"Fırtınada Ayakta Kalma Sanatı" başlıklı konuşmasında enflasyondan milli gelire, gençlerle iletişimden yapısal reformlara karar birçok konuya değinen Prof. Dr. Alkin, yabancı yatırımcının Türkiye'ye gelmesi için önceliğin, eğitim, özgürlükler ve hak ve adalet alanlarında yapılacak yapısal reformlarla kalkınmanın önünün açılması olduğunun altını çizdi.
"Yabancı yatırımcı bunlara bakıyor"
"Yabancı yatırımcı istiyorsak yatırım uzmanlarının baktığı şu 10 maddeye bizim de dikkatle bakmamız gerekiyor" diyen Prof. Dr. Emre Alkin, bu maddeleri "istihdam ve işsizlik, yönetişim zafiyeti, enerji fiyatlarında hızlı yükseliş, kamu maliyesinden kaynaklanacak krizler, siber saldırılar, derinleşen sosyal huzursuzluk, finansal sistemdeki zafiyetler, kritik altyapıdaki zafiyetler, bölgesel ve küresel yönetişimde zafiyet ve terör saldırıları" olarak sıraladı.
"2030'a kadar matematiksel olarak G20 içindeyiz"
Bu seneyi saymazsak 2030 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti olarak G20'nin içinde kalacağımızı belirten Prof. Dr. Alkin, "Bunu şöyle örnekleyebiliriz. Eğer bu bizim süper ligimiz olsaydı Manisa Akhisar Belediyespor olarak yine süper ligde olurduk. Ama Türkiye'de buna rağmen çok güzel şeyler de oluyor ve ciddi avantajlarımız da var. Örneğin PWC, Türkiye 2050'de 5,1 trilyon dolarlık milli gelire ulaşıyor, cirolar büyüyecek, diyor. IMF de 2019'da milli gelirin düşeceğini ama 2023'te 1 trilyon dolarlık bir ekonomi olacağımızı söylüyor. Biz milli gelire veya nüfusa takılıyoruz ama bu manalı değil. Milli gelir bir övünç meselesi olamaz. Örneğin Endonezya 2050'de dünyanın dördüncü büyük milli gelirine sahip olacak. Brezilya ve Meksika ise İngiltere ve Fransa'yı geçecek. Nüfus açısından bakarsak yine Nijerya 2050'de dünyanın üçüncü büyük nüfusu olacak. Ama bu da kendi başına bir mana ifade etmiyor. Bizim örneğin Türkiye olarak nüfusu nicelik değil nitelik olarak büyütmemiz gerekiyor. Bizim geliri, nüfusu bir kenara bırakıp yaptığımız yüksek katma değerli, sıradışı, çarpıcı işlere odaklanmamız lazım. Marifetli işlerle büyümeliyiz. Türkiye binalarla değil insanlarla büyüyecek" dedi.
"Gençler karamsar mesajlar istemiyor"
Türkiye'nin avantajlarının bunlarla sınırlı olmadığını belirten Prof. Dr. Emre Alkin, PWC'nin ilgili raporuna göre ülkemizin satın alma gücü paritesinde 2030'da İtalya'yı geçeceğini, 2050'de ise bölge ülkeleri içinde en yüksek genç nüfusa sahip olan ülke olacağını söyledi. "Fakat bu gençlerle iletişimde bir gereklilik de getiriyor. Örneğin gençler artık karamsar, karanlık mesajlar veren liderlerden hoşlanmıyor" diyen Alkin, gençlerin ihtiyaçlar piramidinin de değişen dünya doğrultusunda değiştiğine dikkat çekti. Alkin, sözlerine şöyle devam etti: "45 yaş üstü için araba dünya genelinde ne kadar vazgeçilmez bir ihtiyaçsa bugün gençler için WiFi o kadar, hatta belki daha da önemli bir ihtiyaç. Onlar da bu şekilde sosyalleşiyorlar, biz yüz yüze belki 8-10 kişiyi görüyoruz her gün, onlar sanal olarak belki binlerce kişiyle temas kurabiliyor. Bu bilgiyi nasıl doğru kullanabiliriz ona bakmamız lazım. O yüzden gençlere doğru davranmamız gerekiyor. Sürekli olumsuzluk dile getirmek değil gençleri anlamaya çalışmamız önemli. Gençler gelecekte arabaya binmeyecek ki, kendi kendine giden (otonom) otomobil kullanacaklar ve bunu da sahiplenme yoluyla kullanmayacaklar. Bizim onları anlamamız gerek yoksa gelecekle ilgili anlamlı önerilerde bulunamayız."
Prof. Dr. Emre Alkin'in konuşmasından diğer önemli başlıklar da şöyle:
IMF'in bir raporu bir ülkede ne kadar fazla yolsuzluk varsa o kadar düşük eğitim seviyesi olduğunu gösteriyor.
Enflasyon hedefi tutmuyor, ama MB ne derse yabancı yatırımcı buna birkaç puan eklemek istiyor. MB sadece döviz rezerviyle değil söylediklerinin çıkmasıyla da değerlenir. Enflasyon şu an yüksek olsa da Türkiye'de Merkez Bankası anketine katılan 65 kanaat önderi, 24 ay içinde enflasyonun reelde yüzde 12'ye düşeceğini bekliyor. Beklentileri doğru yönetirseniz enflasyonla mücadelede galip gelirsiniz. Bu yalnızca Türkiye'de değil her yerde böyledir.
Türkiye'de dövizin yükselmesi düşmesinden daha büyük ihtimaldir ve bunun çözümü de yapısal reformlardadır. 2002'de bunu yaptık ve başarılı olduk, AB çıpasını koyduk, eğitim ve bankacılık reformunu yaptık, hak ve özgürlükleri artırdık.
Endüstri 4.0, koşulsuz tüketici memnuniyetidir, gelen bilgiyi süzmek ona göre çözüm üretmektir. Bizim sorunumuz fabrikasyon veya üretim değil. Bizim Türkiye olarak üretememek değil üretmekten sıkılmak ve yorulmakla ilgili bir sorunumuz var. 70'lerde fabrikasyon fonksiyonunun fiyattaki payı yüzde 23 iken şu anda bu yüzde 11 civarında. Üretmeden önce yapılan işlerin artık yüzde 88-89 payı var. Bunlar nedir?: tasarım, dijital altyapı, teknoloji, arge, personel eğitimi, inovasyon, marka, reklam, satış, pazarlama, lojistik, tahsilat. Bunlar para kazandırıyor. Kafayı üretime değil bunlara takmamız gerek.
Binalarda enerji verimliliği çok önemli bir konu. Konut ve ticarethanelerde kullanılan enerjinin yüzde 80'i verimsiz kullanılıyor. Sanayicimiz gündüz işyerinde binasını enerji verimli olarak kullanırken akşam eve gittiğinde aynı özeni göstermiyor. Bu davranış biçimi bizim diplomasimizi, dış politikamızı bile doğrudan etkiliyor. Nasıl derseniz: Enerjide, petrol ve doğal gazda hala dışa bağımlıyız. O yüzden verimli enerji kullanımı çok önemli.
Atatürk'ün şu sözünü hepimiz hatırlamalı ve ona göre davrandığımızdan emin olmalıyız: Şahsi menfaatler asla toplumsal menfaatlerin önüne geçmemeli.
Son Dakika › Güncel › Prof. Dr. Emre Alkin'den 'Fırtınada Ayakta Kalma Sanatı' tavsiyeleri - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?