Türk Romanlarındaki İstanbul - Son Dakika
Yerel

Türk Romanlarındaki İstanbul

Sibel Ertürk Kurtoğlu - Bin yıllardır şiirlere, şarkılara, filmlere konu olan İstanbul, ilk Türk romanı örneklerinin görüldüğü 19.yüzyıldan bu yana da yazarları büyülemeye devam ediyor.

09.11.2011 10:47
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Sibel Ertürk Kurtoğlu - Bin yıllardır şiirlere, şarkılara, filmlere konu olan İstanbul, ilk Türk romanı örneklerinin görüldüğü 19. yüzyıldan bu yana da yazarları büyülemeye devam ediyor.

AA muhabirinin, şair-yazar Ekrem Kaftan'ın editörlüğünü yaptığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ tarafından yayımlanan, "Türk Romanından Bir Demet İstanbul" isimli kitaptan derlediği bilgiye göre, 3 büyük medeniyete başkentlik yapan, insanları 8500 yıldır büyüleyen İstanbul ilk Türk romanının sayılan Şemsettin Sami'ye ait "Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat"tan başlayarak, edebiyatın bu alandaki eserlerine de sahne görevi üstlendi.

Eski İstanbul gravürleriyle desteklenen ve 242 sayfadan oluşan kitapta, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında eser veren yazarların 25 eseri incelendi.

Kitapta, Namık Kemal'ın "İntibah", Mizancı Mehmet Murad'ın "Turfanda mı Turfa mı?", Sami Paşazade Sezai'nin "Sergüzeşt", Nabizade Nazım'ın "Zehra", Halid Ziya Uşaklıgil'in "Mai ve Siyah" ve "Kırık Hayatlar", Mehmet Rauf'un

"Eylül", Recaizade Mahmud Ekrem'in "Araba Sevdası", Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun "Kiralık Konak", Refi Cevat Ulunay'ın "Dağlar Kralı", Peyami Safa'nın "Canan", "Şimşek", "Matmazel Moraliya'nın Koltuğu", "Sözde Kızlar" ve "Mahşer", Kemal Altınkaya'nın "Bizim Mahalle", Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın "Şıpsevdi", Halide Edip Adıvar'ın "Sinekli Bakkal", Refik Halit Karay'ın "İstanbul'un Bir Yüzü", Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Mahur Beste",

"Huzur" ve "Sahnenin Dışındakiler", Reşat Nuri Güntekin'in "Miskinler Tekkesi", Samia Ayverdi'nin "Son Menzil", "İnsan ve Şeytan" ve "Batmayan Gün" romanlarındaki İstanbul anlatımlarına yer verildi.

Yazarların kitaplarındaki bazı İstanbul tanımlamaları şöyle:

-Namık Kemal'in (1840-1888) İntibah'ı: "İstanbul bir güzellik denizinin sahibidir ki yalnız hüzünle sahillerine yüz sürerek, önünden akıp giden denizin güzelliği, bulunduğu yerin bütün cihan içinde eşsizliğini ispat etmek için yeterlidir."

-Halid Ziya Uşaklıgil'in (1867-1945) Mai ve Siyah'ı: "...Beride güneşin son ziyalarıyla tutuşmuş camlarıyla İhsaniye, Üsküdar, daha yüksekte yeşil tepelerin üzerine eteklerini sererek, Marmara'ya bakan Çamlıca, biraz daha ileride topraklardan ayrılarak, kendisini denize salıvermek istiyormuş zannedilen Fener, Moda, nihayet vapur hareket ettikçe vaziyetlerini değiştiren yerlerinden oynuyorlarmış bazen yekdiğerine sokularak, bazen birbirinden kaçışarak dalgaların içinde yüzüyormuş vehmini veren Adalar..."

-"... Kısıklı köyünün çarşısına varılmış olur"-

-Mehmed Rauf'un (1875-1931) Eylül'ü: "Ah, sabahları erkenden buradaki güzelliği, tazeliği tarife söz bulamıyorum. Denizin nezaketini, taravetini, yeşilliğini, nihayet şu Boğaziçi sabahının bekaretini görmeli Necib..."

-Recaizade Mahmud Ekrem'in (1847-1914) Araba Sevdası'ı: "...Bu mezarlıktan geçildikten sonra iki yol hem birleşir hem de düzleşir. Buradan yine bir 5 dakika yürünürse artık Çamlıca tepesinin eteğinde Kısıklı köyünün çarşısına varılmış olur. ...Burası Çamlıca bahçesi namıyla İstanbul'da en evvel açılmış olan bahçedir. Kim bilir kaç zamandan beri halk pek ilgi göstermediği için genelde kapıları kapalı durur. Yazın, özellikle baharlarda bu bahçeyi açtırıp da aşağıdaki kapıdan içeri girerseniz, 5-10 adım ilerleyip, çevrenize şöyle bir bakınca muazzam ve kalbe ferahlık veren güzel bir bahçe içinde bulunduğunuzu derhal anlarsınız."

-Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun (1889-1974) Kiralık Konak'ı: "Servet beyin oğlu Cemil, henüz 20 yaşında bir mektep çocuğu olmasına rağmen, Beyoğlu'ndaki büyük lokantaların, gazinoların, barların, eğlenceli evlerin sadık bir müdavimidir. ... Şişli'nin yeni usul elektrikli, banyolu apartımanları, Servet Bey'i gittikçe çekiyordu. Vakıa bu apartımanların merdivenlerini çıkarken 'Ne yazık, asansör yok' diye hayıflanıyordu. ...Hele yeni işlemeye başlayan elektrikli tramvay, arabaların çıkardığı sesler onu saatlerce mest ve bihuş bırakıyordu."

-Peyami Safa'nın (1899-1961) Canan'ı: "Araba güzel yollardan geçiyor. Bedia buraları çok sever. Buraları Kadıköyü'nün sımsıkı şehir hayatından uzak, ama yine medeni yerleridir. Güneşli, az insanlı, tozlu bir yol. Küçük, büyük bahçeler içinde zarif binalar. Bazılarında belli ki vaktiyle saltanat sürülmüş. Ne yazık ki buraları da birkaç sene sonra ya tamamiyle zengin Hristiyanların eline geçecek, Boğaziçi'nin Anadolu tarafı da harabeye dönecek."

-Halide Edip Adıvar'ın (1884-1964) Sinekli Bakkal'ı: "Hıdrellez günü göğün altında bugün hiçbir şehir bu kadar cümbüşlü bir kalabalıkla kaynaşmaz, hiçbir sokak bu kadar başka sesleri birbirine karıştıran böyle bir uğultu çıkarmaz. Ahalisi bu kadar kuzu kızartıp helva pişirmez."

-Refik Halit Karay'ın (1888-1965) İstanbul'un Bir Yüzü: "...İstanbul daha ziyade eski devirde şahsiyetli ve ehemmiyetliydi. Şimdi renksiz ve sefil... Dar fakat süslü, alafranga bir apartman odasında oturup, dışarının tramvay ve otomobil seslerini işiterek, şu satırları elektrik ziyaları altında yazarken, parama ve istiklalime rağmen hiçbir zevk duymadım. ...Ben eski İstanbul'un, eski İstanbul'un o şahsiyetli ve güzel İstanbul'un içyüzünü afacancasına tanıyan bir evladıyım, onu ben ne iyi anlardım. Sanki o da bana, ayrıca herkese yaptığından fazla yüreğini açardı. İşte ben, bu pekiyi tanıdığım ve pek çok sevdiğim vücudu kaybettim. Ona yanıyorum, onun hasretini çekiyorum."

-"İstanbul'u tanımadıkça kendimizi bulamayız"-

-Ahmet Hamdi Tanpınar'ın (1901-1962) Mahur Beste'si: "Ah, eski İstanbul! İçten içe kaynayan hayatıyla, durmadan çarpışan ihtiraslarıyla, kin ve sevgileriyle, birdenbire coşan nefretleriyle, kaynayan sular gibi içten dönen ve derinleşen dolaplarıyla, daima kızdırılmış bir kaplan gibi atılmaya, parçalamaya hazır ocaklarıyla, tekkeleriyle, esnafıyla, o kadar dağınık dağınık, parça parça göründüğü halde istediği gün sokakta, çarşıda, meydanda birdenbire birleşen, acayip ve korkunç bir mahluk gibi halka halka büyüyen, genişleyen, okyanuslar gibi homurdanan, önüne çıkan her şeyi yakıp yıkan, devirip alt üst eden... Kadınını, erkeğini tamamlayan halkıyla her türlü canlılığın üstünde canlı şehir."

-Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur'u: "Mümtaz için kadın güzelliğinin iki büyük şartı vardı, İstanbullu olmak, öbürü de Boğaz'da yetişmek... İstanbul, İstanbul, diyordu İstanbul'u tanımadıkça kendimizi bulamayız."

- Samiha Ayverdi'nin (1889-1956) Son Menzil'i: "Gözyaşlarında bile sevinçli zamanların zevkini taşıyan Boğaz'dan hiç bıkılır mı? Onda ne baş üstünde gezdiği devirlerden kalma bir gururun izi, ne de düşkün ve yoksul günlerinin ızdırabı görülür."

-Samiha Ayverdi'nin Batmayan Gün'ü: "Dağ, deniz, koru, vadi, renk, çiçek, hasılı tabiattan aranan bütün vasıflar boğazda baş başa, omuz omuza yarış etmekteydi. Boğaziçi, gönüle seslenen coşkun bir şiir, Boğaziçi güler yüzlü bir aşına, Boğaziçi konuşulan ve cevap alınan bir arkadaştı. Hem munis ve yakın, hem vahşi güzelliği ile çok okunmuş ama bıkılıp usanılmamış bir kitap, tabiat sergüzeştlerinin baş başa verdiği bir meşveret yeriydi."

-"İstanbul'un değerini bilelim"-

Kitabın editörü Ekrem Kaftan, yaptığı açıklamada, ilk Türk romancıların Tanzimat döneminde yetişmeye ve eser vermeye başladığını belirterek,

"Romancılarımızın, Batı romanının etkisinde kaldıklarını, ancak kısa zamanda kendilerine has bir üslup oluşturmayı başardıklarını söyleyebiliriz" dedi.

Mekan olarak İstanbul'u kullanan romancıların, eserlerinde İstanbul'u uzun uzun tasvir ettiklerini kaydeden Kaftan, şu bilgileri verdi:

"O dönem romancılarımız, İstanbul'un fakir semtlerini de zengin semtlerini de sokaklarındaki çöpleri de tarihi eserleri de insanların kıyafetlerini de günlük hayatı da olduğu gibi vermeyi tercih etmişler. Romancılarımızın anlattıkları İstanbul'u, ana hatlarıyla şöyle özetlememiz mümkündür: İstanbul, yaşanan savaşlardan fakir düşen halkın, birbiriyle dayanışma gayretinin en üst seviyede görüldüğü bir şehirdir. İstanbul, tarihi eserlerin ihmal edildiği, bazılarının yıkılmaya yüz tuttuğu ve yıkıldığı, geçirdiği yangınların izlerini taşıyan bir şehirdir. Kısacası, romancıların İstanbul'u, özellikle yeşil alanları, ahşap konakları, yalıları, sahilleri, sarayları, bahar ve sonbahar aylarıyla bugünün İstanbul'u ile kıyaslanamayacak kadar güzeldir. Ama bugün, romancılarımızın İstanbul'unu o kadar kaybetmişiz ki silueti bile gözümüzün önünden yok edilmek isteniyor."

Kaftan, bu eserle okuyucunun kaybolan İstanbul'un hasretiyle, elindeki mevcut güzelliklerin değerini bilmesini sağlamayı amaçladığını vurguladı.

- İSTANBUL

Kaynak: AA

Son Dakika Yerel Türk Romanlarındaki İstanbul - Son Dakika

Sizin düşünceleriniz neler ?


Advertisement