Ekonomist Prof. Dr. Atilla, 2025 Yılını Değerlendirdi: İmamoğlu Operasyonuyla 6 Ay Kaybettik - Son Dakika
Son Dakika Logo
Güncel

Ekonomist Prof. Dr. Atilla, 2025 Yılını Değerlendirdi: İmamoğlu Operasyonuyla 6 Ay Kaybettik

19.12.2025 11:27  Güncelleme: 12:37

Ekonomist Prof. Dr. İbrahim Atilla, ekonomide 2025 yılını değerlendirdi. Ülke ekonomisinin “sıkışmış bir düdüklü tencere” gibi olduğunu belirten Atilla, 2026’da da döviz ve altın piyasalarında belirsizliğin süreceğini vurgulayarak hükümetin politikalarını eleştirdi. Prof. Dr. Atilla, “İmamoğlu operasyonuyla 6 ay kaybettik” dedi.

Haber: Berfin BAYSAN - Kamera: Akın KÜÇÜKKURT

(İZMİR) - Ekonomist Prof. Dr. İbrahim Atilla, ekonomide 2025 yılını değerlendirdi. Ülke ekonomisinin "sıkışmış bir düdüklü tencere" gibi olduğunu belirten Atilla, 2026'da da döviz ve altın piyasalarında belirsizliğin süreceğini vurgulayarak hükümetin politikalarını eleştirdi. Prof. Dr. Atilla, "İmamoğlu operasyonuyla 6 ay kaybettik" dedi.

ANKA Haber Ajansı'na konuşan ekonomist Prof. Dr. İbrahim Atilla, ülke ekonomisinin 2025 yılını değerlendirdi. Yüksek enflasyon, faizler ve dış politikadaki gerilimlerin ekonomik istikrarı zedelediğini belirten Atilla, hükümetin uyguladığı politikaların "ekonomiyi sıkıştırdığı" ve vatandaşın refahını olumsuz etkilediğini söyledi.

Prof. Dr. İbrahim Atilla, 2025 yılına "kötü bir başlangıç" yapıldığını belirterek, yılın ilk aylarındaki siyasi operasyonların ekonomiyi 6 ay geriye ittiğini ifade ederek şunları dile getirdi:

"2025 yılına kötü başladık. 2025'e şöyle kötü başladık: İnsanların biraz umudu kırıktı, enflasyon yüksekti, faiz oranları yüksekti, dünyada bir gerilim vardı. Dünyada gerilim olduğu zaman otomatikman bizim ekonomik durumumuzu etkiliyor. İşte Ukrayna sorunu var yukarıda, aşağıda Filistin, Gazze'de bir çatışma ortamı var. Petrol fiyatları buna benzer bir şekilde sürekli artıyor. İnsanlar hem iyi yaşamak istiyor hem de buna yetişemiyor. Böyle bir dengesizliğin içerisindeyiz. Yıla böyle başladık. Yıla böyle başlarken tabii hükümetin de birtakım önlemleri vardı ekonomi politikası olarak. Biraz sıktılar, 2025'te sıkı bir yıl oldu.

Ancak 2025'in ilk aylarında, o mart ayında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'na olan operasyondan sonra ekonomide biraz bir sıkışıklık oldu. Şöyle bir şey oldu: Biz İmamoğlu operasyonuyla 6 ay kaybettik, temiz. Yani oradaki bizim beklentimiz belki şöyle olabilirdi. Mesela bu aylarda yaşayacak olduğumuz, hatta ben daha da belki fazla bile olabilir, bu aylarda yaşayacak olduğumuz yüzde 30–35 aralığındaki bir faiz oranı, yüzde 25–28 aralığındaki bir enflasyon oranını biz şu anda geciktirmiş olduk. Yani burada 5 puan temiz bir kaybettik. Bu 5 puan ülkeye hayat pahalılığı, enflasyon, yüksek faizler, satın alma gücünün düşmesi, insanların refahının azalması olarak yansıdı.

Bunu da şöyle söylemek lazım: Ekonomi olayları siyasetten bağımsız değil. Ekonomi tek başına ekonomi değil. Burada bizim içinde yaşadığımız ortam, gördüklerimiz, dünya ekonomisindeki dalgalanmalar, işte Fed'in faiz açıklaması bile bizim ekonomi için etkili olabiliyor. Türkiye'de tek sorun enflasyon değil. Enflasyonla birlikte ortaya çıkan bir işsizlik sorunu var. İşsizlikle mücadele için üretimin artması lazım. Üretim, ekonomide bir rahatlığı, bir dalgalanmanın az olduğu bir dönemi gerektiriyor."

"Asgari ücrette artış yok ama biz enflasyon olarak yüzde 20 enflasyon yaşadık 4 ayda"

Türkiye'nin şu anda bir eşikte olduğunu belirten Atilla, şu ifadeleri kullandı:

"Türkiye şu anda bir eşikte. Bu eşiği aşabilirsek, biz yüzde 50 orta ve yüksek teknolojili ürünler ihracatını başardığımız zaman bunun hem istihdama, hem üretime, hem de enflasyona etkisi olacak. Çünkü Türkiye yıllardır bir cari açık sorunu yaşıyor. Cari açık dediğimiz şey sonuçta ülkenin döviz ihtiyacı. Bu döviz ihtiyacını bir şekilde bizim kapatmamız gerekiyor. Bunun kapatmanın yolu üretim. Üretim yapacağız, ürettiğimizi satacağız, sattığımızın parasını tahsil edeceğiz. Ama bunu yaparken tabii üretim yetmiyor. Bir noktaya geliyoruz, üretim tıkanıyor. Borcumuz da var. Borçlar kısa vadeli. Kısa vadeli borçlar, uzun vadeli hevesler, planlar var. Kısa vadeli biz öyle bir döndürmeliyiz ki hem bundan beklediğimiz faydaları elde edelim, hem ekonomi gelişsin, hem tüketici ucuz kredilerle taleplerini karşılasın. Ekonomi böyle bir şey istiyor. Ancak biz bir yandan borç öderken, öbür taraftan cari açık dediğimiz zaman ekonomi belli bir noktada kilitlenme noktasına geliyor. Bu kilitlenmeyi biz aşabildiğimiz zaman 2025'ten daha iyi bir 2026 görürüz. Şu anda ekonomide ne yazık ki yüksek faizle yönetilen bir para politikası ve enflasyon var. Biz burada yüksek faiz politikasını sınırlı olarak değerlendirmek durumundayız. Yüksek faiz narkoz gibidir. Ameliyata aldığımız hastaya narkoz veririz, operasyonu yaparız sonra ayıltırız. Yüksek faiz belli bir süre gidebilir ama yüksek faizi şu anda çok tuttular.

"Enflasyonu yüzde 80'den yüzde 40'a, yüzde 40'tan yüzde 30'a düşürmek kolay"

Dolayısıyla maliyet çok yükselmiş. Tüketici kredileri de aynı şekilde. Tüketici kredisi deyince herkes iyi kötü ihtiyaç kredisi kullanıyordu. Yani kredi kartları bir yerde sıkışıyordu. Sıkışmaya hemen gidip çözüm olarak bir ihtiyaç kredisi alıp, onunla belli bir rahatlamayı sağlıyordu. Şu anda kartlar şişmiş vaziyette, kişiler ek hesapları şişmiş vaziyette. Yani ekonomi şu anda sıkıştırılmış bir vaziyette. Sıkıştırılmış vaziyette deyince temel örnek düdüklü tenceredir. Yani ekonomi şu anda ciddi anlamda sıkıştı. Bu sıkışıklığın yavaş yavaş o havasını almak gerekiyor. Havasını almanın yolu da insanların biraz daha tüketim alışkanlıklarının artması. Öbür taraftan ekonomik refah. Diğer taraftan maliyet unsuru olarak bu faizlerin düşmesi. Yani ekonomi kendini şöyle bir nefes alacak bir hale gelmesi gerekiyor ki yeni bir hamleye güç olsun. Şimdi biz gördüğümüz kadarıyla yüzde 30 seviyesinde bir enflasyonla yılı tamamlayacağız. Ancak 2026 yılı için de yüzde 19–20 seviyesinde konuşuyoruz şu anda hala da. Yani bu biraz şöyle şuna benziyor: Enflasyonu yüzde 70'ten, yüzde 80'den yüzde 40'a, yüzde 40'tan yüzde 30'a düşürmek kolay. Ama bundan sonrası artık daha fazla emek, çaba, daha fazla hukuk sistemi, fazla yapısal düzenlemeler denen uygulamaları da getirmek gerekiyor. Yani ülkenin biraz da ekonomi politikası bağlamında umut verici gelişmeleri görmesi gerekiyor. Bunları gördüğümüz zaman biz yeni dönemi daha hazırlıklı karşılayabiliriz.

Aksi halde 2024'te sıktık; işte 23–24 biraz seçim dönemiydi. Seçim dönemini bu şekilde atlattık. Orada biliyorsunuz EYT'liler dahil hepsi sisteme dahil oldu. Ekonomideki bu gelişmeler seçim dönemlerinde halkı biraz mutlu eder. Ancak işte o seçim dönemlerindeki rahatlık dönemi, seçimden sonraki dönemlerde bu enflasyon olarak, hayat pahalılığı olarak, refahın tersine işlemesi olarak bizim karşımıza çıkıyor ve bunu çözemiyoruz.

Yani çözemediğimiz bu sorunu biraz da vatandaşla devletin birlikte hareket etmesi gerekiyor. Enflasyonist dönemlerin en büyük sorunlarından bir tanesi fiyat algısının bozulmasıdır. Yani fiyat davranışları da bozuluyor bu dönemde. Biz ona bir açgözlülük enflasyonu diyoruz. Mesela eylül, ekim, kasım, aralık; yani 4 ayı düşündüğümüz zaman, 4 ayda petrol fiyatları hemen hemen aynı, maliyet unsuru olarak. Dolar kuru 1 lira, 1,5 lira oynadı. Faizler düştü, yüzde 40'lı seviyelerden yüzde 37 seviyesine kadar indi. Elektrik fiyatlarına zam gelmedi. Vergilerde artış yok. Asgari ücrette artış yok ama biz enflasyon olarak yüzde 20 enflasyon yaşadık 4 ayda.

Fiyatları sürekli artırmayı bir alışkanlık haline getiren kesim, gelince eli fiyat artışına ve etiket değiştirmeye gidiyor. Fiyat güncellemesi yapıyorlar. Dolayısıyla bakın, ithal malların fiyatları artmamış. Bütün bu söylediklerimiz fiyatları artmamış ama biz hala enflasyon yaşıyoruz. E o zaman ocaktan korkalım. Ocakta kiralar artacak. Ocakta asgari ücret artacak. Yeni vergiler gelecek. Vergi oranları değişecek. Petrol, elektrik gibi enerji maliyetleri artacak. Yani bütün bu fiyatlarda yeniden güncelleme olduğunda, o zaman biz şubat ayında ocak enflasyonunu konuşurken artık yüzde 2 mi derler, yüzde 3 mü derler, bir rakamı rahatça konuşacağız. Şimdi önden bu şekilde bu enflasyonu yaşamamız, aslında bizim beklenen enflasyonun ve beklentilerin bozulması anlamına da geliyor."

"Ürettiğimiz malı tüketmezsek, sürekli ithal eder hale gelirsek, ithalat için para bulamayız"

İnsan davranışlarındaki olayların ekonomiyi etkilediğini dile getiren Prof. Dr. Atilla, şunları aktardı:

"Ülkedeki hayat pahalılığı ya da ekonomik durumdaki bozulma, beklentiler ve gerçekler arasındaki farkın da açılmasına sebep oluyor. Dolayısıyla ekonomiyi sadece bir ekonomik gelir-gider, yani muhasebe kaydı olarak görmemek lazım. İnsan davranışları, dünyadaki gelişmeler, politik gerilimler, doğa olayları; şu gıda fiyatlarındaki bu yükseklikte olduğu gibi bunları birlikte düşünmek lazım. Mesela sarımsağı Çin'den alıyorsunuz. Cevizi Amerika'dan, Kanada'dan, Şili'den alıyorsunuz. Şu tereotu, maydanozu İran'dan getiriyorsunuz. Yani artık ekonomi bu noktadan sonra buğdayınızı, ayçiçeğinizi Ukrayna'dan getiriyorsunuz. Ekonomisi siz tarım ülkesi olabilecek bir durumdayken, bu kadar dağılmışlık olmaması lazım.

Yani biz kendi ürettiğimiz malı kendimiz tüketmezsek, sürekli ithal eder hale gelirsek, bu sefer ithalat için para bulamaz hale geliyoruz. Maliyetler artıyor. Maliyetlerin artması, döviz kurunun pahalanması, döviz kurunun yükselmesi de Türkiye'deki enflasyon olgusunun temel nedenlerinden birisi haline geliyor. Ürettiğimizde biz ithal mal satın almak için yurt dışına para gönderir hale geliyoruz. Bunlar da çok tercih ettiğimiz bir şey değil. Şu anda nüfusumuz hala, yani bizim aktif olarak tanımladığımız 15–65 yaş arasındaki nüfus, toplam nüfusun yüzde 60'ından fazla. Yani biz 3'te 2 nüfusumuz aktif bir nüfus. Bu nüfusu doğru bir şekilde yönettiğimiz zaman, işin üretim kısmını halledebiliriz. Tüketim kısmında da bu para sıkışıklığı sorununu çözmemiz gerekiyor.

Türkiye'nin yükü çok fazla. Düşünün: Libya'da Türkiye operasyonları var, Suriye'de var, Irak'ta var, Katar'da var, Kafkaslar'da var, Balkanlar'da var. Yani Ukrayna'ya kadar Türkiye'nin hareket alanı genişlemiş durumda. Bu kadar geniş alanın yönetilmesi, doğru bir ekonomi politikasıyla mümkün olacak. Aksi halde ekonomiyi yönetemediğimiz, yürütemediğimiz zaman, ülkenin varlıklarının elden gitmesi, satılması, kaynakların kaybedilmesi, yabancıların daha çok ülkeye gelmesi anlamına gelir. Bu da kısa vadede ülkenin döviz kazandırıcı işlemi olarak kabul edilebilir ama belli bir süre sonra kültür çatışması ortaya çıkar."

"100 milyar dolar dış ticaret açığı olan bir ülkeyiz"

Prof. Dr. Atilla, ithalata olan bağımlılığı eleştirerek yerli üretimin önemine dikkat çekerek şöyle konuştu:

Türkiye'nin şu anda, borç ve cari açık ortamından, biraz ithal çılgınlığından ve ithalata olan düşkünlükten vazgeçerek kendi ekonomisine doğru yönelmesi gerekiyor. Çünkü sonuçta biz Türkiye'de yaşıyoruz, Türkiye'de iş arıyoruz, Türkiye'de bu malı tüketiyoruz. Türkiye'de kazanıp paramızı, pulumuzu ithal ürünlere bu kadar kaptırmamalıyız. Bir ürünü üretebilmeliyiz. Türkiye o ürünleri kendi ürettiği ürünlere destek olabilmeli. Halktaki bu ithal bağımlılığı ortadan kalkmalı. Aynı zamanda kamu kurumları da ihalelerinde yerli firmalara daha fazla destek sağlamalı. Şu andaki ölçü yüzde 15 civarında; fiyat avantajı sağlıyorlar ama yerli ürüne destek sağlayacak bu alanlar ve kanalları sürekli açık tutmalılar. Aksi halde biz, 100 milyar dolar dış ticaret açığı olan bir ülkeyiz. 100 milyar dolar çok büyük bir rakam. Bunu biz cari açıkta değerlendirdiğimizde evet, rakam 8–10 milyar, geçen sene 7 milyardı, düşürüyoruz ama bunlar kontrol edilebilir, yönetilebilir rakamlar değil. Ama sonuçta hakikaten kendi üretimimizi önce kutsamak, onu yüceltmek durumundayız. Bunu başarabildiğimiz zaman ekonomi birtakım sonuçlar alacak.

Aksi halde biz daha çok yıllar boyunca enflasyonu, borçlanmayı, cari açığı, yüksek faizleri konuşmaya devam edeceğiz. Biz buna layık değiliz. Hem çalışıyoruz hem kazanamıyoruz, bir araba bile satın alamıyoruz demeye devam edeceğiz. Bunun yolu sadece ekonomi politikası değil, sadece faizler, sadece para politikası değil; devlet de yapmış olduğu işlerde, işlemlerde hem açıklık hem hesap verebilirliği gündeme getirecek. Ne kadar vergi topladığını, bu vergiyi nereye harcadığını gösterecek."

"Borsa yatırımcısına kazandırmaya devam edecektir"

Döviz ve altın için 2026 yılındaki öngörülerini aktaran Atilla, şunları dile getirdi:

"Ekonomi politikası dolayısıyla dolarda belli bir öngörüyü getiriyor ve bu öngörü doğrultusunda bir dolar stratejisi yürütülüyor. Dolarda çok büyük bir hareketlenme beklemiyorum. Bu seviyelerde dolar hareket edecektir; 2025'te takip edilen trendi 2026'da da sürdürecektir. Yüzde 20–25 seviyesinde bir dolar kuru hareketliliği olabilir. Daha fazlasını beklemek, zaten enflasyon açısından da uygun değil. Siyasette ve ekonomi yönetiminde çok absürt değişkenler olmadığı sürece, çok gerilimler olmadığı sürece, 2026 yılında hedeflere daha yaklaşabiliriz.

Şu anda olacak olanlar oldu. Bundan sonra daha ne olabilir? Cumhuriyet Halk Partisi kapatılabilir, başka bir şey olmaz. Öyle bir şey de olmayacağına göre… Ancak Türkiye'de her yerde birtakım sıkıntılar var.  Altın belirsizliği sever, çatışmaları sever. Örneğin, altın ons fiyatı olarak 4 bin 400 dolara kadar yükseldi, şu anda 4 bin dolar civarına çekildi. Ukrayna'daki gerilimler, gemilerin ve uçakların vurulması, Gazze'de artan çatışmalar… Ancak yeniden barış görüşmeleri gündeme gelince, Zelenski ile Netanyahu'nun görüşmeleri gibi gelişmeler altını sakinleştirdi.

Amerika'daki faiz oranları, tarım dışı istihdam verileri ve düzenli olarak açıklanan ekonomik veriler özellikle altın üzerinde çok etkili oluyor. Dünya piyasalarındaki altın dalgalanmaları, istikrarsızlıklar devam ederse yeniden hareketlenebilir. Ancak Türkiye'de gram altın için 10 bin veya 8 bin lira gibi tahminler yapmak doğru değil. Mevcut durumda, her şey sabitken ve piyasa dengedeyken altın makul bir artış gösterir. Yeni bir çatışma, enerji fiyatlarında ani yükseliş veya Amerika'da ani siyasi istikrarsızlık gibi durumlar kısa vadeli dalgalanmalara yol açabilir. Genel olarak altının yönü yukarı doğru. Türkiye'de gayrimenkul hala cazibesini koruyor ve gelecekte iyi bir yatırım tercihi olabilir. İkincisi, borsa hareketlenecek; faizlerin düşmesi, kurdaki görece sabitlik ve altın fiyatlarının aşırı dalgalanmaması borsaya olumlu yansıyacak. Borsa yatırımcısına kazandırmaya devam edecektir."

"Gazinolar ve diğer kumar sistemleri, yasaklayarak değil denetimle yönetilebilir"

Bahis soruşturmalarına ve kara para aklama operasyonlarına da değinen Atilla, "Ekonomilerde tıkanma dönemlerinde, insanların kolay yoldan kazanç ve gelir elde etme isteği artar. Türkiye'de de şu anda böyle bir dönemden geçiyoruz. Bu soruşturmaların temelinde, kısa yoldan para kazanma ve yüksek gelir elde etme isteği var. Belki bunun çözümü kumarı serbest bırakmak ve kontrollü yönetmek olabilir. Gazinolar ve diğer kumar sistemleri, yasaklayarak değil, düzenli kontrol ve denetimle yönetilebilir. Sonuçta insanlar başka yollarla çözüm üretmeye çalışıyor. Temel çözüm, yasaklamaktan ziyade kontrol edebilir hale gelmektir. Türkiye'de bunun kontrolsüz olduğunu görüyoruz" dedi.

Kaynak: ANKA

Son Dakika Güncel Ekonomist Prof. Dr. Atilla, 2025 Yılını Değerlendirdi: İmamoğlu Operasyonuyla 6 Ay Kaybettik - Son Dakika

Sizin düşünceleriniz neler ?

    SonDakika.com'da yer alan yorumlar, kullanıcıların kişisel görüşlerini yansıtır ve sondakika.com'un editöryal politikası ile örtüşmeyebilir. Yorumların hukuki sorumluluğu tamamen yazarlarına aittir.

Advertisement