Roman yazarı Tarık Tufan, Zeytinburnu Belediyesi'nin düzenlediği "100 Yüze İmza ve Söyleşi" etkinliğinde okurlarıyla bir araya geldi.
Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi'nde öykü yazarı Aykut Ertuğrul'un moderatörlüğünde gerçekleşen etkinlikte, Tarık Tufan'ın "Şanzelize Düğün Salonu" adlı yeni romanının yanı sıra iyilik ve kötülük kavramları konuşuldu.
Etkinlikte konuşan Aykut Ertuğrul, yazara, " Romanı okurken, kitabın yarısında hikayeyi Mantıku't-Tayr'da yer alan Şeyh-i San'an hikayesinin bir yorumu gibi hissettim. Hatta en son finali bile tersinden benziyor. Kitabı bir Şeyh-i San'an hikayesi yorumu olarak kabul edebilir miyiz?" sorusunu yöneltti.
Kitabının Şeyh-i San'an hikayesi yorumu olarak görülmesinden gurur duyacağını belirten Tarık Tufan, "Feridüddin Attar'ın Mantık'ut-Tayr'da anlattığı en önemli hikayelerden biridir Şeyh-i San'an, okumayanların okumasını isterim" dedi.
Hikayede, Mekke'de mukim bir şeyhin rüyasında Rum şehrinde genç bir kızı görerek aşık olmasıyla, rüyanın peşine düşmesinin anlatıldığına dikkati çeken Tufan, şöyle devam etti:
"Şeyh İstanbul'a gelir ve gerçekten pencereden sarkmış genç bir Rum kızını görür ve aşık olur. Şeyh-i San'an olağanüstü bir anlatıdır. Sadece hakikati bağlamında değil, üslubu, dili açısından da çok önemli bir metindir. Kız, babasının kendisini şeyhe vermesi için, babasının onu şarap içerken, domuz güderken ve beline papazların bağladığı zünnardan bağlamış olarak görmesi gerektiğini söyler. Şeyh aşk için birçok şeyi gözden çıkarır ve yanındaki dervişler de onu terk eder."
Tufan, hikayede kendisini en çok etkileyen karakterin ise "Mustafa" olduğunu söyleyerek, "Derviş Mustafa dergaha gelir ve 'Şeyh nerede?' diye sorar. Dervişler de 'Şeyh kafir oldu, Rum kızına aşık oldu, şarap içti, domuz güttü, zünnar bağladı, şimdi İstanbul'da' derler. Mustafa der ki, 'Şeyh oradaysa, siz niye buradasınız?' der ve şeyhin peşinden gider. O Mustafa'nın bağlılığı, bence asıl hikayenin başladığı yerdir. Şeyhin haline bizim aklımız ermez, fakat Mustafa'nın bağlılığı, bunu duyup da oraya gitmesi. Benim kitabımdaki 'Baki Semih' karakterini yazarken, olay ve akış olarak olmasa da, atmosfer olarak Mustafa'dan etkilendiğimi söyleyebilirim" açıklamasında bulundu.
Konuşmasında eserlerinde iyilik ve kötülük kavramlarını konu ettiğine işaret eden Tufan, "Benim gerçekten dert ettiğim, son yıllarda özellikle bir takım toplumsal düzeyde olaylar sonrası gözlemlediğim bir şey ve o da iyilik ve kötülük sanki insan emeğinin bir sonucu değil de bir takım sosyal gruplara ait olmakla kazanılmış bir şey gibi algılanıyor artık" diye konuştu.
Tufan: "Bir an olsun kendinden şüphe etmeyenlerin ülkesi oldu burası"
İnsanların sosyal medyada "Biz güzeliz, onlar çirkin", "Biz iyiyiz, onlar kötü", "Biz doğruyuz, onlar yanlış" şeklinde cümleler kurduğunu söyleyen Tufan, şu şekilde konuştu:
"İyinin güzelin ne olduğu meselesi insanın kadim, felsefi dertlerinden bir tanesidir. Bütün felsefi çaba, gelenekte de bu böyledir, insan en nihayetinde iyi, doğru ve güzel nediri arar. Bu pek çok meselenin başladığı temel soru ve arayıştır. Siz iyinin, doğrunun ve güzelin sadece ideolojik olarak ya da dahil olduğunuz sosyal gruplardan dolayı, neredeyse satın alınmış nitelikler olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz demek istiyorum."
Tufan, iyiliğin insanın emeğiyle ulaşabileceği bir süreç olduğunu kaydederek, " İyilik, kazanılmış, daima elimizde tutabileceğimiz bir şey değil. Ancak yolunda olabileceğimiz bir şey. Bu konuya dair bütünlüklü bir fikir geliştirebilirsek ve bunun bir hal olarak arkasında durabilir, yolunda olabilirsek bir kıymet ifade eder. Modern insan özellikle son dönem Türkiyesi, iyinin, doğrunun ve güzelin, yalnız kendi dahil oldukları sosyal gruplara ait ve onların mülkünde bir şeymiş gibi davranıyor" ifadelerini kullandı.
İyiyi, doğruyu ve güzeli bir takım grupların kendi mülkiyetinde görmesinin fikri, edebi, estetik tartışmaların önünü kapatacağını dile getiren Tufan, şunları aktardı:
"İyiyi, doğruyu ve güzeli mülkiyetimizde görürsek, son derece büyük bir ahlaki zafiyet içine girmiş oluruz. Bir an olsun kendinden şüphe etmeyenlerin ülkesi oldu burası. İnsanlarda bunu gördüğümde kendi kendime şunu diyorum, herkes bu kadar haklı olamaz. Üstelik kendinden bu kadar emin olmak imanlı insanın işi değildir, çünkü iman şüpheyle büyüyen bir şeydir. Kendinden bir kez olsun şüphe etmemiş bir insanın imanı da olmaz."
Tufan, "İnsan an be an kendine 'neredeyim acaba' sorusunu sormalı" diyerek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Kendinden bu kadar emin insanların arasında yaşamak beni korkutuyor. 'Biz falanca grubun üyesiyiz' diye bir iyilik mülkiyeti hakkı yok kimsenin. Bu hayatta hiçbir karşılığı olmayan bir mülkiyet iddiası. Sosyal medyadaki bir duyarlı cümleyi 'like etmekle', hayatta o duyarlılığın yaygınlaşmasına katkı sağlamıyorsun. Ölçü şudur: Yetimi sevmek, yetimi gözetmek. Yetimle ilgili bir fotoğraf gördüğünde 'like etmek' değil, yetimi gördüğünde başını okşamaktır. Bu ülkede bizim bunu tartışmamız gerekiyor. Yetimin ajitatif bir fotoğrafını çekmek yerine, başını okşamalıyız. Zor durumda olan bir insanı gördüğümüzde onun başını okşamak, omzunu tutmak yerine onun fotoğrafını çekiyorsak, iyilikten bahsedemeyiz artık. Bu bir gösteridir. Bu ülkede fikir sahibi olmak artık anlamlı bir şey değil ne yazık ki. Soru şu; 'Bu gösteriye dahil misin, değil misin?'. Bunun cevabını bulmalıyız."
Son Dakika › Kültür Sanat › Bu Gösteriye Dahil Misin, Değil Misin?' - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?