İkinci Dünya Savaşı'nın yenilikçi ve kavramsal silahları denilince akla genel olarak batılı ülkeler gelir. Ancak deneysel askeri teknolojiler söz konusu olduğunda, Japonya'nın da batılı güçlerden pek eksiği bulunmuyordu.
Rusya'nın Japonya'ya 1905 yılında ağır bir şekilde kaybettiği savaşın ardından, Dünya devletleri tarafından Japonya büyük bir güç olarak görünmeye başlandı. Birinci Dünya Savaşı'nda İtilaf Devletleri tarafında yer alan Japonya, Versay'da yok sayılmasının ardından bulunduğu tarafı değiştirdi. 1930'lardan itibaren Nazi Almanyası'nın müttefiki olan imparatorluk, Pasifik'te saldırgan bir tutum göstermeye başladı. Bu durum, daha ilerleyen zamanlarda Birleşik Devletler ile anlaşmazlığa düşmesine sebep olarak, imparatorluğun çökmesine kadar gidecekti.
Hem endüstriyel olarak, hem de teknolojik olarak daha üstün bir düşman ile karşı karşıya olduğunun farkında olan Showa Japonya'sı, hızını arttırmaya karar verdi. Bu amaç için de Japon İmparatorluk Ordusu, özellikle intihar saldırılarına yönelik, gelişmiş geleneksel silahlar ile donatıldı. Öyle ki, bu silahların arasında biyolojik ve kimyasal savaş silahları da bulunmaktaydı. Japon askeri planlamacılarının Cenevre Protokolü'nü önemsemedikleri ve hatta yasaklanan silahları özellikle etkili buldukları da söylenmekte.
Japonya, İkinci Dünya Savaşı sırasında belki de yüzlerce kavramsal silah geliştirdi ve bunların bir kısmı, gerçekten savaş meydanlarında kullanıldı. Burada, bu silahlardan 11 tanesine göz atacağız...
Fu-Go Balon Bombaları
Japonya, bu devasa savaş araçlarından savaş sırasında üç tane üretti ve bu araçlar, geleneksel şekilde enerji üreten en büyük denizaltı rekorunu ellerinde tutmaktalar.
Japonya'nın Pasifik Okyanusu egemenliği planını desteklemek amacını taşıyan bu denizaltılar, Panama Kanalı'na saldırmak için üretilmişlerdi.
Denizaltılar, üç adet Aichi M6A1 uçağı veya 800 kg'a kadar bomba taşıyabiliyordu. Uçaklar, ön kulede yer alan mancınıklarla havalanmaktaydı ve yüzeye çıktıktan sonra 45 dakika içinde harekede geçebiliyorlardı.
Bu denizaltılarda Almanlar'dan ilham alınarak üretilen ve radar ile sonar sinyallerini emen kalın, lastik benzeri bir kaplama da bulunmaktaydı. Savaş, bu denizaltılar kullanılamadan sona erdi ve 1946'da I-400 A.B.D.'ye teslim edilerek Hawaii açıklarında batırıldı.
Unit 731 ve Biyolojik silah kullanımı
1937'den savaşın sonuna kadar, Japonlar pek çok biyolojik silah üzerinde araştırma yaptılar. Bu silahların arasında basil bombası ve veba yaymak için kullanılan pire bombaları da bulunmaktaydı. Japon İmparatorluk Ordusu'nun Unit 731 adlı bölümü, gizli bir şekilde biyolojik ve kimyasal savaş araştırma ve geliştirme bölümü olarak görev almaktaydı ve pek çok hastalığı, insan denekler üzerinde test etmekteydi. Japon askerleri, bu bombaları kullanarak özellikle Çin'de pek çok bölgeye saldırdılar.
California State University'de görev alan tarihçi Sheldon H. Harris'in söylediğine göre, deneyler sırasında 200.000'den fazla Çinli hayatını kaybetti. Ayrıca Harris'in çalışmasına göre, savaşın sonlarına doğru hastalıklı hayvanlar serbest bırakılarak, Harbin bölgesinde 1946 ile 1948 yılları arasında en az 30.000 kişinin hayatını kaybetmesine sebep oldu. Bazı Japon araştırmacılar bu sayılara karşı çıkmaktalar ancak kesin bir sonuca ulaşmak pek kolay değil.
Tarihçi Antony Beevor'un söylediğine göre, Japonlar bu silahları Pasifik'teki Amerikan askerlerine karşı kullanmayı ve hastalık taşıyan balon bombalarını ABD'ye göndermeyi planlıyorlardı. Hatta 1945 yazında, hastalık taşıyan pireleri San Diego üzerine bırakacak bir kamikaze planı da bulunmaktaydı.
Ayrıca, Unit 731'in komutanlarının, A.B.D. ordusu ile biyolojik savaş sırlarını paylaşma karşılığında dokunulmazlık hakkına kavuştuklarını da belirtmekte fayda var.
Bu özel dalgıç giysileri, Japon Özel Saldırı Birlikleri için, ana adaların düşman tarafından ele geçirilmesini engellemek adına tasarlanmışlardı. Bu giysiler, 5 metrelik bir bambu sopaya bağlı olan ve 15 kg patlayıcı taşıyan mayınlara sahiplerdi.
Dalgıçlar, 9 kg ağırlığında kurşun ile dibe batırılarak, suyun altında 6 saate kadar 5-7 metre derinliğinde yürüyeceklerdi. Dalgıçlar, bir düşman gemisinin gövdesine ulaştıklarında patlayıcıları patlatarak, kendilerinin de ölümü ile sonuçlanan bir saldırı düzenleyeceklerdi.
Bu giysilerin savaşta kullanılıp kullanılmadığı belli değil ancak, A.B.D. çıkartma araçlarının ve bir mesaha aracının intihar yüzücüleri tarafından saldıra uğradıklarını gösteren raporlar bulunmakta.
"Purple" Şifreleme Makinesi
İkinci Dünya Savaşı'nın en ünlü şifreleme aracı Almanya'nın Enigma Makinesi olabilir ancak tek şifreleme aracı o değildi. 1937 yılında, Japonlar "97-shiki O-bun In-ji-ki" veya "97 Alfabetik Daktilo" adlı bir ürünü geliştirdiler ve Japon takvimi yılı 2597 ile adlandırıldı. Ürün, kod adı olan "Purple" (Mor) ile daha yaygın bir şekilde tanınmakta.
Cihaz, iki daktilo ve 25 karakterli alfabetik denetim santraline sahip bir elektrikli rotor sisteminden oluşmaktaydı. İlham aldığı Enigma cihazında da olduğu gibi, şifrelenmemiş bir yazı, normal bir şekilde girilebilmekteydi. Ancak cihazın en önemli gelişimi, kullandığı ikinci elektrikli daktilo ile şifrelenmiş mesajı bir kağıt üzerine yazabilmesiydi. Bu yüzden de cihazı kullanmak için sadece bir kişi yeterliydi.
Japonların şifreyi her gün değiştirmesinden dolayı da, şifre çözücüler, mesajlarda belirli bir desen bulamamaktaydı. Alberto Perez'in belirttiği üzere, "kontrol santrali 6'lı çiftler olarak bağlanabilen 25 bağlantıya sahipti ve bu da 70.000.000.000.000 olası düzenleme yaratmaktaydı."
Savaş ilerledikçe, Japonların intihar saldırısı teknikleri de gelişmeye başladı. Öyle ki, sadece bu amaç için üretilen uçaklar da bulunmaktaydı. Yokosuka MXY-7, roket ile itilen bir hava aracıydı ve 1944 Eylül ayında ilk kez kendini gösterdi. Japonlar, bu uçağın üretimi için mümkün olduğu kadar az önemli malzeme kullanmaktaydı ve uçağın üretimi oldukça temeldi.
Savaş sırasında Ohka, bir Mitsubishi G4M'nin gövdesinin altında taşınarak hedefe yaklaşıyor ve bu noktada serbest bırakılıyordu. Düşüş sırasında pilot, mümkün olduğunda hedefe doğru süzülmeye çalışarak roketleri ateşliyor ve hedefe çarpıyordu.
Bu silah, yaklaşık 1.200 kg'lık bir savaş başlığına sahipti ve yüksek hızı sebebi ile, hava-karşıtı silahlar tarafından durdurulması neredeyse imkansızdı. Ancak süzülme evresinde oldukça savunmasız bir durumdaydı ve roketler bir kez ateşlendikten sonra yönlendirilmesi pek mümkün değildi. Her şeye rağmen, en azından bir adet A.B.D. destroyer gemisinin bu silah ile batırıldığına eminiz.
Mitsubishi J8M (Shushi) Önleme Uçağı
Eğer bu uçağın, Alman Messerschmitt Me 163 Komet'e benzediğini düşünüyorsanız, pek yanılıyor sayılmazsınız.
J8M1'in, gelişmiş Nazi hava aracının lisanslı üretilmiş bir kopyası olması gerekiyordu ancak Almanlar, çalışan bir uçağı Japonya'ya iletmeyi başaramadılar. Alman Komet'ini taşıyan denizaltı, Japonya yolunda batırıldı. Bunun yerine Japon mühendisler, uçuş kılavuzu ve sınırlı teknik planı kullanarak, ters-mühendislik yöntemi ile gelişmiş bir uçak üretmeyi başardılar.
Japonlar, müttefik kuvvetlerin Avrupa'daki bombalı saldırılarını gördükten sonra, benzer bir saldırının Japonya üzerinde gerçekleşmesinden korkarak, bir önleme uçağı üretmek isteğindeydi. Askeri plancılar, böyle bir saldırının an meselesi olduğunu düşünmekteydiler ve B-29 Superfortress'ler, çoğu Japon savaş uçağının ulaşabildiğinin daha üstünde bir noktada uçmaktaydı. Bu yüzden de Me 163, bu sorun için geçerli bir çözüm olarak gözükmekteydi.
İncelemek için çalışan bir modele sahip olmamalarına rağmen, Japon mühendislerin ürettiği bir prototip, savaş bitmeden test edildi. 7 Temmuz 1945 tarihinde J8M, ilk uçuşunu Kıdemli Yüzbaşı Toyohiko Inuzuka kontrolünde gerçekleştirdi. Ne yazık ki bu test, facia ile sonuçlandı. J8M1 motorları, dik tırmanış esnasında durarak, uçağın düşmesine ve pilotun ölmesine sebep oldu. Daha sonra 6 prototip daha üretildi ancak bunların hiç biri, savaşın bitiminden önce test edilmedi.
Japonlar, genel olarak tanklarıyla tanınmazlar ancak savaş sırasında, orta ağırlıklı 97 Chi-Ha da dahil olmak üzere oldukça başarılı tanklar üretmekteydiler. Ancak savaşın ilerlemesi ile beraber, Japonların hedefleri de büyüdü. Öyle ki, Pasifik bölgesinde kullanmak amaçlı süper ağır ve ultra ağır tankların üretimi düşünülmeye başlandı.
Bu araçlar, 100-120 ton ağırlındaki gövdelerinde 11 kişilik bir mürettebat bulunduracaklardı. Süper ağır tank, 3 taret, bir büyük top ve iki küçük top ile donatılmaktaydı. Söylenenlere göre, bu tanklardan biri Manchuria'ya gönderilmişti ancak savaş görüp görmediği belli değil.
Gelişmiş deneysel prototip ultra ağır O-I ise, dört tarete sahip olacaktı.
Ku-Go Ölüm Işını
Savaşta yer alan diğer ülkeler gibi, Japonlar da bir ölüm ışını geliştirmeye uğraşmaktaydılar. Bir hava aracını yüzlerce kilometre öteden düşürebilecek yoğunlaşmış enerji ışınları, Tesla'nın ilham verdiği, dönemin en büyük çalışmalarından biriydi. Savaş sonrasında A.B.D. ordusunun ele geçirebildiği belgelere göre Japonya, 1939 yılında Noborito'daki laboratuvarlarda çalışmalara başlamıştı.
Bilim adamları, bu ölüm ışınını gerçeğe dönüştürebilmek adına yüksek enerjili bir "magnetron (manyetron)" üretmişlerdi ve bir radyasyon ışını üretebilmekteydiler. Fizikçi Sinitiro Tomonaga'nın ekibi, 20 cm çapında 100 kW çıkış sağlayabilen bir magnetron ürettiler. Ancak bu cihaz, bilim kurgularda gördüğümüz ölüm ışınları gibi çalışmamaktaydı. Hesaplamalara göre, eğer bu cihaz düzgün odaklanır ise yaklaşık olarak 1 km mesafedeki tamamen hareketsiz duran bir tavşanı, beş dakikada öldürebilmekteydi...
Japon ordusunun savaş sırasında karşılaştığı en büyük problem, tanklar gibi ağır silahları, bir adadan diğerine aktarmaktı. Bu sorunun çözümü de uçan, daha doğrusu süzülen, tanklar üretmek olarak görülmekteydi.
Bu hafif tanklar, ayrılabilen kanatlar ve kuyruk takımına sahiplerdi. Ancak tankın paletleri bu inişten sağlam kurtulamayacağı için, araca ayrılabilir bir çift kızak da eklenmişti. Mitsubishi Ki-21 "Sally" ağır bombardıman uçağı gibi bir hava aracından ayrıldıktan sonra bu tanklar, hedeflerine süzülerek ilerleyecek ve inişten sonra zırhlı bir kara aracı görevlerine başlayacaktı.
Japonlar, Maeda Ku-6 ve Özel No. 3 Uçan Tank veya Ku-Ro da dahil olmak üzere bazı prototipler üretmeyi başardılar. Ancak bu prototipler, savaşa hiç dahil olamadı.
Z Superbombers Projesi
İmparatorluk Japonya'sı, Kuzey Amerika'ya ulaşabilecek bir kıtalar arası bombardıman uçağı arayışındaydı. Japonlar, savaş ilerledikçe Amerika'nın B-29 Superfortress'i gibi bir araca daha çok ihtiyaç duymaya başladılar. 1941 yılında Imperial Japanese Navy tarafından deneysel 13-Shi Attack Bomber tanıtıldı.
Bu araç, dört motorlu ve uzun menzilli bir ağır bombardıman uçağı idi. Ancak askeri planlamacılar, daha büyük, ağır ve hızlı bir silah arayışındaydılar. Öyle ki hedefleri, 10.000 metrede her biri yaklaşık 500 kg ağırlığındaki 22 adet bomba ile uçabilecek bir hava aracı idi.
Imperial Japanese Army'ye sunulan tasarımların arasında Nakajima G10N ve Kawasaki Ki-91 de bulunmaktaydı. Nakajima G10N, yaklaşık 75 metre kanat genişliği ve 45 metre uzunluğa sahipti ve sahip olduğu her biri 5000 hp olan altı motor ile 7.500 metre yüksekliğinde saatte 590 km gibi bir hıza ulaşabilmekteydi. Öyle ki, Nakajima Aircraft Company, bu uçak için motorları üretmeye bile başlamıştı ancak 1994 Temmuz ayında, kötü giden savaş şartları yüzünden Project Z'nin iptal edilmesine karar verildi.
Tarihçi Steve Horn, devasa Project Z bombardıman uçağının, savaş sonrası Convair Consolidated Peacemaker bombardıman uçağına boyut, ağırlık ve performans olarak, savaş zamanındaki Superfortress'e göre daha yakın olduğunu söylemekte...
Son Dakika › Teknoloji › Japon İşi 11 Gizli Silah! - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?