zehirlendi' gibi söylentilerle Alevi ve Sünni halk kitlelerinin karşı karşıya getirilmesi, olaya müdahale için gelen Amasya Tugay Komutanı'nın olaylar yatışmadan birliklerini geri çekmesi, olayı bizzat yaşayan Adnan Baran'ın polis ve askerin olaylara müdahale etmediği, kendisiyle birlikte firari sanıkların kentte rahatça gezmelerine izin verildiği, bazı subayların sağ ve sol gruplara silah ve patlayıcı verdikleri, Alaaddin Camisi'ne bomba atıldığına ilişkin yalan haberin asılsız olduğunu camide anlatmaya çalışan Kazım Aras isimli şahsın gerçeğin ortaya çıkmasını istemeyen kişilerce sopa darbeleriyle etkisiz hale getirildiğine dair beyanları birlikte değerlendirildiğinde, olayın ülkede kaos çıkararak yapılacak darbeye zemin hazırlamak isteyenler tarafından çıkarıldığı anlaşılmaktadır."

-Fatsa Operasyonu-

Ordu'nun Fatsa ilçesinde, 14 Ekim'de 1979 ara seçimlerinde, "arkasında Devrimci Yol Örgütü'nün desteği olan, Terzi Fikri adıyla üne kavuşan Fikri Sönmez'in" belediye başkanı seçildiği hatırlatılan iddianamede, Fatsa'da bu tarihten sonraki gelişmeler özetlendi.

Bu gelişmelerin ardından Fatsa'ya 8 Temmuz 1980'de Samsun'dan gelen askeri birliklerle operasyon düzenlendiği belirtilen iddianamede, operasyon emrini dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in verdiği, direnişle karşılaşmayan operasyonlar sonucunda Sönmez ile birlikte 300 kişinin gözaltına alındığı anlatıldı.

İddianamede, şunlar kaydedildi:

"Devlet içerisinde küçük bir devlet gibi örgütlenen Ordu'nun Fatsa ilçesine, Genelkurmay Başkanı şüpheli Kenan Evren'in emriyle müdahale edilmişti. O tarihte sıkıyönetim ilan edilen iller arasında Ordu yoktu. Dolayısıyla TSK, sıkıyönetim kurulmamış bir bölgedeki olaylara müdahalede bulundu. Oysa şüpheli Kenan Evren, Kahramanmaraş olaylarına asker olarak neden müdahale edilmediği sorulduğunda, sıkıyönetim ilan edilmediği için yetkilerinin olmadığını belirtmiştir. Esasen her gün onlarca insanımızın terör olaylarından öldüğü bir ortamda, başbakan, hükümet ve diğer siyasi parti liderlerine doğrudan, Cumhurbaşkanına ise doğrudan olmasa bile dolaylı olarak müdahalede bulunabileceğine ilişkin uyarı mektubu verebilecek kadar kendisini güçlü gören askeri yönetimin, terör olaylarına müdahale ederek suçluları adli merciler önüne çıkarması, toplum ve siyasi iktidar tarafından ancak takdir edilebilirdi. Fatsa operasyonu bu yönüyle dikkate değerdir."

-"Darbenin işareti"-

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresinin 6 Nisan 1980'de dolmasının ardından Cumhurbaşkanı seçimine yönelik çalışmalara yer verilen iddianamede,

"dönemin TSK komuta kademesinin, yapmış olduğu darbe planının akamete uğramaması için Cumhurbaşkanının seçilmesini istemediği, siyasi istikrarsızlığı darbe yapmak için bir fırsat olarak gördüğü, asıl amacın her halükarda darbe yapmak olduğu" ileri sürüldü.

12 Eylül askeri darbesine giden süreçteki önemli olayların birinin, MSP'nin 6 Eylül 1980'de Konya'da düzenlediği Kudüs mitingi olduğu ifade edilen iddianamede, darbenin bir diğer işaretininden de Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle verdiği mesajlar olduğu savunuldu.

Evren'in, TSK'ya verdiği mesajda, "Aziz arkadaşlarım. Sizler de bu olayları görüp duydukça eminim ki en az benim kadar üzüntü duymaktasınız. Ancak şuna inanız ki bu satılmış zavallılar bir avuç azınlıktır", "Siz onların hepsini bir anda yok edecek güçtesiniz. Asıl, sessizliğimizi ve sabrınızı güçlerinin kanıtıymış gibi göstermek isteyenler, nasıl yanıldıklarını bir zaman gelecek acı şekilde göreceklerdir" gibi ifadeler kullandığına dikkat çekilen iddianamede, bu olay şöyle değerlendirildi:

"Bu olayda, İstiklal Marşı sırasında ayağa kalkmayan kişilerin, mitingi düzenleyen MSP'nin Genel Başkanı olan Erbakan'ın komutuyla söylettiği İstiklal Marşı sırasında ayağa kalkmamaları, olaydan sonra hem Erbakan hem de Belediye Başkanı Mehmet Keçeciler tarafından yapılan şikayetlerden bir sonuç alınmaması ve bu kişilerin irtica görüntüleri veren abartılı kıyafetleri dikkate alındığında MSP'li olmadığı, benzer provokatif eylemler için hazırlanmış, yapılacak darbede gerekçe kullanılacak kişiler olduğu sonucuna varılmaktadır."

-Darbe dönemi

Askeri müdahale fikrinin 1979 Temmuz ayında ordunun üst kademelerince konuşulmaya başlandığı, Kenan Evren'in kuvvet komutanlarıyla görüşmeler yaptığı anlatılan iddianamede, Evren'in yaptığı görüşmelerde Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Haydar Saltık'tan bir çalışma grubu kurmasını istediği ifade edildi.

İddianamede, 21 Aralık 1979'da, Kenan Evren'in kuvvet komutanları, Harp Akademileri komutanı, ordu ve kolordu komutanlarının katılımlarıyla toplantılar yaptığı, 26 Aralık 1979'da hükümetteki parti liderleriyle, diğer siyasi parti liderlerine "uyarı mektubu" verilmesinin kararlaştırıldığı ifade edildi.

Kenan Evren'in, 27 Aralık 1979'da, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'in, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu'nun, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzalarını taşıyan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşünü içeren bir "uyarı mektubunu", Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e verdiği belirtilen iddianamede, Korutürk'ün de 2 Ocak 1980'de Başbakan ve Adalet Partisi

(AP) Genel Başkanı Süleyman Demirel ile CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'i, Çankaya Köşküne davet ederek, bu mektubun örneğini iki lidere verdiği kaydedildi.

Cumhurbaşkanı Korutürk'e verilen "Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü" başlıklı uyarı mektubunun da yer aldığı iddianamede, "Türk Silahlı Kuvvetleri ve onun komuta kademesinin, içerisinde bağlı oldukları başbakanın da bulunduğu siyasi parti liderlerine göndermiş olduğu mektupta, 'Türk Silahlı Kuvvetleri;... uzlaşmaz tutumlarını sürdüren siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir' ifadesini kullanması, cumhuriyet tarihimiz boyunca askeri darbe gerekçesi olarak kullanılan İç Hizmet Kanunu'nu da hatırlatarak uyarması demokratik rejim açısından tehdittir" denildi.

-Darbeye hazırlık süreci-

Askeri darbe planı hazırlıklarını tamamlayan Orgeneral Saltık'ın 4 Haziran 1980'de Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'e sunduğu "Bayrak Harekatı" adı verilen planın Evren tarafından incelendiği anlatılan iddianamede, 1 Temmuz 1980'de komuta kademesince yapılan toplantıda darbe günü olarak 11 veya 12 Temmuz'un belirlendiği, ancak darbenin bu tarihte gerçekleştirilemediği ifade edildi.

Askeri şuranın Ağustos 1980'de yapıldığı, burada askeri darbenin komuta kademesinin belirlendiği anlatılan iddianamede, komuta kademesince 26 Ağustos 1980'de gerçekleştirilen toplantıda harekatla ilgili son kontrollerin yapıldığı, ikinci kez harekat zamanı olarak 12 Eylül'ün belirlendiği kaydedildi.

Askeri Harekatın tarih ve saatinin, planda "G" günü, "S" saati olarak kodlandığına yer verilen iddianamede, 5 Eylül 1980'de Genelkurmay Başkanlığından çıkan kuryelerin, harekatın "12 Eylül-saat 04.00"te yapılacağını belirten emrin bulunduğu zarflarla Türkiye'nin dört bir yanına hareket ettiği belirtildi.

-12 Eylül Askeri Darbesi ve Sonrası-

İddianamede, 12 Eylül 1980'de saat 03.59'da TRT'de, Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla yayınlanan Milli Güvenlik Konseyi'nin bir numaralı bildirisine yer verilerek, bildiride, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin emir-komuta zinciri içerisinde ülke yönetimine el koyduğu, parlamento ve hükümeti feshederek sıkı yönetim ilan ettiği, yurt dışına çıkışları yasakladığının yer aldığı kaydedildi.

İddianamede, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yayımladığı "4 numaralı" bildiride, Milli Güvenlik Konseyinin, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluştuğu ve Milli Güvenlik Konseyi sekreterliğine Orgeneral Haydar Saltık'ın atandığının belirtildiği aktarıldı.

İddianamede, 2324 Sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun 2. maddesinde yapılan "Anayasada Türkiye Büyük Millet Meclisine, Millet Meclisine ve Cumhuriyet Senatosuna ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren geçici olarak Milli Güvenlik Konseyince ve Cumhurbaşkanına ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler de Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanınca yerine getirilir ve kullanılır" düzenlemesiyle, TBMM'ye, Cumhuriyet Senatosuna ve cumhurbaşkanına ait yetkilere cebren el konulduğu savunuldu.

12 Eylül askeri yönetimince ülkenin tamamının denetim ve kontrol altına alındığı, siyasi partilerin faaliyetlerinin yasaklandığı, 16 Ekim 1981 tarihinde çıkarılan 2533 sayılı Kanunla başta Atatürk'ün kurduğu CHP olmak üzere bütün partilerin kapatılarak siyasi partiler ve yan kuruluşlarının bütün mallarının hazineye devredildiği anlatılan iddianamede, 11 Eylül 1980'de parlamento üyesi bulunan siyasi parti mensupları ile her kademedeki siyasi parti yönetici ve mensuplarının, sözlü veya yazılı beyanda bulunmalarının, makale yazmalarının, toplantı yapmalarının, sıkıyönetim komutanlıklarının koyduğu yasakları ve aldığı kararları herhangi bir şekilde tartışılmasının yasaklandığı belirtildi.

-"30 bin memurun görevine son"-

Askeri darbeden sonra Türkiye'nin 13 sıkıyönetim bölgesine ayrıldığına yer verilen iddianamede, basına uygulanan sansüre ilişkin, dönemin gazetecilerinden Nadir Nadi'nin ifadelerine ve 14 Eylül 1980'de TRT'ye gönderilen emirlere yer verildi.

Toplum üzerinde kurulan baskı ve yayın yasaklarıyla düşünce hürriyetinin tamamen ortadan kaldırıldığı ifade edilen iddianamede, şu bilgilere yer verildi:

"Bu dönemde 1402 sayılı sıkıyönetim kanuna dayanılarak hiçbir yargı kararı olmadan 30 bin memurun görevine son verildi. 7233 memur bölgelerinin dışına gönderildi. 300 bin kişiye sakıncalı oldukları gerekçesiyle pasaport verilmedi. Pasaport verilmeyenler içerisinde Türk Halk Müziği sanatçısı Ruhi Su da vardı. Kanser hastalığına yakalanan Ruhi Su pasaport verilmediği için tedavi olamadı ve yaşamını yitirdi. 12 Eylül yönetimi tarafından yurt dışına kaçan 14 bin kişi vatan haini oldukları gerekçesiyle vatandaşlıktan çıkarıldı." - ANKARA

Kaynak: AA

Son Dakika Politika Önce Kaos Sonra Darbe - Son Dakika

Sizin düşünceleriniz neler ?


Advertisement