10. Yılında İş Kanunu Semineri
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Sayın: "Çözüme kavuşturulamayan konuların başında alt işveren konusu geliyor. Alt işverenlik ilişkisinin işçilerin haklarını elde ed...
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ali Kemal Sayın, çözüme kavuşturulamayan konuların başında alt işveren konusunun geldiğini belirterek, "Alt işverenlik ilişkisinin işçilerin haklarını elde edecek şekilde ve AB direktiflerine göre düzenlenmesi gerekmektedir. Kıdem tazminatının da tüm işçilerin erişebileceği bir düzenlemeye kavuşturulması gerektiğini düşünüyoruz" dedi.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu'nun (TİSK) düzenlediği "10. Yılında İş Kanunu Semineri"nin açılışında konuşan Sayın, bakanlık olarak toplantıyı çok önemli bulduklarını dile getirerek, sosyal bir probleme bir tepki olarak doğan iş hukukunun, zayıf konumdaki çalışanın korunması temeline dayandığını vurgulayarak, bu nedenle piyasanın mantığını ve ilkelerini inkar etmemekle birlikte onun bir aracı da olmadığını kaydetti.
Ancak iş hukukunun temsil ettiği sosyal değerleri, rekabet ve üretkenlik gibi serbest piyasanın ekonomik talepleriyle uyumlaştırma zorunluluğunun ortaya çıktığına dikkati çeken Sayın, bu nedenle işçi ve işverenlerin çıkarları arasında denge kurmada başarı sağlamış olan iş hukukunun, "çalışanları korumaya odaklı" geleneksel işlevinin yanında, piyasaya ve rekabete yeni bir değer kazandırmasının da dikkate alındığını söyledi.
Sayın, piyasa koşulları ile iş hukukunun sosyal hedefleri arasına "istihdam yaratma" genel hedefinin, geleneksel modelin katılığının azalarak kuralların esnekleşmesi sonucunu doğurduğuna vurgu yaparak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"İstihdam ve yeni iş yaratma unsuru, iş hukukunun hedeflerini ve koruma araçlarını yeniden düzenlemek zorunda bırakmıştır. Bu yeni anlayışa göre iş sözleşmesi, işçinin belirsiz süreli olarak, belli bir işletmede, aynı işverene bağlı olarak çalışması değil, değişik iş sözleşmeleri ve istihdam ilişkisi biçimlerine uygun olarak yapılmalıdır. Ancak bu anlayış iş hukukunu, çıkış noktası olan 'kötü bir işin hiç olmamasından daha iyi olduğu' vahşi kapitalizm dönemine getirmemelidir."
"İş hukukunun koruyucu işlevi ciddi bir dönüşüm geçirdi"
Sayın, iş hukukunun koruyucu işlevinin ciddi bir dönüşüm geçirdiğine dikkati çekerek, "İş hukukunun ortaya çıkmasını, gelişmesini ve varlığını haklı kılan, işçinin 'bağımlılığı' ve işveren karşısındaki 'akdi' zayıflığıdır. İş hukuku bütün işçileri koruduğunda bir anlamı vardır. Bu nedenle, işgücü piyasasına duyarlı olmaya zorlanan iş hukuku, piyasanın gerçek durumuna da duyarlı olmak zorundadır. Yani işçinin korunması ile istihdamın korunması arasında bir denge kurmak zorundadır" diye konuştu.
Bu değişimi hızlandıran diğer bir olgunun, üretimin bir dizi aşamasının, başka işletmelere ya da bağımsız müteahhitlere aktarılması yönündeki genel trend olduğunu belirten Sayın, alt işverenle birlikte yönetimin ödev, risk ve yükümlülüklerinin devredildiğini, sonuçta işletmenin sahibinin kişiliği ve işverenin kimliğinin yok olduğunu anlattı.
Sayın, bütün bu faktörlerin, endüstri ilişkilerinde köklü dönüşümü gerekli kıldığını vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"İş hukukunun yeni istihdam biçimlerini ve işgücü piyasasının günümüzdeki gerçek durumunu görmezden gelemeyeceği de genel kabul görmektedir. Çözüm, endüstriyel ilişkiler sisteminin bütün aktörlerini tanımlayarak, bizzat iş hukukunun temelini oluşturan değer, ilke ve temel hakları koruyarak bu amaca ulaşmanın bir yolunu bulmaktadır. Ancak işgücü piyasasının iyileşmesi iş hukukundan çok, iktisatla ya da mali politikalar alanıyla ilgili olduğundan, hukukun buradaki rolü sınırlı olacaktır. Bu nedenle, ekonominin iş yaratma yeteneğinin işgücü piyasasının aksine genel piyasada olduğu gerçeği görmezden gelinmemelidir."
"İş hukukunun piyasaya ve işletmeye daha duyarlı olması gerekir"
Bugüne kadar çözüme kavuşturulamayan konuların başında alt işveren konusunun geldiğini dile getiren Sayın, "Tanım ve kapsamındaki belirsizlikler nedeniyle muvazaa üreten alt işverenlik ilişkisinin işçilerin haklarını elde edecek şekilde ve AB direktiflerine göre düzenlenmesi gerekmektedir. Kıdem tazminatının da tüm işçilerin erişebileceği bir düzenlemeye kavuşturulması gerektiğini düşünüyoruz" diye konuştu.
Sayın, iş hukuku reformlarının kendi başlarına istihdam yaratılmasını beklememekle birlikte, istihdamın yaratılmasının ve sürdürülmesinin önünde bir engel de oluşturmaması gerektiğine işaret ederek, "O nedenle iş hukukunun, hem çalışmayı ve hem de işçiyi koruma şeklindeki özgün işlevini terk etmeden, piyasaya ve işletmeye daha duyarlı olması gerekmektedir. Dolayısıyla bir yandan çalışma koşullarını korumak, diğer yandan da firmaların rekabet gücünü koruyan düzenleme çerçevesi sunmak zorundadır" şeklinde konuştu.
Kendini yeni zamanlara uyarlamaya çalışmak için çaba gösteren iş hukukunun, sadece işçiyi korumak şeklindeki geleneksel rolle yetinmeyip, istihdam ve iş yaratılma ile de ilgilenmesi gerektiğini belirten Sayın, iş hukukunun kuralları ve düzenlemelerinin, korumanın mantığı kadar piyasanın mantığını da içermesi gerektiğini söyledi.
Sayın, 1971'de yürürlüğe giren ve yaklaşık 32 yıl süreyle uygulanan 1475 sayılı İş Kanunu'nun, zaman zaman yapılan değişikliklere rağmen çağdaş gelişmeleri yeterince yansıtamadığı gibi, içerdiği bazı hükümler bakımından da uygulamada önemini tümüyle yitirdiğini dile getirdi.
Avrupa Birliği ve Uluslararası Çalışma Örgütü normlarına uyum sağlama zorunluluğu ve ülkenin gelişen ihtiyaçlarına cevap verebilmesi amacıyla mevcut İş Kanununda bazı değişiklikler yapılması yerine yeni bir iş yasasının hazırlanmasını zorunlu kıldığını belirten Sayın, AB ve ILO normlarına büyük ölçüde uyum sağlayan ve 2003'te yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanununun, birçok yenilikler getirdiğini ifade etti.
Sayın, çalışma hayatının problem alanlarına çözüm getirmesi amacıyla çıkarılan İş Kanununun yaklaşık 10 yıl aradan sonra ekonomik ve sosyal alanda olduğu gibi çalışma hayatında da ortaya çıkan değişimler, işgücü piyasasının geçirdiği dönüşüm ve çalışma ilişkilerinde ortaya çıkan yeni dinamikler neticesinde bazı konularda yenilenme ihtiyacı gerektirdiğini kaydetti.
"Orta gelir tuzağı bizi korkutuyor"
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgobilik ise Türkiye ve dünyada büyük gelişmeler olduğunu belirterek, Türkiye'nin 126 ülkeye sanayi malı satan bir ülke haline geldiğini söyledi.
2015 yılında dünyanın 20 büyük ülkesinin G-20 Toplantısı için İstanbul'da bir araya geleceğini anımsatan Kudatgobilik, Türkiye'nin o tarihe kadar 3 seçimi olduğunu hatırlattı.
Seçimlerin bütün olayların önüne geçeceğini aktaran Kudatgobilik, ancak Türkiye 2023'te 500 milyar dolarlık büyük bir sanayi ülkesi olacaksa söyledikleri hususların içinin doldurulması gerektiğini dile getirdi.
Orta gelir tuzağının kendilerini korkuttuğunu vurgulayan Kudatgobilik, bu tuzaktan zıplayarak, büyük bir kararla çıkılabileceğini ifade etti. - İstanbul