Anayasa Mahkemesinin, Diyarbakır'da tahliye talepleri reddedilen KCK davaları sanıklarından BDP milletvekilleri Gülser Yıldırım ve İbrahim Ayhan hakkındaki ihlal kararının gerekçesi Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlandı. Yüksek Mahkeme, KCK davası sanıklarından BDP Milletvekilleri Gülser Yıldırım ve İbrahim Ayhan'ın, tutukluluklarının makul süreyi aştığı ve seçilme haklarının ihlali iddiasıyla yaptıkları başvuruyu haklı buldu. BDP milletvekilleri Gülser Yıldırım ve İbrahim Ayhan'ın başvuruları, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden "Başvuru yollarının tüketilmemiş olması" nedeniyle kabul edilemez bulundu. Başvurular diğer iddialar yönünden ise kabul edildi. Başvuruculara 3'er bin lira manevi tazminat ödenmesine de karar verildi.
Başvurucuların, tutukluluğun makul süreyi aştığı, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiği ve seçilme hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikayetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı belirtilen kararda, başvuruların bu şikayetlere ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerektiği ifade edildi. Kararda, başvurucuların, tahliye taleplerinin sürekli formül gerekçelerle reddedildiğinden ve makul olmayan bir süredir tutuklu olduklarından şikayet ettikleri belirtildi. Her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmesi gerektiğinin ifade edildiği kararda, masumiyet karinesinin, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirdiği vurgusu yapıldı.
-TÜM UNSURLAR BİRLİKTE DEĞERLENDİRİLMELİ-
Kararda, "Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hala devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler 'ilgili' ve 'yeterli' görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir" denildi. Hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerektiğinin ifade edildiği kararda, özgürlük hakkının, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmaması gerektiği vurgulandı.
-SEÇMENLERİNİN SERBEST İRADELERİNİ AÇIKLAMA HAKKINA YÖNELİK BİR MÜDAHALE-
Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılmasının kabul edilemeyeceğinin belirtildiği kararda, tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemenin de mümkün olmadığı kaydedildi. Tutukluluğun devamına ilişkin kararların ayrıntılı olarak gerekçelendirilmesi gerektiğinin altı çizilen kararda, başvurucu İbrahim Ayhan'ın 5 Ekim 2010 tarihinde tutuklandığı, Anayasa Mahkemesine başvuru tarihi itibariyle tutukluluk süresinin 3 yıl 2 ay 26 gün, Gülser Yıldırım'ın ise 26 Şubat 2010'da tutuklandığı, Anayasa Mahkemesine başvuru tarihi itibarıyla tutukluluk süresinin 3 yıl 10 ay 5 gün olduğu anımsatıldı. Seçilme hakkının sadece seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda seçildikten sonra milletvekili olarak parlamentoda bulunma hakkını da ihtiva ettiğinin belirtildiği kararda, "Seçilmiş milletvekilinin yasama faaliyetine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil, aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir müdahale teşkil edebilir. AİHM, milletvekili-seçmen ilişkisinden hareketle, ifade özgürlüğünün halkın seçilmiş temsilcileri için özellikle önemli olduğunu, zira milletvekilinin seçmeni temsil ettiğini, onların taleplerine dikkat çekerek menfaatlerini savunduğunu, dolayısıyla bir muhalif milletvekilinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin daha sıkı bir denetimi gerektirdiğini vurgulamıştır" denildi.
- ADLİ KONTROL TEDBİRLERİNİN YETERİNCE DİKKATE ALINMADI-
Milletvekillerinin işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle tutulma, tutuklanma, sorgulanma ve yargılanmaya karşı, yasama faaliyetlerine aksatmadan katılmalarını sağlamak amacıyla dokunulmazlık yoluyla koruma altına alındıkları ifade edilen kararda, bu güvencelerin, milletvekillerine tanınan bir ayrıcalık ya da imtiyaz olmaktan çok, temsil ettikleri seçmenlerinin görüş ve düşüncelerinin siyasal alanda gereği gibi yansıtılmasını sağlamaya dönük koruyucu tedbirler olduğu kaydedildi.
Devletin bölünmez bütünlüğüne karşı işlenen suçların dokunulmazlık kapsamı dışında tutulduğu anımsatılan kararda, "Seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa'nın 14. maddesi kapsamındaki bir suç isnadıyla yargılanan bir milletvekilinin tutukluluk halinin incelenmesi sırasında, bu koruma tedbirinin seçilme hakkını işlevsiz hale getirebileceği göz ardı edilmemelidir. Bütün milleti temsil etmek üzere belli bir süre için seçilen milletvekilinin, bu hakkını kullanmasına engel olmayacak koruma tedbirlerinin uygulanabilirliği üzerinde özenle durulması gerekir" değerlendirmesinde bulunuldu. Başvurucuların, milletvekili seçildiği tarihten Anayasa Mahkemesine başvuru tarihine kadar 2 yıl 6 ay 20 gündür tutuklu bulunduğu anımsatılan kararda, Kanun'da tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin söz konusu değişiklikle başvurucular lehine de uygulanma imkanının ortaya çıktığı belirtildi. Mevcut adli kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı sonucuna varıldığının ifade edildiği kararda, tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucuların seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldıkları sürenin makul olmadığı sonucuna varıldığı kaydedildi.
-TUTUKLULUK AĞIR MÜDAHALENİN ÖLÇÜLÜ VE DEMOKRATİK TOPLUM DÜZENİ GEREKLERİNE UYGUN DEĞİL-
Yasama yetkisinin sahibi olan parlamento ve onu oluşturan milletvekillerinin anayasal sınırlar içinde toplumda var olan farklı siyasi görüşlerin temsilcileri olduğu ifade edilen kararda, serbest seçimlerle halkın adına karar alma yetkisi verilen milletvekillerinin asli görev alanının parlamento olduğu, sahip oldukları görev alanının üstün kamusal yarar ve önem içerdiği belirtildi. Milletvekillerinin yasama faaliyetlerinde anayasal bir koruma alanına sahip olduğunun altı çizilen kararda, "Aslolan halkın siyasi iradesinin engellenmemesi ve hakkın özünün etkisiz hale getirilmemesidir. Seçilmiş milletvekillerinin yasama faaliyetlerini yerine getirmelerini engelleyecek ölçüsüz müdahaleler halk iradesiyle oluşan siyasal temsil yetkisini ortadan kaldıracak, seçmen iradesinin parlamentoya yansımasını önleyecektir" ifadelerine yer verildi. Kararda, "Başvurucuların milletvekili seçildikten sonraki tahliye talepleri ilgili mahkemeler tarafından reddedilmiştir. Başvurucuların makul olmayan bir şekilde tutuklu kalması, yasama faaliyetlerine katılmasını engellemiştir. Başvurucuların milletvekili olduktan sonra tutuklu kaldıkları süre de gözetildiğinde, seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma haklarına yönelik bu ağır müdahalenin ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu söylenemez. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 67. maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir" denildi.
Son Dakika › Güncel › Anayasa Mahkemesi'nin Uzun Tutuklulukta Hak İhlali Kararı Resmi Gazete'de - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?