Allah'a Verdiğimiz Söz

Son Güncelleme:

Henüz Vücudumuz Yaratılmadan, Ruhlarımız Yaratılmıştı. Yüce Allah Ruhlara Hitap Ederek, "Ben Sizin Rabbiniz Değil Miyim?" Diye Sormuş, Bizler de "Evet, Sen Bizim Rabbimizsin" Diyerek Teslimiyetimizi İlan Etmiştik.

Henüz vücudumuz yaratılmadan, ruhlarımız yaratılmıştı. Yüce Allah ruhlara hitap ederek, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sormuş, bizler de "Evet, sen bizim Rabbimizsin" diyerek teslimiyetimizi ilan etmiştik. Acaba "hayır" deme şansımız var mıydı? Bilmiyoruz ama Yüce Allah’ın sorgusuna muhatap olan bir ruhun hayır deme kudretinin olabileceğini sanmıyorum. Fıtrat bozulmadan, kulluk inkár edilemezdi, edilmedi de. Peki sonra ne oldu?


Dünyaya geldik. Ruhlarımız bedenlerimizle buluştu. İyiyi veya kötüyü tercih edebilme yeteneği ve özgürlüğü tanındı. Ama diğer yandan da bu özgürlüğü Allah’ı bilip O’na yönelme şeklinde kullanmamız öğretildi. Peygamberler geldi, konuştular, uyardılar, ölçüyü koydular, sonra gittiler. Bizler fırsattan istifade, önce kutsal kitapları yanlış yorumladık; sonra bununla da yetinmeyip temelden tahrif ettik. Allah’ın buyurmadıklarını O’na mal ettik. Rabbani söylemi diyalektiğimize kurban ettik. İnsanı ilahlaştırdık ve maalesef Rabbi "kul" kategorisine indirdik.


Halbuki olması gereken en azından şu olmalıydı: Vahiy geldiği gibi kalmalı, bizler de iman ve ibadetlerine sadık birer mümin veya iman ve ibadetlerini askıya alan birer insan olarak kalmalıydık.


Vahye dokunmamalıydık ama dokunduk! Burada da kalmadık, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya gibi tevhid önderlerini öldürdük. Suçları neydi? Hoşumuza gitmeyen şeyler söylüyorlardı.


"Peygamber öldürmek!"


Evet, aynen böyle. Bunu da yaptık!


Bizi rahatsız ediyorlardı ve öyle yapmamalıydılar. Nitekim bertaraf edildiler.


Kimisini de çarmıha gerdik, ama beceremedik. Aslında çarmıha gerilen bizdik, çarmıhtaki aramızdan alınıp götürüldü!


Onlar devreden çıktıktan sonra biz bize kaldık. Sandık ki, Allah da bu "oldubitti"ye alışacak veya olduğu gibi kabul edecek! Tabii ki binlerce kez háşá!


Hesabımız böyleydi ama sonra ne oldu?


Bu sefer Yüce Allah peygamberine dokunabilme, kitabını değiştirebilme gücümüzü kaldırıp son vahyini indirdi. Bu, insanlığın son şansıydı ve öyle kalacaktı. Aslında biz yine kadim yaramazlığımızı devam ettirmek istedik. "Kitabı değiştiremedik, bari yorumlarını değiştirelim" dedik. Bir pehlivan kurnazlığı ile hamlede bulunduk ama son peygamberin bağlayıcı sahih hadisleri bizi kıskıvrak yakaladı.


Bu yazımızda anlattığımız, "ruhlar álemi"nde verdiği söze sadık kalmayan insanoğlunun hikáyesidir.


Bizlerin yanlış yapma şansı ve lüksü yoktur. Çünkü biz, Kur’án-ı Kerim’in açık ikazıyla "insan için çıkarılmış olanların en hayırlısı"yız. Olmamız gereken bu. Peki öyle miyiz? Bu ikaza uygun bir hayat içinde miyiz?


Bir cep telefonunu alabilmek uğruna gencecik bir insanı tren raylarına savurabiliyorsak; sevmediğimiz birini öldürüp etini yiyecek kadar vahşileşiyorsak; annemizin parmaklarını kolundaki bilezikler uğruna kırabiliyorsak; insanları özel hayatlarıyla rencide etmek için bir köstebek marifetiyle kazılar yapabiliyorsak... O zaman "en hayırlı olmak"tan haylice uzakta olduğumuzu söyleyebiliriz.


Şimdi bahaneler ortaya sürme, mazeretler bildirme mümkün ama ne derece doğru? Başkalarını ileri sürmek durumu değiştirir mi? Komşumuzun günahı bizim sevabımızı artırmaz. Başkasının günahı bizim günahımızı azaltmaz. O halde kendi kendimizeyiz, sadece kendimizden sorumluyuz!


* * *


Peygamber Efendimize sordular:


"İslam nedir?"


Efendimiz buyurdu:


"Güzel söz, yemek yedirmek (fakirleri doyurmak) ve selamı (barış ve esenliği) yaymaktır."


"Hangi Müslüman daha faziletlidir?" diye sordular.


"İnsanların elinden ve dilinden zarar görmediği kişi" dedi Peygamberimiz.


"Hangi namaz daha faziletlidir?" diye sordular.


Efendimiz;


"Kıyame (yani gece kılınan ve uzunca ayakta durulan, uzun ayetler okunan) namaz" buyurdular.


"Hangi sadaka daha faziletlidir?" diye sordular.


Efendimiz;


"Azlık ve yoklukta verilen sadaka" buyurdu


"Hangi iman daha makbuldür?" diye sordular.


"Güzel ahlakı kazandıran, sabreden ve hoşgören iman" dediler.


"Hangi hicret daha faziletli?" diye sordular.


"Allah’ın sevmediklerinden uzaklaşmak" dedi.


Ne dersiniz?


Allah ile kulluğumuzu yenileyelim mi?


Biz insana, annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl kadar sürer. İnsana buyurduk ki: "Hem bana, hem de annene babana şükret! Unutma ki sonunda bana döneceksiniz. (Lokman/ 14)


Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki:


"Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir."

Kaynak: DHA