Dünya Sağlık Örgütü'ne göre "fiziksel güç ya da kuvvetin, amaçlı bir şekilde kendine, başkasına, bir gruba ya da topluluğa karşı fiziksel zarara ya da fiziksel zararla sonuçlanma ihtimalini arttırmasına, psikolojik zarara, ölüme, gelişim sorunlarına ya da yoksulluğa neden olacak şekilde tehdit edici biçimde ya da gerçekten kullanılması" şeklinde tanımlanan şiddet günümüzde maalesef en çok erkek tarafından kadına uygulanan şekliyle karşımıza çıkıyor. Kadına fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar veren ya da verebilecek, cinsiyete dayalı her türlü şiddet hareketini bu başlık çerçevesinde düşünülebiliriz.
Tehdit veya aşağılamalar şeklindeki sözel şiddet, ihmal, duygusal şiddet, ve fiziksel şiddetin de bir üst boyutu olan ensest, tecavüz ya da fahişeliğe zorlanma gibi cinsel şiddet yolları kadına uygulanan şiddetin çeşitli boyutlarını oluşturmakta, bu şiddet türlerinin de çoğunlukla bir arada uygulandığı görülmektedir. Buradaki temel mekanizma fiziksel olarak güçlü olan erkeğin kontrol etmek, cezalandırmak, korkutmak, güç gösterisinde bulunmak, kendi isteklerine boyun eğdirtmek ve baskı kurmak amaçlarıyla kadına yönelik şiddete başvurması şeklinde açıklanabilir. Kısıtlı sayıda olan araştırmalar çok sayıda kadının Türkiye'de şiddete maruz kaldığını, daha da acısı bu kadınların bir kısmının ara sıra şiddete maruz kalmayı haklı bulacak davranışlarda (ör: eşlerinin sözlerini dinlememe, çocukların bakımını aksatma vb.) bulunduklarını düşünmeleridir. Oranlara bakılacak olursa kadınların en çok eşlerinden/partnerlerinden, daha sonra da aile içerisindeki yakınları tarafından şiddete maruz kaldıkları görülmektedir.
Risk Faktörleri
Giderek kanayan bir yara haline gelen bu durumun ortaya çıkmasında elbette ki birçok risk faktöründen söz etmek mümkündür. Bu bağlamda, yapılan birçok araştırma erkeğin kendi ailesinde de şiddet içeren bir ortama maruz kalarak büyümüş olmasının önemini göstermektedir. Birçok durumda stresle baş etme ve sorun çözme yöntemi olarak şiddet, model alınarak öğrenilmekte ve erkek çocuk büyüme sürecinde şiddet uygulayan babayla özdeşleşmektedir.
Ancak elbette ki şiddet uygulayan birçok erkeğin geçmişlerinde aile içi şiddet öyküsünün olmaması tek etkenin ebeveynler arasındaki şiddete tanık olmak olmadığını göstermektedir. Özellikle sorun çözme becerileri zayıf olan, daha sinirli ve saldırgan yapıya sahip, alkolü/maddeyi kötüye kullanan erkeklerin şiddet göstermeye daha meyilli olduğu görülmektedir.
Sosyoekonomik açıdan ele alacak olursak erkeğin eğitim seviyesinin azlığı ve işsiz olması ya da iş yaşamındaki istikrarsızlığı ile kadının şiddete maruz kalması arasında da bir ilişki bulunmaktadır. Kadının eğitim seviyesi ile maddi kazancının erkeğinkinden yüksek olduğu durumlarda da erkeğin kadın partnerine şiddet uygulama ihtimalinin arttığı görülmektedir. Bu sonuç, kadının kendinden daha güçlü olmasını kabullenemeyen erkeğin şiddete başvurarak kadın üzerindeki güce sahip olmaya çalıştığını ifade ediyor olabilir. Bu bağlamda, şiddetin sadece düşük sosyoekonomik gelir düzeyindeki ailelerde/çiftlerde yaşandığı kanısı da bir anlamda çürütülmekte, eğitim ve gelir düzeyi yüksek birçok kadının da aslında şiddete maruz kaldığı görülmektedir. Ancak yüksek sosyoekonomik gelir düzeyine sahip kadınlar sosyal, hukuki, psikolojik yardım kaynaklarına daha kolay eriştiklerinden şiddet içeren ilişkiyle daha iyi başa çıkabilmekte ve istediklerinde bu tür bir ilişkiden daha kolayca kurtulabilmektedirler.
Kadınlara uygulanan şiddet açısından karşımıza çıkan bir diğer risk faktörü yaştır. Genç yaştaki kadınların daha fazla risk altında olduğu, yaşla beraber şiddet riskinin azaldığını gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Ancak elbette ki yaşla birlikte risk tamamen ortadan kalkmamakta, öyle ki fiziksel şiddet yerini daha çok duygusal-psikolojik şiddete bırakmaktadır.
Sosyal destek açısından bakacak olursak, elbette ki aile, arkadaş ve yakın çevre desteği hem şiddete maruz kalan hem de şiddeti uygulayan kişi açısından koruyucu bir ortam oluşturmaktadır. Ancak şiddeti uygulayan kişinin kadına yönelik bu tarz davranışları benimseyen bir sosyal çevreye mensup olması elbette ki bir risk faktörüdür. Özellikle, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin yaygın olduğu, erkeğin kadından üstün görüldüğü, kadın ve erkek rollerinin katı çizgilerle birbirinden ayrıldığı toplumlar koruyucu olmaktan ziyade şiddeti cesaretlendirici bir ortam hazırlar. Bu bağlamda erkeğin kadından üstün bir varlık olarak görülmesinin ve erkeğin eşini dövüyor olmasının geleneksel normlar tarafından normalize edilmesinin ve bu normların kadınlar tarafından da benimsenmesinin şiddeti teşvik eden önemli risk faktörleri olduğu açıktır. Özetle, kadına yönelik şiddeti ortaya çıkaran etkenlerin yalnızca aile kaynaklı olmadığını, erkek kadın ayrımcılığını meşru kılan toplumsal, ekonomik, politik, hukuksal ve eğitimsel yapıların da etkili olduğunu söylemek mümkündür.
Birçok çalışma erkeklerin çocukluk yıllarından itibaren cinsiyetler arası rollere göre değişiklik gösteren sosyalleşme süreçlerinde, kadınlara karşı erkekliklerini kanıtlamalarına yönelik bazı rolleri içselleştirdiklerini ve bu amaca yönelik davrandıklarını belirtmektedir. Türkiye'de şiddeti meşrulaştıran bir diğer toplumsal kavram ise ne yazık ki namus kavramıdır. Toplumun kabul gördüğü ahlaki kurallar ve acımasız törelere dayandırılarak uygulanan şiddet sonucu birçok kadın ne yazık ki namus cinayetine kurban gitmektedir.
Şiddete Maruz Kalan Kadın Ne Yaşar?
Şiddetin kadın üzerindeki elbette ki en vahim ve en geri döndürülemeyecek sonucu maalesef ölümdür. Son yıllarda yaşanan kadın cinayetleri de bize bu tablonun ne kadar vahim olduğunu göstermektedir. Ölümle sonuçlanmasa da birçok kadının çeşitli fiziksel hasarlar görmesi, kronik rahatsızlıklar, fiziksel sağlık sorunları geliştirmesi sıklıkla karşılaşılan durumlardır. Örneğin fiziksel şiddet kırıklara, beyin zedelenmelerine, yaralanmalara sebep olurken, şiddete maruz kalan kadınlar arasında yaşanan strese bağlı olarak yoğun baş ve sırt ağrıları ile mide ve bağırsak sorunları görülmektedir.
Psikolojik açıdan bakıldığında ise kadında oluşan hasarı anlatmaya kelimeler dahi yetersiz kalabilir. Şiddetin kadın üzerindeki psikolojik etkileri şiddetin tipi, süresi, ciddiyeti, şiddetin gerçekleştiği sıradaki yaşam döngüsü, kişinin sahip olduğu başa çıkma mekanizmaları ve sosyal desteğine göre değişiklik gösterir. Özellikle uzun süreli şiddet durumlarında güven duygusunda sarsılmalar, çaresizlik, umutsuzluk hisleri, kendini suçlama ve özsaygıda düşüş sıklıkla gözlemlenir. Klinik anlamda ise şiddete maruz kalan kadınların depresyon, anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu ve psikosomatik hastalıklar gibi birçok ruhsal problemle karşılaşma olasılıklarının şiddet öyküsü bulunmayan kadınlara oranla anlamlı derecede fazla olduğu ortaya konmaktadır. İntihar riski ve alkol/madde kötüye kullanımı da ağırlıklı yaşanan ruhsal sorunlar arasında sayılabilir. Daha da önemlisi bu sonuçların sadece fiziksel şiddete değil aynı zamanda psikolojik ve cinsel şiddete maruz kalma durumlarında da geçerli olmasıdır. Tüm bu bulgular, şiddetin psikolojik olarak neredeyse kalıcı hasarlar bıraktığını göstermektedir.
Kadına yönelik şiddeti önleyebilmek öncelikle onun toplumsal bir olgu olduğunu kabul etmeyi gerektirmektedir. Kadına karşı şiddet bir insan hakları ihlali ve bir suç, bu konuda bir şey yapmamak ise daha da büyük bir suçtur. Kadınların herkes gibi normal ve sağlıklı yaşam hakkına sahip olabilmesi için birey, toplum ve devlet olarak bu eylemi bir suç olarak görmeli, bu suça teşebbüs edenlerin cezalandırılması ve kadınların güvenlik içinde yaşamaları amacıyla her türlü desteğin verilmesi için çalışılmalıdır.
Son Dakika › Güncel › Artan Şiddet Olayları Korkutuyor - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?