Başbakan Ahmet Davutoğlu, " Türkiye'de kardeşliği istemeyenler, milli birliği, beraberliği, ortak kader bilincinin gelişmesini istemeyenler, provokatif eylemlerle Gezi olayında, bir çevre meselesi gibi başlayan bir olayı güya istismar ederek büyük bir toplumsal anarşiye dönüştürdüklerinde Çözüm Süreci'ne en büyük darbe vurulmuş oldu" dedi.
Çankaya Köşkü'nde düzenlenen kahvaltılı toplantıda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölge illerinden bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya gelen Davutoğlu, burada yaptığı konuşmada, Irak savaşından da istifade eden terör örgütü PKK'nın 2005 yılında harekete geçtiğini, aynı günlerde Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde Diyarbakır'da yaptığı konuşmada, şiddetin karşısına demokrasiyi deva olarak teklif ettiğini belirtti.
Başbakan Davutoğlu, 2003 yılından itibaren olağanüstü halin, DGM'lerin, Emasya'nın, yayla ve mezralara yasakların kaldırıldığını, Köye Dönüş Rehabilitasyon Projesi'nin ve İç Göç Eylem Planı'nın uygulanmaya başladığını, çocuklara istenilen adların koyulması, yer ve mekan adlarının geri verilmesi ile Kürtçe, Zazaca, Çerkezce'yi seçmeli dil olarak öğrenme hakkının sağlandığını, anadil ve lehçelerde özel kurslar, okullar açma hakkının getirildiğini, Kürdoloji enstitülerinin kurulduğunu, harfler üzerindeki yasakların kaldırıldığını, her dilden siyasi propaganda yapma imkanının yanı sıra hapishanelerde istenilen dilde konuşma olanağının sağlandığını hatırlattı.
Bu hakların, "Devlet ne büyük lütuflar verdi size" demek için değil, en doğal haklar olması dolayısıyla verildiğini ifade eden Davutoğlu, "Bir Türk'ün Türkçe konuşması, bir Kürt'ün Kürtçe, bir Arap'ın Arapça konuşması da aynı derecede doğaldır ve saygındır. Rabbimiz bizi farklı dillerde taarruf olsun diye yarattı, birbirimizi tanıyalım diye, o diller üzerinden düşmanlık üretilsin diye değil" ifadesini kullandı.
Hangi mesajın verildiğinin hangi dilin konuşulduğundan daha önemli olduğuna işaret eden Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Yunus Emre'nin güzel Türkçesi, Feqiye Teyran'ın, Ahmadi Hani'nin güzel Kürtçesi de ezanı Muhammedinin güzel Arapçası da hep aynı mesajı verir bize dedik ama onlar ayrıştırmaya kalktılar. Bütün bunları bir demokratikleşme, özgürlük alanının genişlemesi için yaptık. Şimdi biz bunları yaparken önce Irak'taki gelişmeler bahane edilerek, 2005'te bir terör dalgası başlatıldı. 2007 Dağlıca, Çukurca saldırılarıyla bu tırmandı. Biz buna karşı 2009'da bu sefer Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'ni ilan ettik. Çok büyük baskılar, büyük eleştirilere karşı kararlılıkla bunu sürdürdük. Ama uluslararası çevreler, içerideki unsurlar bir baktınız tam da dağdan inip herkesin şehirlerde siyaset yapacağı ve Habur üzerinden bunların gerçekleşeceği atmosfer ortaya çıkmışken sabote ettiler. Onu da sabote eden aynı terör unsurlarıydı. Tahriklerle sabote ettiler, tekrar bir şiddet dalgasını gündeme getirdiler.
Bu sefer de Suriye'deki gelişmelerden güç aldıklarını zannederek Türkiye'ye benzer bir ayrıştırmayı getirmek için 2011'den itibaren bir şiddet dalgası başladı. Yine soğukkanlılıkla, sükunetle, suhuletle bu sefer 2012 Aralık'ından itibaren Çözüm Süreci başlatıldı. Bakınız, hani şimdi yeni yeni şartlar öngörenler, yeni yeni birtakım konuları gündeme getirenler bu milletin hafızasıyla alay ediyorlar. 2013 Mart'ında Nevruz'da verilen mesaj açıktı. 'Silahla mücadele dönemi bitmiştir, demokratik mücadele dönemi başlamıştır ve bütün silahlı unsurlar Türkiye'den çekilecekler'. Tarih 21 Mart 2013. Şimdi, Ağustos 2015'teyiz. Silahlı unsurlar Türkiye'den çekildi mi, silahlar bırakıldı mı? Şimdi tekrar tekrar şart koşuyorlar silahları bırakmak için. 8 Mayıs'ta açıklama yapıldı, 'ilk unsurlar çekiliyor', 26 Haziran'da geri adım atıldı. Çünkü arada Gezi olayları yaşandı. Türkiye'de kardeşliği istemeyenler, milli birliği, beraberliği, ortak kader bilincinin gelişmesini istemeyenler, provokatif eylemlerle Gezi olayında, bir çevre meselesi gibi başlayan bir olayı güya istismar ederek büyük bir toplumsal anarşiye dönüştürdüklerinde Çözüm Süreci'ne en büyük darbe vurulmuş oldu. Aynen 1993'te rahmetli Özal'ın çabalarına son verilmesi gibi. Rahmetli Özal da benzer bir çabaya girdiğinde Uğur Mumcu suikasti, Eşref Bitlis suikasti, 33 erin şehadeti, arkasından Özal'ın vefatı. Sonra Madımak, Başbağlar katliamı. Bir baktınız ülke barış atmosferinden çatışma atmosferine dönüştürüldü."
"17-25 Aralık olaylarıyla süreci durdurmaya çalıştılar"
Davutoğlu, benzer durumun 2013'te de yaşandığına dikkati çekerek, yine sükunetle, suhuletle, verilen hiçbir söz tutulmamasına rağmen kendi programlarını, kendi felsefelerine dayalı siyasi eylem planlarını uygulamaya devam ettiklerini, yollarından hiç şaşmadıklarını söyledi.
Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakan olarak görev yaptığı 30 Eylül 2013'te çok geniş kapsamlı yeni bir demokratikleşme paketini ilan ettiğini belirten Davutoğlu, "26 Kasım'da Diyarbakır'da, Sayın Barzani'nin ziyareti esnasında yeni bir atmosfer yaşandı. Ama arkasından 17-25 Aralık olaylarıyla yine Türkiye'de bir siyasi belirsizlik atmosferi içinde bütün bu sürecin durdurulmasına çalışanlar söz konusu oldu" diye konuştu.
Davutoğlu, yılmadıklarını, araştırma komisyonu istenildiğini, TBMM'de kurduklarını, yasa denildiğini hep beraber Meclis'te Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşme Yasası'nı 2014 Temmuz başında çıkardıklarını dile getirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın AK Parti'de devir teslim yapıldığı gün sarf ettiği, "Çözüm Süreci bizim en büyük projemizdir" cümlesini anımsatan Davutoğlu, "Ben de cevaben 'Çözüm Süreci bağlamında sürdürdüğünüz milli birlik, kardeşlik, özgürleşme, demokratikleşme projesi sizin ve tarihin bize emanetidir, en kararlı şekilde sürdürülecektir' dedim. Daha güvenoyu almamış hükümet iken hükümeti kurar kurmaz ilk Çözüm Süreci toplantısını yaptık. Yasanın gerektirdiği Çözüm Süreci kurulunu da 30 Eylül'de Başbakanlık genelgesi olarak devreye soktuk" ifadesini kullandı.
"Bir anda tekrar çatışmasızlığı hatırladılar"
Başbakan Davutoğlu, her hamleden sonra bir provokasyonla karşılaştıkları için konuşmasında süreci hatırlattığını dile getirerek, şöyle devam etti:
"1 Ekim'de bu çerçevede Demirtaş'ı Başbakanlık'ta, HDP Eş Genel Başkanlarını kabul ettiğimden 3 gün sonra, yine bir Kurban Bayramı'na girdik gayet olumlu bir atmosferle. 6-7-8 Ekim'de Kurban Bayramı'nın son günlerinde başlamak üzere bütün vilayetlerimizi kaos, belirsizlik ve şiddete götürecek bir eylemin çağrısını da Demirtaş yaptı. Kalkışma çağrısı yaptı. Hangi demokratik ülkede, bir siyasi lider, cumhurbaşkanlığına aday olmuş bir lider, 'Silahlanın ve sokaklara çıkın' diye bir çağrıda bulunabilir? Bir örneği gösterilebilir mi? '6-7 Ekim olayları, 90'lı yılların görüntülerini ortaya koydu' diye tenkit... Evet ama tersinden koydu. Faili meçhulleri, bu terör unsurlarının şehir milisleriyle yaptığı Yasin Börü'nün katilleri başta olmak üzere talanı, baskıyı, her türlü eylemi gördük. Buna karşı kamu düzenini ihdas etmek üzere harekete geçtik ama hiçbir şekilde Çözüm Süreci'nden de vazgeçmedik. Özgürlüklerin korunması ve iç güvenlik paketi gündeme geldiğinde bütün partiler bize karşı birleşti ama biz yaklaşmakta olan tehlikeyi ve kamu düzeni ortadan kalktığında özgürlüklerin korunamayacağı gerçeğini gördüğümüz için harekete geçtik.
Şimdi 7 Haziran'dan sonra yeni bir dönem başlatma imkanı varken, temsil kabiliyeti çok yüksek bir Meclis'te Çözüm Süreci'ni de her konuyu da tartışma imkanı varken tam bir küstahlıkla, tam bir aymazlıkla öyle mesajlar verildi ki Türkiye şöyle bir kanaat doğdu, iki alternatif için de hazırlık vardı sanki. Eğer barajın altında kalınsaydı 'Haksızlık yapıldı' diye bir başka şiddet sarmalına gidilecekti. Baraj aşılınca bu sefer aşırı kibir, Mesut Barzani'nin basına yansıyan ifadesiyle söylüyorum, aşırı kibirle ve Ortadoğu'daki kargaşadan aldıkları cesaretle bu sefer de bir başka şiddet sarmalı çağrısında bulundular. Öyle ikili oyun ki Ankara'da demokrasi, Diyarbakır'da, Batman'da, Hakkari'de şiddet ve terör. Öyle bir ikili oyun ki İstanbul'da Türk-Kürt kardeşliğinden bahsetmek ama Doğu ve Güneydoğu'da kendisinden farklı düşünen herkesin demografik bir yapı değişimine de yol açacak şekilde şehirlerden sürülmesi için baskıda bulunmak. Öyle bir ikili oyun ki bir taraftan özgürlüklerden bahsetmek, diğer taraftan her tür illegal yapılaşmayla şehirlerimizi baskı altında tutan uygulamalara yönelmek. Şimdi herkesin son 15 gün içinde yaşananları tekrar tekrar değerlendirmesi gerekiyor. Bir anda barışı hatırladılar, bir anda tekrar çatışmasızlığı hatırladılar. Çatışmasızlığı niye polislerimiz, askerlerimiz şehit olduklarında hatırlamadılar?"
(Sürecek)
Son Dakika › Güncel › Doğu ve Güneydoğu Stk İl Temsilcileri Çankaya Köşkü'nde - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?