"Makbul Vatandaş Profiline Uymayanlar 100 Yıldır Baskı Görüyor" - Son Dakika
Güncel

"Makbul Vatandaş Profiline Uymayanlar 100 Yıldır Baskı Görüyor"

Dindarların farklı zamanlarda, farklı toplumsallıklarda vermiş oldukları mücadeleler arasında en önemli köşe taşlarından birini oluşturan Said Nursî'nin, gündelik hayattaki direniş taktikleri kitaplaştı.

22.10.2014 14:46

Etkileşim Yayınlarından çıkan "Gündelik Hayatın Direnişi/ Bediüzzaman Teolojesinde Gündelik Hayat" isimli kitapta, resmi tarih anlatısında, Said Nursî ve Nur hareketinin neden sürekli bir tehdit unsuru olarak görüldüğü ortaya konuyor.

Mardin Artuklu Üniversitesi Antropoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Ali Bedir'in yazdığı kitabın Sunuş'unu Prof. Dr. Ferhat Kentel kaleme aldı. Prof. Dr. Kentel, "Günümüzde tevazuu unutanlar için mükemmel ve tam ihtiyacımız olan bir hatırlatmayı yapıyor ve içinde bulunduğumuz kibirli, arsız, saygısız dünyada derin bir nefes alma ve başka bir dünyayı hep hayal edebilmenin imkânlarını gösteriyor" dediği önsöz çarpıcı tespitlerde bulunuyor.

Kentel'in, Türk modernleşme sürecine de ışık tutan tespitleri özetle şöyle:

KÜRTLER VE DİNDARLAR MAKBUL VATANDAŞ PROFİLİNE UYMADI
" Türkiye'de uygulanan makbul vatandaş inşa etme politikalarının en az yüz yıllık bir geçmişi var. Devleti ele geçiren seçkinlerin zihninde makbul vatandaş profiline uymayan herkes katliam, inkâr, asimilasyon, aşağılama, hakaret, dışlama gibi baskı politikalarına maruz kaldı.

Bu politikalara karşı direniş de hiç eksik olmadı. Farklı grup, aktör ve hareketlerin bazıları saldırıya cepheden saldırıyla karşılık verdiler, isyan ettiler; bazıları boyun eğdiler ya da eğmiş gibi göründüler; başkaları da baskıcı devletin sahasına, meşruiyet alanına girip, örgütlendiler, seslerini yükseltmeye çalıştılar. Ancak toplumsal ve kültürel gruplar her zaman aynı şekilde varlıklarını sürdürmediler; baskıya karşı farklı zamanlarda farklı yöntemlere başvurarak hayatta kalmaya çalıştılar.

Cumhuriyetin makbul vatandaş profiline uymayanlar arasında kuşkusuz en başta toplumun dindarları (dolayısıyla onların temel referansı olan İslâm) ve Kürtler geliyordu. "Batılılaşma" daha doğrusu, kapitalistleşme/modernleşme/uluslaşma/sekülerleşme çizgisine karşı direnenler arasında en etkin olanlar da Müslümanlar ve Kürtler oldu. Merkezin alabildiğine dışladığı Kürtlerin önemli bir bölümü tam da bu dışlamadan ötürü alternatif bir kimlik inşa sürecini her zaman korudu; bu da tarihsel olarak son aşamada PKK'nın güçlü bir aktör olmasını da beraberinde getirdi. İç içe geçişlerin her zaman olduğu, bu iç içe geçişlerin zaman içinde farklılaştığı dikkate alındığında, ayırmak mümkün olmasa da, Kürtler arasında da "İslâmî direniş" politikaları güçlü oldu.

Genel olarak Müslümanları ya da daha doğru bir ifadeyle hayatlarını İslâmî referanslara göre yaşayan, yaşamaya devam etmek isteyen tüm toplumsal kesimleri düşündüğümüzde ise süreç daha karmaşıktı. İstiklal Mahkemeleri'nden başlayan baskı ve "şeytanlaştırma" politikaları en son 28 Şubat zamanında TSK'nın içinden derlenen Batı Çalışma Grubu öncülüğünde medya, yargı, üniversiteler ve iş çevreleri kullanılarak sürdürülen cadı avında kendini gösterdi. Bütün bu zaman zarfında dindarlar "isyan"dan, "geri çekilme"ye, "yeraltına inme"ye ve "sağcı politikalara eklemlenme"ye kadar uzanan farklı çabalar içinde var olmayı başardı.

DEVLET SAİD NURSÎ'DEN NEDEN KORKTU?
İşte elinizdeki bu kitap, Türkiye'de dindarların bir yandan kapitalizmle/modernlikle/milliyetçilikle eklemlenirken, diğer yandan "kendilerine ait bir referans dünyası"yla hemhal olarak nasıl alternatif bir dünyanın imkânını her zaman mevcut kıldıklarına dair çok önemli bir bilgi kaynağı inşa ediyor.

Kitap, dindarların farklı zamanlarda, farklı toplumsallıklarda vermiş oldukları mücadeleler arasında en önemli köşe taşlarından birini oluşturmuş olan Said Nursî'nin öğretisine eğiliyor. Tüm Cumhuriyet tarihi boyunca, 28 Şubat sürecine gelinceye kadar resmî tarih anlatısında, milliyetçi-laik medyada "şeriatçı, gerici" olarak nitelendirilen İslâmî hareketin bir bileşeni olarak Said Nursî ve Nur hareketinin neden sürekli bir tehdit unsuru olarak görüldüğünü anlamak için de Ali Bedir'in incelemesi sağlam bir kılavuz sunuyor.

Öncelikle, herhangi bir şehirde silahlarıyla, sopalarıyla merkezî devletin organlarına saldırabilecek bir direniş hareketi, o devlet açısından kolaylıkla net bir hedef haline gelebilirken, Said Nursî'nin gündelik hayatın içinde fethettiği kalpler, egemen söylem ve uzantıları için tam anlamıyla bir korku kaynağıydı; çünkü devasa devlet makinası gündelik hayatın içinde hareket edebilecek yetenek ve birikime asla sahip değildi. Bu nedenle, özellikle 80'li yıllara kadar basına "Nur ayinleri yapanlar yakalandı," "Gerici Said," "Nurcu tehlikesi" ya da "Said Nursî tehlikesi" benzeri manşetlerle yansıyan ideolojik korkunun sürekliliğini akılda tutmak yararlı olabilir.

Ali Bedir'in kitabı genel olarak modernleşme, özel olarak otoriter Türk modernleşmesi karşısında Said Nursî'nin öğretisinin en sıradan gündelik hayat pratiklerinde dinî yeniden okuyarak nasıl bir direniş diline kaynaklık ettiğini gösteriyor. "Gündelik hayatın direnişi," her ne kadar büyük ölçüde kapitalizmin dönüşmesi, farklı kültürel kimliklerin vermiş oldukları mücadele, çok kültürcülük, küreselleşme, postmodern akımlar gibi dinamiklerle erozyona uğrasa da içinde yaşadığımız "modern" toplumlarda alternatif siyaset yapmanın yolları hakkında bize yaratıcı fikirler veriyor. Buna bağlı olarak, her şeyden önce tekrar ede ede "görünmez" hale gelmiş ya da "değersiz" olarak kabul edilen "gündelik hayat" üzerine düşünmek, "bölünmüş" hayatlarımızı ya da akıl-beden, rasyonel-irrasyonel, kamusal alan-özel alan, ileri-geri gibi hayatın birçok alanında "ikili düşünme" sistematiğimizi bize sorgulama imkânı veriyor. Gündelik hayat üzerine yeniden düşünmek etrafımızı kuşatan ve çok "normal" olarak kabul edip içine girdiğimiz, "yasalaştırdığımız" ideolojik kurguların aslında güç ilişkilerinin ürünü olduğunu görmemizi sağlayabilir ve hesaplaşabilme kapasitemizi arttırabilir.

Bu hesaplaşma çok önemli; çünkü tekrarlaya tekrarlaya "normal" olduğunu ezberlediğimiz modernlik en sıradan gündelik hayatımıza çok yönlü olarak yerleşti. Atasözlerine, "koca karılara," rahiplere, hocalara, dine tahammül edemeyen burjuvazi ya da onun bekçileri doğayı, yerel kültürleri, başka kültürleri, çocukları adeta "zapt etti," onlara "tecavüz etti." Baskının dozu değişse de sonuçları acımasız oldu; toplumun tepesine yeni "asiller" olarak burjuvalar, modern seçkinler; karşılarında da tornadan geçirilmesi gereken "aşağılık" insanlar ve onların gündelik hayatları yerleşti.

İşte Ali Bedir'in böyle bir Said Nursî'nin "toplum içinde muhalif" ya da bir "alt-siyaset" olarak nitelendirilebilecek muhalif tavrı ve Türkiye'de gündelik hayat arasında kurduğu ilişki, bize "devlet-toplum ilişkileri," "siyaset," "mücadele," "hareket," "ideoloji" gibi büyük kavramların ötesinde mikro düzeydeki yaratıcı potansiyeli gösteriyor. Başka bir ifadeyle, Said Nursî ve öğretisi, "bir Müslüman için gündelik hayat" üzerine kafa yorup, yollar önerirken, dinin "özel alana" hapsedilemeyeceğinin, unutulmayacağının; tam tersine o özel alandan çıkarak kamusal alanı yeniden şekillendirebileceğinin teorik ve pratik kanıtını sunuyor.

Ali Bedir'in önümüze koyduğu Said Nursî okuması, "sonsuz şimdi"ye hapsolmuş modern insan için, İslâm'ın içinden "sorgulama" imkânlarını, gündelik hayatın sonsuz direniş ve alternatif üretebilme potansiyelini sunuyor. Bu sorgulama imkânlarıyla her insanın ve gündelik hayatın her veçhesinin altında güç ilişkilerinin örtmüş olduğu daha zengin manalar bulunabilecektir. Bu sayede "olağan" ve sıradan görülen her kişi, olay ya da eylemin altında "olağanüstü" bir hikâye bulunabilecektir.

...

BİR ZAMANLARIN DİNDARLARI, YENİ ZAMANLARIN GÜÇLÜ SINIF AKTÖRÜ OLDULAR

Said Nursî din ve gündelik hayatta direniş etrafında yapılan okuma sayesinde hak ve hakikatin inhisar altına alınamadığını görüyoruz ama günümüzde bu okumaya yeni boyutlar katmak gerekli görünüyor. Başka bir deyişle, evet Said Nursî gündelik hayatta çok güçlü bir direnişin teorisini yaptı ve pratiğini gösterdi, örnek oldu; onu izleyenler gündelik hayat taktikleriyle egemen yapıların/stratejinin içinde varlıklarını sürdürdüler; stratejiyi çarpıttılar, bozdular; ancak bugün bu gelenekten gelen insanların bir kısmı ve Nursî geleneğiyle doğrudan ilgileri olmasa da çok geniş dindar kesimlerin gündelik hayat taktikleriyle inşa ettikleri stratejiyi yeniden okumak gerekiyor. En basitinden, Kemalist otoriter modernleşme stratejisine direnen gündelik hayattan çıkan alternatif modernleşme yeni ve farklı renkler içerse de, nihai olarak Nursî sonrasında İslâmcı akımların çoğu, dindarların çoğu modernizm ve kapitalist güç ilişkileriyle neredeyse tam bir örtüşme ve özdeşleşme yaşadılar. Başka bir deyişle, güçlülere karşı gündelik hayatın taktikleriyle savaşan zayıflar, kendilerini kuşatan zincirleri kırarken yeni zamanların yeni güçlü aktörleri oldular. Bir zamanların dindarları, yeni zamanların güçlü sınıf aktörü oldular.

Bu durum bize gündelik hayatın direnişinin hiçbir zaman yekpare olamadığını, çünkü meselenin "yorum" olduğunu, daha sonra "yorumun tekrar yorumu" olduğunu, yorum yapanların sadece dindar değil, farklı sınıflara ait somut insanlar olduğunu ve Said Nursî'nin bütün "bütünlüğü"nü, "örtüklüğü"nü ve "büyüsü"nü korumaya çalışan otantik öğrencilerinin varlığına rağmen, zaman içinde taktiksel farklılaşmalar sonucunda ortaya çıkan modernitenin "kapitalizm"den başka bir şey olmadığını da görebiliyoruz.

Kuşkusuz bu durum gündelik hayat açısından baktığımızda çok normal bir sonuç. Said Nursî kendi dönemini—kendi zamanında—okudu, yorumladı. Başkaları da Nursî'yi bulundukları yerden ve kendi zamanlarından/bugünden okuyorlar. Herkes kendi anladığını "tüketiyor" ve farklı bir "ikinci üretime" tabii tutuyor. Ve gene kuşkusuz, "İslâmî şuurun, merkezî iktidardan ziyade ferdî çaba ve gayretin neticesinde iman dairesinde gerçekleştirilecek bir inkişaf ile mümkün olduğunu" iddia eden Nursî bize gündelik hayatta "küçük ve sürekli devrimleri" hatırlatmaya devam ediyor.

Osmanlı-Türk modernleşme sürecinde hiçbir akımın asla vazgeçmediği "medeniyet"i alıp, "kültür"ü koruma varsayımları ile kalkınmacı dil ve retoriklere, teknolojiye, bilimciliğe teslim olundu ve aslında söz konusu modernist medeniyetin kültürüne de teslim olundu. Bugünkü hafıza, kimlik ve sınıf travmalarımızın en büyük sebeplerinden biri bu teslim oluş oldu. Ancak kalkınma adına, bol rakamlı, bütçeli, sermayeli dillerin ürettiği acımasız politikaların üretim ve tüketim döngüsüne hapsettiği modern birey için panzehiri de gene gündelik hayatta bulabiliriz."

Kaynak: Bültenler

Son Dakika Güncel 'Makbul Vatandaş Profiline Uymayanlar 100 Yıldır Baskı Görüyor' - Son Dakika

Sizin düşünceleriniz neler ?


Advertisement