FATİH OKUMUŞ/ SARE SELVİ ÖZTÜRK- Romancı- yazar Elif Şafak, " Türkiye'de biz İran kültüründen de, Arap kültüründen de kopuk büyüdük. Arap dünyası dediğimizde ben böyle yekpare, tek renkli, tek sesli bir dünya algılamıyorum" dedi.
Arapça'ya 7 romanı tercüme edilen romancı Elif Şafak, Arap dünyasında en çok takip edilen Türk yazar olarak nitelendiriliyor. Kahire'den Tunus'a, Kazablanka'dan bir zamanlar annesinin diplomat olarak 4 yıl görev yaptığı Amman'a kadar özellikle kadınlar ve gençler Elif Şafak'ı okuyor. Şafak'ın Arap dünyasında son günlerde en popüler kitabı ise Aşk. Şafak'ın anlatımıyla Mevlana-Şems öyküsü sadece geçen hafta kapanan Beyrut Kitap fuarında değil Lübnanlı ayetullahların aşk üzerine sohbetlerinin de eksenini oluşturuyor.
Şafak, eserlerini hem İngilizce hem Türkçe eş zamanlı kaleme alıyor.
Şafak'la kitaplarını ve özellikle son kitabı Ustam ve Ben'i, Türkiye ile yurtdışında yazar olmak arasındaki farkları, yazarların sosyal medya ile ilişkisini, Arap uyanışını ve aşkı konuştuk:
Soru: Araplar son yıllarda Türkler, Türklerin tarihi ve kültürüne ilişkin her şeyi merak ediyor. Arap dünyasında Elif Şafak tanınıyor ve seviliyor. Siz Arap dünyasını nasıl bilirsiniz?
Şafak: "Ben Arap dünyasına ilgi duyuyorum, merak ediyorum. Arap dünyasındaki pek çok okurdan da çok duygusal e-mailler, mektuplar alıyorum, özellikle de kadınlardan, pek çok ülkedeki kadınlardan. Bunların bir kısmı benim etkinliklerime geliyor yurt dışında. Etkinliklerden sonra birebir benimle konuşmak istiyorlar. Çok güzel, çok sıcak anılarım var. Daha çok gitmek istiyorum aslında, daha çok okurla buluşmalarım olsun istiyorum."
"Arap dünyası dediğimizde ben böyle yekpare, tek renkli, tek sesli bir dünya algılamıyorum. Statik bir dünya algılamıyorum. Tam tersine devingen, hareketli, dinamik, çok renkli, hem ülkeden ülkeye değişen, hem kişiden kişiye değişen rengarenk bir dünya algılıyorum. Türkiye'de bizim İran kültürüyle ilişkilerimizde de böyle, Arap kültürüyle ilişkilerimiz için de böyle, çok kopuk büyüdük. Bilmeden büyüdük. Bir çoğumuz Fransız edebiyatını daha çok takip etti de mesela Necip Mahfuz okumadan büyüdük. Necip Mahfuz'un kitapları Türkçe'ye çok daha geç çevrildi. Daha birçok yazar sayabilirim ben size. Çevrilmeyen çok yazar var. Bir kopukluk var. Onun aşılmasını ümit ediyoruz. Edebiyat, insanları birbirine yaklaştırır. Edebiyatın bir köprü olmasını arzu ediyoruz."
Soru: "Arap edebiyat muhitleriyle temasınız oldu mu? Arap edebiyatı okudunuz mu?"
Şafak: "Benim bütün temaslarım okurlarla... Mahmut Derviş severim, okurum. Filistin'den gelen apayrı bir literatür var. Halil Cibran'ı severim. Ama mesela ben Mahmut Derviş'i İngilizce'den okudum. Halil Cibran'ı hem İngilizce'den okudum, hem Türkçe'den okudum. Severek okudum, hala bugün de okurum. Halil Cibran döne döne tekrar ziyaret ettiğim isimlerden biridir. Tabii ki bu tür bilinen isimler var ama daha çok ismin çevrilmesi gerekiyor. Eminim daha nice yazarlar vardır. Mesela kadın yazarlara ilgim var. Ehdaf Suveyf var, Hanan eş-Şeyh var, daha niceleri var. Kadın yazarları bilhassa merak ediyorum."
"Arap ülkelerine turistik seyahatlerde bulundum. Bir de benim annem diplomat olduğu için hayatımızın farklı aşamalarında farklı ülkelerde yaşadık. Biz Amman'da yaşadık, Annem Ürdün'de görev yaptı 4 sene. Ben sürekli Amman'a gittim geldim. O dönemde Amman'ı da, Suriye'yi de, Şam'ı da görme şansım oldu."
"Demokrasiye herkesin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum"
Soru: "Arap dünyasında devrimler ve uyanış çağı başladı, siz evrensel bir sanatçı duyarlığıyla nasıl okuyorsunuz bu gelişmeleri?"
Şafak: "Ben demokrasiye herkesin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Uzun yıllar boyunca şöyle bir algı vardı dünyada. Demokrasinin çok daha gelişmiş bir modeli batı için iyidir, daha az gelişmiş bir modeli de Ortadoğu için uygundur. İstikrar adına, denge adına zaman zaman demokrasiden vazgeçildi, taviz verildi. Bu bir yanlıştı. Demokrasiden taviz verilmemesi gerekiyordu. Demokrasi, çok seslilik, insan hakları, kadın hakları, özgür bir medya... Bunlara Arap dünyasının çok ihtiyacı var, tıpkı Türkiye'nin çok ihtiyacı olduğu gibi. Arap dünyasında gençlerin bence en temel istekleri özgür bireyler olmak. Aslında hepimizin istediği bu değil mi? Fransa'daki bir bireyden niye o kadar farklı olsun ki? Hep öyle bir algı var. Sanki oradaki gençler daha farklı, sanki oradaki kadınlar daha farklı... Öyle bir şey yok. Sonuçta hepimiz insanız, benzer şeylere hüzünleniyoruz, benzer şeylere seviniyoruz. Onun için ben insanlığın ortak noktalarına odaklanmayı tercih ediyorum ve bence o ortak noktalardan biri de özgürlük ihtiyacı ve özgürlük arayışıdır. Ama şundan endişe duyarım. Bir yandan toplumsal hareketlilikler yerini alırken maalesef çok fazla öfke patlamaları da oluyor ve her yeni gelen bir öncekinden intikam almaya çalışırsa o zaman şiddet şiddeti doğuruyor ve demokrasiye yol açılmıyor. Bu tür şiddet olaylarının, öfke patlamalarının yaşanmaması gerekiyor ki daha sakin bir şekilde Arap dünyasında tam demokrasiye geçiş sağlanabilsin. Bir de benim için ikinci çok önemli nokta kadınlar olmadan demokrasi olmaz."
Soru: "Arap kadınını bu uyanışın neresinde görüyorsunuz?"
Şafak: "Ben çok saygı duyuyorum. O kadar çok kadından mektup alıyorum ki. Katar'dan, Dubai'den, Kahire'den, çok farklı... Fas'tan mesela... kadınlar okuyorlar. Takip ediyorlar ve onların bazıları bana diyor ki biz Türkiye'yi takip ediyoruz. Türkiye'de demokrasinin varlığı bizim için önemli. Türk edebiyatını da takip ediyoruz. Ben kadınlar olmaksızın demokrasinin sağlanabileceğini zannetmiyorum.
Şundan endişe ediyorum. Büyük toplumsal değişimler yaşanırken kadınlı erkekli sokaklarda yer alıyor insanlar, ama ne zaman ki sistem birazcık konsolide oluyor, birazcık oturuyor, hemen kadınlar evlerine geri gönderiliyor. Tamam artık siz gidin, çekilin artık kamusal alandan. Bu çok tehlikeli bir şey. Kamusal alanın bu kadar erkek egemen olması bir kültür için iyi bir şey değil, demokrasi için de iyi bir şey değil. Kadınların o anlamda hem evde, hem kamusal alanda olmaları gerekiyor, yani yaşamın içinde."
"Türkiye'deki hırçın, öfkeli ve biraz da erkeksi siyaset beni mutlu etmiyor"
Soru: "Sizin durduğunuz yerden Türkiye nasıl görünüyor?
Şafak: "Ben Türkiye'nin bugününden kaygı duyuyorum, çünkü o kadar kutuplaştık ki, o kadar kendi içimizde bölündük ki... Biz, onlar, hangi kategoridensin, hangi kamptansın? Bundan bir ülkeye hayır geleceğini düşünmüyorum. Beraber ortak değerler yaratabilme yeteneğimizi yitiriyoruz giderek. Çok tehlikeli bir şey. Farklı kökenlerden gelebiliriz, farklı partilere oy verebiliriz, farklı düşünebiliriz, gene de ortak değerlerimiz olabilmeli. Ancak o ortak değerleri ortaya çıkarabilirsek sağlıklı bir şekilde ilerleyebiliriz. Ortak değerlerden kastım ne? En başta demokrasi, en başta insan hakları, en başta güzel güçlü bir sivil toplum, çok sesli... Kimsenin kimseyi ötekileştirmediği, kimsenin kimseye kendinden aşağı muamele etmediği bir söylem mümkün. Neden mümkün olmasın? Türkiye tam da bu söylemi yakalar gibi olduğunda yine yitiriyor. Tam yakalar gibi olduğunda yitiriyor ve bu çok hüzünlü bir şey. Çünkü bir yanıyla da müthiş zengin bir kültür. Çok dinamik bir toplum. Genç nüfusu çok çok fazla bir toplum. Tarihiyle bu kadar zengin, dokusuyla bu kadar güzel bir ülkede niçin biz birbirimizi bu kadar ötekileştiriyoruz? Halbuki bize dışarıdan bakan biri o kadar farkında ki ortak yanlarımızın. Yabancı mı olmak lazım o ortak yanları görmek için? O yüzden Türkiye'deki daha hırçın, öfkeli ve biraz da erkeksi siyaset beni mutlu etmiyor."
"Siyasi partileri şu noktada eleştiriyorum. Kadınların sayısının artırılması gerekiyordu hem yerel, hem bölgesel, hem ulusal düzlemde. Bizde kota uygulanmadı, kota yapaydır dendi. Ama bir çok ülke, Tunus bunun ilginç bir örneği, İspanya başka bir örneği. Kotalar sayesinde kadın erkek eşitliğini yakalayabildiler. Yakaladıktan sonra eşitliği, tabii ki kotaya gerek yok. Bir kadın eğer çok güçlü birinin karısı değilse, çok güçlü bir babanın kızı değilse kadın olarak, tek başına birey olarak nasıl var olacak siyaset dünyasında? Daha baştan biz 1-0 yenik çıkıyoruz o dünyaya. Türkiye'de bu yapılmadı, bunun çok ciddi bir eksikliği var. Mecliste kadın sayısı çok çok az ve bizim siyasetimiz çok hırçın bir dile sahip."
"Çok kültürlülüğe inanıyorum, aynılaşmaya inanmıyorum. Biz çok uluslu, çok dinli, çok dilli bir imparatorluğun torunlarıyız ama aynılaştığımızı zannettik. Bu bence bir zan idi, bir yanılsamaydı. Hiçbir zaman aslında tıpatıp aynı değildik. Aynı olmamız da gerekmiyor, beraber bir değerler yaratabilmemiz için."
Soru: Türk-Arap ilişkilerinin tarihi seyrini de dikkate alarak bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türklerle Arapların eşit ilişki kurmaya hazır olup olmadığı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Şafak: "Ben öncelikle Türkiye'de bir söylemin değiştiğini görmek istiyorum. Biz nasıl büyüdük mesela çocukluğumuzdan hatırlayalım. Benim kuşağım ve benden önceki kuşaklar... Hep böyle etrafımızın düşmanlarla çevrili olduğunu... Üç tarafımız denizlerle, dört tarafımız düşmanlarla çevrili. Kimse bizim iyiliğimizi istemiyor, Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur söylemiyle büyüdük. Bu ciddi bir şekilde inanarak üretiliyordu ve Araplar da buna dahil ediliyordu. Araplar da Türkler'in iyiliğini istemezdi. Önyargılarla büyüdük. Bence Arap dünyasında da Türklere dair önyargılar var. Bu tek taraflı değil. Ben birçok Arap entelektüelinin de mesela yazılarını elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Zaman zaman oralarda bile önyargılara rastlayabiliyorum, çok daha aydın kesim içinde. Önce bir önyargılarımızdan arınmamız lazım.
Türkiye'de şöyle bir hata da yapılıyor. Biz kendimizi örnek olarak göstermek istiyoruz. Biz Arap dünyasına örnek olalım!.. Burada bir kibir var bence. Onu dememize gerek yok ki. Biz zaten demokrasimizi güzel bir şekilde yaşarsak bunun etrafımıza da yansıması olacaktır. Ama Mısır kendi demokrasisini içerden inşa edecek, Tunus kendi demokrasisini içeriden inşa edecek, her ülke kendi dinamikleriyle inşa edecek. Dışarıdan örnek olmaya çalışmak genelde ters tepki yaratır. Bunu kendimizden biliyoruz. Hepimiz aslında duygusal insanlarız. Bu coğrafyanın insanları duygusal insanlardır. Bu bir yanıyla çok güzel, sıcakkanlı insanlarız. Bence Araplar da öyle, Türkler de öyle, Kürtler de öyle, İranlılar da öyle... Bir yanıyla da çabuk alınıyoruz, çabuk parlıyoruz."
"Romanlarım yalnız bir kadın olmamdan dolayı çok okunuyor"
Soru: - Romanlarınız başta Türkiye olmak üzere dünyanın her yerinde çok okunuyor. Romanlarınızın popülerliğini neye bağlıyorsunuz?
Şafak: "Çünkü ben çok yalnız bir kadınım. Bu kulağa ironik gelebilir. Kendimi hiç bir kampa ve kategoriye ait hissetmiyorum. Türkiye'de olduğu gibi kutuplaştırmaları müthiş şekilde sun'i buluyorum ve bunlara sun'i sınırlar ismini veriyorum. Osmanlıca bir kelime kullandığında muhafazarlıkla itham edildiğimiz bir toplumda büyüdük. Eğer dini felsefe ve tasavvufa bir ilginiz varsa bu sizin dindar bir insan olduğunuz anlamına gelir. Ben liberal değerlere sahip olabilirim ama aynı zamanda eski kelimelere karşı özel bir ilgim de olabilir. Sıkı bir seküler olabilirken dini felsefe ile ilgilenebilirim. Bu anlamda kendimi yalnız hissediyorum. Çünkü her zaman iki şeyin ortasında, ne oradayım ne buradayım, birşeyin de parçası olmak istemiyorum. Bu yüzden kendimi çok yalnız görüyorum, sanırım kitaplarım da bu yüzden çok çeşitli insanlara hitap ediyor."
Soru: "Romanlarınızı hem Türkçe hem İngilizce yazıyorsunuz. Anadiliniz dışında başka bir dilde yazmak nasıl bir duygu? Ne gibi zorlukları var?
Şafak: "İnanılmaz bir çağda yaşıyoruz, birçok insan birden çok dilde artık hayal kurabiliyor, o dilde düşünebiliyor. Başka bir ülkeye göçen, siyasi nedenler dolayısıyla ülkesini terk etmek zorunda kalan veya birçok gezgin bir dilde hayal kurmaya başlayıp bir diğerinde bitirebiliyor. Ben de hem Türkçe hem de İngilizce'de roman yazıyorum, bu benim için müthiş bir meydan okuma, beni büyülen bir hal. Çocukluğumun, anneannemin dili olan Türkçe'yi seviyorum. 10 yaşında öğrenmeye başladığım İngilizce ise sonradan edinilmiş bir dil benim için. Sanıyorum dünyada benim gibi birçok insan kendilerini sonradan edinilmiş bir dilde ifade etmek ihtiyacı duyuyordur. Kısacası ana dilim ile ilişkim çok duygusal, İngilizce ile ise daha çok beyni çalıştırmak ile ilgili. Roman yazarken her ikisine yani hem duygularıma hem de beynimin işlevliğine ihtiyacım var. Bu bir tür ileriye geriye giden sarkaç gibi. İngilizce'de bir roman yazıyorum, o roman Türkçe'ye çevriliyor ve ben o Türkçe çeviriyi alıyorum, üzerinden yeniden yazıyorum. Edebi olarak bir romanı iki defa yazmış oluyorum. Bu yüzden romanın Türkçe ve İngilizce hali de orijinal hali olmuş oluyor. Türkçe'de hüznü ve acıyı yazmak, İngilizce'de mizah ve hiciv yazmak kolay geliyor. Bu ikisini birbirine katmak beni büyülüyor. Birbirine anında çevrilemeyen kelimelere özellikle dikkat ediyorum, her iki dilde yazdığımda her iki dili de göz önünde bulunduruyorum ve kelimelerin nasıl çevrileceklerini anlamaya çalışıyorum. Kültürel engellerinin olup olmadığı, bir diğer dilde nasıl anlam kazanacağına bakıyorum."
-Soru: "Türkiye'de yazar olmak ile yurtdışında yazar olmak arasındaki ne gibi farklar var?
Şafak: "Türkiye'de yazar olmak bir yanda yazarı oldukça tatmin ederken, öte yanda birçok yönden de üzüyor. Türk okuyucular bir kere çok duygusal bir okuyucu türü. Örneğin bir okur imza gününe gelirken tüm ailesini getiriyor, size hediyeler getiriyor ve sizi aileden biri olarak görüyor. Kitaplar bu ülkede önemli. Yok olup gitmiyor yazılan eserler. Her ne kadar her türlü şeyi yazamamamıza rağmen bu ülkede kitapların yeri çok ayrı. Türkiye'de yazar olmanın kötü yanı ise yazarlardan beklenen sosyal rol. Yazarlarımızın belirli bir misyonla yazmasını istiyoruz, çünkü bu ülkede her şey politize edilmiş durumda. Edebiyatın özgürlüğe ihtiyacı var, kendi özerkliğine. Türkiye'deki yazarın hayatı İngiltere'deki yazarınkinden bu nedenle çok daha zor."
Soru: "Aktif bir sosyal medya kullanıcısısınız, özellikle Twitter'ı aktif bir şekilde kullanıyorsunuz. Size ne sağladığını düşünüyorsunuz?
Şafak: "Özellikle Twitter ben gibi daha çok içine dönük insanlar için oldukça ilginç bir alan. Orada birşeyler söylüyorsun ve sonra geri çekilip, kayboluyorsun. Ama sosyal medyanın ay gibi hem aydınlık yanı hem de karanlık yanı var. İyi yanı Türkiye gibi demokrasilerin tam olgunlağa erişemediği yerlerde insanların özellikle gençlerin kendilerini ifade edebilecekleri bir platform olması sosyal medyanın önemsediğim yanını oluşturuyor. Ben de kendi hesabımda bazı fikirler, kitaplar, felsefe ve edebiyat gibi belirli konular çerçevesinde Türkçe ve İngilizce tweetler atıyorum. Sosyal medyanın karanlık tarafı ise nefret söylemi, dezenformasyon, dedikodu ve iftiraya açık bir alan olması. Dünya henüz bu sorunla nasıl baş edeceğini bilmiyor. Bu sadece Türkiye'de olan bir durum değil. Teknolojinin hızı hukuğun hızından daha yüksek, hukuk kurallarını değişmesi zaman alırken, teknoloji müthiş hızla değişiyor."
"Ustam ve Ben benim açımdan bir sıçrama"
Soru: "Ustam ve Ben'i nereye koyuyorsunuz yazma deneyiminizde?
Şafak: "Bu kitap hakkında basında yazılar çıktı ustalık dönemi eseri diye. Beni mutlu etti tabii ki, ama ben böyle bakmıyorum. Çünkü ben çizgisel bir ilerlemeye de inanmıyorum. Ancak şunu söyleyebilirim, daha dokusu farklı, ritmi farklı bu kitabın. Belki ilk romanlarımı çok seven okurlarım var benim. Onların sevdikleri bir masalsılık, fantastik bir dil, daha sürreal, büyüsel böyle kapılıp giden bir dil var. O dil burda da var, ama daha sonraki romanlarımda kanımca mevcut olan gerçekçilik, eleştirellik de var. Dolayısıyla belki ilk defa bu romanda masalsı dille gerçekçi dil buluşabildi ve çok uyumlu bir şekilde buluştu. O yüzden Ustam ve Ben benim açımdan bir sıçrama."
Soru: "Sinan bütün eserlerinde bir kusur bırakıyor. Sizde bir kusur bıraktınız mı Ustam ve Ben'de?
Şafak: "Aslında bıraktım, ama bunu ne kadar bilinçli olarak yaptım bilmiyorum ama şimdiye kadar okurlar henüz bulmadılar."
"İlla da varmak, elde etmek, etrafını çevirmek, mülkiyet... Bunlar aşkla bağdaşmayan şeyler"
Soru: "Aşk üzerine birkaç cümle duymak isteriz sizden. Bu noktada daha spesifik bir soru yöneltmek istiyorum size: "Aşk maşuka ihtiyaç duyar mı?"
Şafak: "Hem evet, hem hayır. Şu anlamda maşuğa tabii ki ihtiyaç duyar. Kendinden bir başkasıyla bağ kurabilmek. Kendini aşma gayesi var aşkta. Bana göre aşkın olduğu yerde ego azalır, nefs azalır. O yüzden aşkın olduğu yerde insan şöyle konuşmaz: Benim kocam, benim nişanlım, benim kız arkadaşım... Hani o çok ben vurgusu var ya o yok aşkta. Maşuk o anlamda var. Maşuk daha önemli. Ama şu anlamda maşuğa ihtiyaç yok. Sizin o maşuka ulaşmanız gerekmiyor. Vuslat gerekmiyor. Uzaktan da sevilebilir. İlla da varmak, elde etmek, etrafını çevirmek, sahip olmak, mülkiyet, tahakküm... Bunlar zaten aşkla bağdaşmayan şeyler. Eğer bir buluşmaysa kendiliğinden, iki nehrin buluşması gibi amenna ne güzel. Aksi takdirde illa da elde etmeye çalışmak bence aşkla bağdaşır bir şey değil." - İstanbul
Son Dakika › Kültür Sanat › Elif Şafak: 'Edebiyatın Bir Köprü Olmasını Arzu Ediyorum' - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?