Zihin Fukara Olunca Fikir de Ukala Oluyor - Son Dakika
Güncel

Zihin Fukara Olunca Fikir de Ukala Oluyor

Zihin Fukara Olunca Fikir de Ukala Oluyor

Televizyon ve tiyatroyla ilginiz, ilişkiniz nasıl başladı?

26.01.2019 12:33
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Televizyon ve tiyatroyla ilginiz, ilişkiniz nasıl başladı?

Siyah beyaz televizyonla büyümüş bir çocuktum, ancak çok renkli bir hayatım oldu. Kalabalık bir ailenin en yaramaz çocuğuydum. Macerayı severdim. Kardeşlerim ve kuzenlerim benim en yakın arkadaşlarımdı. Sabah erkenden evden çıkar sokak sokak dolaşır, yeni yerler keşfeder, sonra da o yeni yerlerle ilgili yeni hikayeler uydururdum. Profesyonel uydurukçuydum. Mesela harabe bir ev gördüğümüzde içeride yaşayan yaşlı ve hasta bir kadının varlığına herkesi ikna eder, o kadının çocuklardan hiç hoşlanmadığına inandırırdım. Bir süre sonra kimse o sokaktan geçemez, evlerine gitmek için yollarını değiştirmeye başlardı. Mahalledeki teyzeler 'Kızınız çocuklarımızı korkutuyor, saçma sapan hikayeler anlatıyor' diye şikayete gelirlerdi. Eminim evlerine döndüklerinde benimkisinden daha saçma olan bir film izliyorlar ve bundan keyif alıyorlardı. Ben bunu biliyordum, onların bilmediği ise sayemde çocuklarının eve ulaşmak için alternatif yollar keşfetmiş olmalarıydı.

Yaptığım şeyin doğruluğunu tartışmayacağım ama yaratıcılık serüvenimin böyle başladığını da inkar edemeyeceğim. Küçük cezalar beni yıldırmadı. Dışarısı için tehdit arzetmeye başlayınca çalışmalarıma bir süre evde devam ettim. Aile fertlerim birbirinden farklı karakterlerdi. Mesela ablam! Ablam, takvim yapraklarını istisnasız her gün okur, radyo dinler ve televizyon filmlerini asla kaçırmazdı. Ben de kaçırmak istemezdim ama ailem bu konuda fazlasıyla kuralcıydı. Uygun zamanlar ve yayınlar dışında pasif izleyiciydim. Başlayan bir filmin izlenilebilir bir film olup olmadığına karar verilinceye kadar o filmin ilk onbeş dakikasını izleme şansım olurdu. Aklım filmde kalırdı, sonrasını kendim hayal etmeye başlardım. Uykusuz kalmayalım diye izlememize izin verilmeyen o film yüzünden ben yine uykusuz kalırdım. Yattığım yerden kurgu yapardım. Ertesi gün de filmle ilgili sorular sorar, yapmış olduğum kurgunun sağlamasını yapardım. Her defasında yüzde yetmiş yanıldığımı görürdüm. İçimden geçirdiğim şey ise 'Bu işi bilmiyorlar, ben olsam daha iyisini yazardım' olurdu. Zihin fukara olunca fikir de ukala oluyordu haliyle o yaşlarda.

ALGILAMA BİÇİMİM FARKLIYDI

Televizyonla ilişkim, anlaşıldığı üzere amatör bir ruhla çok küçük yaşlarda başlamıştı. İnsanın yattığı yerden üretebilmesi, çocuk yaşlarda basit görünüyordu. Şimdilerde ise yatak yüzü göremediğim günler oluyor. Yanılmışım. Yanılmadığım şeyler de vardı. Tiyatro! İşte gerçek sanat buydu... Her ne kadar sınırlı zamanlarda hayatımda olsa da tiyatro başkaydı benim için. Devlet Tiyatrolarının oyunları olurdu, ilkokulda sınıfça gider ancak oyunun sonunda Ali'nin Serap'a yazdığı aşk mektubunu konuşurduk. Tiyatro aşkından daha önemli bir şey, Serap'ın da Ali'ye aşık olup olmadığıydı. Kafaya takılacak bir şey yoktu, sahne üzerinde sevabıyla, günahıyla olan olmuştu. Bizler de başımızdaki gözlemci öğretmenlerimizin göz hapsinde oyunu izlemiş olurduk. Birkaç oyundan sonra izleyemediğim filmler için yaptığım -tamamlama kurgusunu- izlediğim tamamlanmış oyunlar için de yapmaya başlamıştım. Sanatla ilgili bilgim limon tuzunun dilimizi parçaladığı bilgisinden katbekat azdı. Bunun değişeceğini sanmıyordum ama görme ve algılama biçimim farklıydı. Hissetme kapasitem genişti, sanat duyularımı besliyor ve yüreğimi büyütüyordu.

BENİM İÇİN SANAT HAYATTIR

'Hayat Dediğin', 'Son Çıkış', ve 'Adını Sen Koy' dizilerinin senaristi oldunuz. Bir dizide başrol oyuncusu kadının masumiyet, mahcubiyetini, bir diğerinde zorluklarla baş etme azmini konu ediniyorsunuz. Peki hayat sizin için nedir?

Evet, birkaç dizi de çalıştım. Çoğu ekip işiydi. Birlikte bölüm hikayeleri kurgulanıyor, tretman yazılıyor sonra da diyaloglarla senaryo tamamlanıyordu. Hepsini bir arada yaptığım zamanlar da oldu. Elbette keyifli işlerde çalıştım ama yazdığımız dizilerden ziyade, TV programlarına yaptığım metin yazarlığı ve editörlüklerim en özgünleriydi. Halkalardan oluşan kırılmaz bir zincirdir insanın yaratıcılığı, birileri bu halkaları birbirinden ayırmaya kalktığında her bir parçanın yalnızlığını göreceksiniz.

Kimi diziler birbirinin tekrarı, kimi diziler ise farklı ülkelerde yayınlananların yeni şekliyle karşımıza çıkıyor. Yazanı, yöneteni sizin olduğunuz bir dizi bize neyi anlatır?

TV ekranları çok kirlendi. Hep bildik hikayeler, bildik entrikalar, bildik olay örgüleri. Bir hevesle yapımcılığa soyunmuş tiplerden tutun, eli kalem tutan herkesin kendisini yazar sandığı, yalnızca kameralara oynayan oyuncularına kadar iyi kötü bir sürü serüvenim oldu. Yorulduğumu anladığım bir anda tiyatro ile motivasyonum değişti. Hayatım da öyle. Bütün sanatların derdi hakikatse eğer, hakikatten yoksun olan bir toplum sanattan yararlanamayacaktır. Benim için sanat hayattır!

'KAN VE ACI GÖRMEKTEN İÇİMİZ ŞİŞTİ'

Birçok dizi birbirinin tekrarı. Kore'den uyarlama filmlerle sarılı dört bir yanımız. 9 yaşında bir oğlum var ve ekrandan uzak tutuyoruz. Buna rağmen gittiği yerlerde denk geldiği zamanlarda izlediği filmler oluyor. Uyku öncesi okuduğumuz masalların yerini 'Ben de çete kuracağım' olmaya başladığı gün tehlikenin farkına vardım. Hayatım boyunca yanlışın meşrulaşmasına meyil verecek bir işin içinde bulunmadım, bulunmak da istemem. Şimdi çocuğumu bir yere gönderdiğimde birinci şartım 'Lütfen oğlum uyumadan önce dizi izlemeyin' oluyor. Sanatın dilinin anadilimiz olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Sanat aracılığıyla öğrendiğimiz her yeni dil, bir süre sonra bizim üslubumuz oluveriyor. Bu yüzden yapımcılara çok iş düşüyor, herkes kesesini düşünmeyi bıraktığında televizyonlar izlenebilecek hale gelecektir. 'Halk bunu istiyor' gibi bir yaklaşımı doğru bulmuyorum. Evet karanlık günler geçirdik, en kötü prodüksiyonlardan daha kötü sahnelerin yer aldığı haber kuşaklarımız oldu. Artık ekranlarda silah, kan ve acı görmekten içimiz şişti. Aynı döngünün içinde kanıksar olduk birçok yanlışı. Yerine doğruyu koyamadığımız sürece hafızalarda hep yanlışlar kalacak. İzin verelim üç doğru bir yanlışı götürsün! Bir yerden başlamak lazım üçe gelince yeniden konuşuruz.

Zeynep Yıldız'ın yazıp yönettiği 'Kim Geldi' adlı oyunda, kardeşi Nurten İnan da oynuyor.

'İKİNCİ OYUNU NE ARA YAZDIM, HATIRLAMIYORUM'

Tiyatro Frankfurt ile buluşma, birlikte çalışma hikayenizi öğrenebilir miyiz?

Erkanlardan da tanıdığınız yapımcı, yönetmen ve sunucu Nur Onur aracılığıyla tanıştım Tiyatro Frankfurt'la. Kendisi aynı zamanda Tiyatro Frankfurt'un İstanbul Koordinatörü. Bu yıl altıncısı düzenlenecek Frankfurt Türk Tiyatro Festivali'nin de sunuculuğunu yapmakta. Öz ablam olduğu için söylemiyorum çok da başarılı bu konuda. Nur Onur, evindeki bir davette beni Tiyatro Frankfurt Genel Sanat Yönetmeni Kamil Kellecioğlu ile tanıştırdı. Öncesinde sözleştikleri belli ağız birliği yapıyorlar, "Bir oyun yazarsan Türk tiyatrosuna büyük bir katkın olacak" diyorlar. Tiyatro sanatına saygım sonsuz, tevazu gösterip, "Herkes işini yapsın" dediğimi hatırlıyorum. Sonrasında ise ikinci oyunu ne ara yazdığımı hatırlamıyorum.

'Üstü Kalsın'da 12 Eylül ile 15 Temmuz darbe girişimini birlikte konu ediniyorsunuz. Darbeler bu ülkenin belleğinde ülkenin kendi evlatlarına kıyımı şeklinde yer ediniyor. Ülke, yaşanan travmanın nasıl üstesinden gelebilir? Beşincisi, altıncısı yaşanacak diye bir endişe taşıyor musunuz?

'Üstü Kalsın'da söylediğim gibi "Darbeler hezimetten başka bir şey getirmez" Buradaki hikaye daha çok 12 Eylül darbesini eşelese de haliyle yakın tarihte yaşadığımız 15 Temmuz'a uzanması kaçınılmaz oldu. Ben 7 aylık bir bebekten yaşanan 1980 darbesi için söyleyeceklerimin sınırlı olacağını düşünürken, 15 Temmuz için dilim lal oldu. Ne diyordu Kenan Paşa; "Artık 12 Eylül 1980'i unutmalıyız". Ne o günleri ne de Kenan Paşa'nın yarattığı o evreni unutmadık. 15 Temmuz'u da unutmayacağız (!) Travmalar atlatılsa da izi kalır. Gülüşümüzü çalmalarına izin vermeyeceğiz.

'Kim Geldi' adlı oyunda Ayşe Tunaboylu, Nurten İnan, Ömer Fırat Köker, Çiğdem Spickermann, İpek Erdem ve Kamil Kellecioğlu oynuyor.

'Kim Geldi' oyunuyla Almanya ve Türkiye'den sanatçıları bir araya getirdiniz. Her iki ülkede provalarınız var. Israrlı talepler nedeniyle bu mizahi oyunu kaleme aldığınızı söylüyorsunuz. 'Kim Geldi'ye kimler gelmeli?

Evet tam da bunun için yazıldı 'Kim Geldi', herkes gülsün, mutlu olsun diye. Dışarıda insanları gözlemliyorum ve hepimizin ortak bir mimiği var. Hepimizin yüzü asık, hepimiz birer mutsuzuz! Toplum olarak, topluca mutsuzuz! Hem mutsuzuz hem haklıyız! Haklı mutsuzlarız! Üstelik bunun için çok geçerli sebeplerimiz var. Şimdi onları tek tek sayıp daha fazla mutsuz etmeyeceğim bizi. İnsanları mutsuz eden her bir sebebi ortadan kaldırmak gibi bir şansım olmasını çok isterdim, elbette bu mümkün değil. Ancak şimdilik bu oyunla yüzlerinde küçük bir tebessüme sebep olmakla yetineceğim. 'Kim Geldi'ye herkes gelmeli, mutlu olan mutluluğuna mutluluk katmak için mutsuz olan da iki saat için de olsa mutlu olmak için. Umudum mutlu olmanız.

Kaynak: Hürriyet

Son Dakika Güncel Zihin Fukara Olunca Fikir de Ukala Oluyor - Son Dakika

Sizin düşünceleriniz neler ?


Advertisement