"Paralel Devlet Yapılanması'nın 25 Aralık kumpas soruşturması" iddianamesinde, "2010 referandumundan sonra HSYK yeniden yapılandırıldı, bu sayede cemaat HSYK içerisine müritlerini yerleştirdi. Sosyal demokrat ve Alevi bilinen hakim ve savcılara, cemaat müritleri olan müfettişleri vasıtasıyla kıyım yaptı" denildi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili İsmail Uçar tarafından hazırlanan 1453 sayfalık iddianamede, "darbeciler yargılanırken cemaatin medya yoluyla bu yargılamaları destekler göründüğü, cemaat para toplayıp ekonomik yarar sağlarken İslam dinini kullandığı, örgüt lideri Fetullah Gülen'in aslında gayeye ulaşmak için her yolu meşru gördüğü, Türk milletine ve Türk devletine yararlı olmak gibi bir amaçları olmadığının anlaşıldığı" vurgusu yapıldı.
İddianamede, şu ifadelere yer verildi:
"Cemaat sürekli olarak devletle ve yürütmeyle barışık yaşamaya çalışmıştır. Hiçbir zaman devletle karşı karşıya gelmemişler, daima yönetimden taraf görünmüşlerdir. Siyasetle uğraşmaz bir görüntü vermişler, sadece kendilerine rahat ortam sağlayacağını düşündükleri idarelerle yakın durmaya çalışmışlardır. Bu nedenle hiçbir zaman bir siyasi görüşleri ve ideolojileri olmamıştır. Sürekli olarak bulundukları kabın şeklini alıp renk belli etmemişlerdir. Ancak Fetullah Gülen'in müritlerine yapmış olduğu sohbetlerden anlaşılacağı gibi devletin bütün kurumlarına sızılması gerektiğini, davaları uğruna gerekirse hakim, savcı ve avukat satın alınması gerektiğini, kendilerine kimsenin kötü diyemeyeceği bir şekilde davranmalarını, bu şekilde gizlice devlete sızdıktan sonra teknik nakavt yaparak devleti ele geçirmeleri gerektiğini öğütlemiştir."
Mantık olarak da dini hizmet amacıyla kurulduğu iddia olunan müesseselerdeki insanların devleti yıkmak ve ele geçirmek gibi amacı olmaması gerektiği kaydedilen iddianamede, lakin bu 40 yıllık hareketin nihai amacının yeterli güce ulaştığında devleti bir hamleyle ele geçirmek olduğunun anlaşıldığı aktarıldı. İddianamede, "Dini bir cemaatin üniversitelerde, sanayi ve ticaret alanlarında, bankacılık sektöründe ne işi olabilir?" sorusu yer aldı.
Bir cemaatin, suç işlediği iddiasıyla gözaltına alınan devlet memuru statüsündeki kişileri savunması, gazeteleri ve televizyonları yoluyla sürekli algı oluşturmaya çalışması, yapılan yanlışlıkları sıradan ve hukuka uygun göstermeye çalışmasının dikkate değer olduğu anlatılan iddianamede, "Hangi şüpheli için bugüne kadar adliye önünde toplanılmış, dershanelerden öğretmenler ve öğrenciler toplatılıp slogan attırılmıştır?" sorusu yöneltildi.
Cemaatin, bu süreçlerde artık devletle barışık olmanın bir anlamı kalmadığını düşünerek, bütün gücüyle idareyi yıpratıp yönetimden uzaklaştırmaya çalıştığının gözlemlendiği kaydedilen iddianamede, "Sınav sorularını çalmak, insanları usulsüz dinlemek, insanlara istedikleri parayı ve menfaati temin etmedi diye kamu gücünü kullanarak zulüm yapmanın savunulması normal değildir. Hiç kimse bu tür faaliyetleri desteklemez. Ancak örgütlü bir yapı bu şekilde devlete meydan okuyacak gücü kendinde bulabilir. Hareketler o kadar organize ve bilinçlidir ki hiçbir şeyin tesadüfen yapılmadığı açıkça halkın ve kamu makamlarının gözüne adeta sokulmuştur" tespitlerine yer verildi.
Hakkında soruşturma açılan şüphelilerin sanki suçtan ve soruşturmadan muafiyetleri varmış gibi davranıldığı, Paralel Devlet Yapılanması'na karşı mücadele eden kamu görevlilerinin adeta örgütün medya gücüyle linç edilmeye çalışıldığı bildirilen iddianamede, yapılan soruşturmaların, örgütün yönettiği çok açık olan Twitter hesaplarından önceden deşifre edilerek kamuoyuna duyurulduğu, sırf bu hareketin bile ne tür bir istihbarat örgütüyle iç içe bulunduğunun ve ülkenin ne kadar büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu gösterdiği ifade edildi.
Polislerin ağız birliği etmişcesine, soruşturma makamlarının önüne getirilirken tek tip tişörtler giydiği hatırlatılan iddianamede, polislerin kendilerine yapılacak muhtemel operasyonlara karşı direnç geliştirdiği, tişörtlerine "sıfır", "zero" gibi ibareler yazmak suretiyle soruşturmalara karşı örgütlü tepkiler geliştirdiklerinin tespit edildiği belirtildi.
İddianamede, şu tespitlerde bulunuldu:
"Cemaatin, harama boğazlarına kadar battıkları ve birçok insanın meslekten ihracına, işlerini ve hayatlarını kaybetmelerine vesile oldukları halde 'Haram yemedik' diye slogan geliştirdikleri görüldü. Terör örgütünün medya gücü, gizli kalması gereken soruşturma evraklarını, soruşturmaya ait fezleke tapelerini, sayfa sayfa kanallarında ve gazetelerinde yayımladı. Soruşturulan örgüt üyesi polisler pişkinlik yapıp, 'Tapeleri sızdıranlardan şikayetçiyiz' diye cumhuriyet başsavcılıklarına şikayet dilekçeleri verdi. Soruşturmada görev alan polis, polis başmüfettişi, cumhuriyet savcısı, hakim kim varsa asılsız ve uydurma beyanlarla şikayet ettiler ve paralel devlet yapılanması ile mücadele eden polisleri ifade vermekten iş yapamaz hale getirdiler. Bütün bunları tesadüfen ve bilinçsiz yapmadılar. Yaptıkları istişari toplantılarda aldıkları kararlarla topluca hareket ettiler. Yasal boşluklardan yararlanmada pek bir mahir davrandılar."
"Balyoz", "Ergenekon" ve "Askeri Casusluk" davaları görülürken FETÖ'nün yargı kararlarının tartışılmazlığına sığınarak henüz haklarında karar verilmemiş insanları sürekli suçlu gibi lanse ettiği vurgulanan iddianamede, "örgütün, ülkenin Genelkurmay Başkanlığı yapmış bir generalini tutuklattığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ni bir terör örgütü gibi algılattığı" bildirildi.
Suçla ilgisi olup olmadığına bakılmaksızın seri operasyonlarla yüzlerce asker ve sivilin, başlatılan KCK soruşturmalarında binlerle ifade edilen insanların cezaevlerine doldurulduğu ifadelerine yer verilen iddianamede, uzun süreli tutuklulukların hukuk kuralları hiçe sayılarak ısrarla sürdürüldüğü, milletvekili seçildiği halde şüphelilerin tahliye edilmediği, bütün bunların FETÖ'nün kamuya yerleştirdiği üyelerinin faaliyetleri kapsamında yapıldığı, örgütün en dokunulmaması gereken alan olan yargıyı kendi menfaatleri uğruna kullandığı, yargının fabrika ayarlarıyla oynandığı anlatıldı.
İddianamede, örgütün, 2010 seçimlerinden sonraki süreçte yargı alanında hızla kadrolaşma hareketini tamamladığı, bütün operasyonel birimleri eline geçirdiği vurgulanarak, "Emirle, talimatla hareket eden bir yargıdan daha tehlikeli bir oluşum olabilir mi?" denildi.
"Uzun süre hukuk, terör örgütü tarafından idare edildi"
Henüz şike yasası yürürlükte değilken Türkiye'nin büyük kulüplerinden birine örgütlü suçlardan soruşturma başlatıldığı, asliye ceza mahkemesinde yargılanması gereken bir olayın 250. maddeyle yetkili özel ağır ceza mahkemesinde yargılamasının yapıldığı ifade edilen iddianamede, normalde sıradan adli vakaların cemaatin en güçlü olduğu 250. maddeyle özel yetkili mahkemeler alanına çekilerek, orada hukukun katledildiği, ülkede uzun bir süre hukukun bir terör örgütü tarafından sevk ve idare edildiği belirtildi.
İddianamede, "Emniyetin istihbarat, terör, organize şube ve narkotik gibi operasyonel birimleri cemaat imamlarının elinde yetişmiş polisler yerleştirilmek suretiyle hem polis teşkilatı içinde hem de ülke çapında suçsuz insanlara kıyım yapılmıştır. Cemaat son yıllarda devletin bütün kurumlarına sızdığını ve yeterli güce ulaştığını düşünüyordu. Askeri vesayet sisteminde bile kendisine yer bulabilmiş örgüt, bütün iktidarlarla yakın temasta bulunmuştur. Bülent Ecevit'le Fetullah Gülen'in yakınlığı kamuoyunun malumudur. AK Parti hükümetleri zamanında da Fetullah Gülen ajanlarını hiç zorlanmadan devlete yerleştirmiştir. Fetullah Gülen 'herkul.org' isimli internet sitesinden haftalık yayınladığı sohbetlerle örgüt üyelerini sürekli motive etmiştir. 'Binde birini bile tanımam' dediği memurların gözaltına alınması ve tutuklanmaları üzerine onların medrese-i yusufiye öğrencisi olduklarını, dışarıda olanların 'Niye ben orada değilim?' diye üzülmesi gerektiğini beyan ederek suç ve suçluyu övmüştür" denildi.
Cemaatin 2010 referandumunda mensuplarını yönlendirerek, oy kullanmaları için Türkiye'ye gönderdiği kaydedilen iddianamede, şüpheli Gülen'in "Elimden gelse mezardakileri bile kaldırıp oy kullanmalarını sağlarım" diye müzahir kitlesini referandumda oy kullanmaya teşvik ettiğinin bilindiği, o günün şartlarında sanki cemaatin demokrasiden yana tavır alıyor gibi algılandığı ifade edildi.
Cemaatin asıl amacının demokrasiye katkı sağlamak olmadığının kısa sürede kendini belli ettiği tespitine yer verilen iddianamede, şunlar anlatıldı:
"Referanduma dört elle sarılmaları da iktidar nimetlerinden daha fazla yararlanabilmek ve devlete yerleşme sürecini hızlandırmak amacıyla yapılmıştı. Zaten referandum sonrası HSYK yeniden yapılandırıldı, bu sayede cemaat HSYK içerisine müritlerini yerleştirdi. Sosyal demokrat ve Alevi bilinen hakim ve savcılara, cemaat müritleri olan müfettişleri vasıtasıyla kıyım yaptı. Hakim ve savcıların görev yerleri değiştirildi, unvanları olanların unvanları alındı, buna karşılık cemaat kendi militan kadrolarını hiçbir liyakat esasına bakmaksızın yargı içerisinde konuşlandırdı."
(Sürecek)
Son Dakika › Güncel › '25 Aralık Kumpas' Soruşturması İddianamesi (5) - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?