AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Tarih idraki olmadan gelecek idraki olmaz. Şimdi Osmanlı'ya savaş açanların, Osmanlıcayı yabancı dil gibi görenlerin, Selçuklu'yu anlamayanların 'Cumhuriyeti inşa edeceğiz' fikrini öne sürmeleri temelsiz bir çatı inşa etmek gibidir. Biz tarihi süreklilik içinde Selçuklu'nun, Osmanlı'nın ve Türkiye Cumhuriyeti'nin birbirinin devamı olduğu bir tarihi çizginin takipçileriyiz" dedi.
Davutoğlu, Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen "Başbakanımız Gençlerle Buluşuyor" programında yaptığı konuşmada, şu ana kadar 74 vilayette 104 miting gerçekleştirdiklerini, birçok toplantıya katıldıklarını belirterek, salona girerken hem hiç yorgunluk hissetmediğini hem de sanki kampanyaya bugün başlıyormuş gibi heyecanlandığını söyledi.
Bütün bu çalışma ve gayretlerin gençlere iyi bir gelecek hazırlamak amacıyla yürütüldüğünü dile getiren Davutoğlu, "Amaç, sizin neslinize bizden daha iyi şartlarda yaşayacakları bir ortam temin etmektir. Gençlerle bir araya geldiğimizde aslında geleceği zihnimizde bir kez daha kuruyoruz. Tabii gençlerle bir araya geldiğimiz derken kendimi de gençlerin dışında tutmuyorum. Ben de sizin kadar gencim. Bazen beraber çalıştığımız genç arkadaşlar 'Bu tempoya nasıl dayanıyorsunuz?' diye soruyorlar. Diyorum ki 'Benim ruhum genç, bedenim de ruhuma uyuyor, hep beraber yürüyoruz" ifadelerini kullandı.
Davutoğlu, iki gün önce okuduğu İstanbul Lisesi'nin önünden geçerken o yılların (1969-1979) şartlarının zihninde bir kez daha belirdiğini aktararak, "Size şunu ifade etmek isterim, bugün eğer bu kadar yoğun bir tempoda büyük bir enerjiyle çalışma gücünü kendimizde buluyorsak, bunu o genç yaşlarda İstanbul'un bize öğrettiği ilim ve azimle sağlayabiliyoruz" dedi.
O genç yaşlarda İstanbul sokaklarında dolaşırken edindiği birikim ve kültürden daha güçlü bir enerji kaynağı olmadığını vurgulayan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"İstanbul'da olmak başlı başına büyük bir imkandır. Türkiye'de olmak başlı başına büyük bir imkandır. Çünkü bir gençlik tarih içinde eğer bir özne olmak, tarih içinde ağırlığını hissettirmek isterse, tarihin aktığı bir coğrafyada yaşaması lazım. Anadolu, Trakya, Rumeli, Kafkaslar, Ortadoğu coğrafyasının içinde, Karadeniz, Akdeniz, Hazar, Körfez gibi deniz coğrafyaları ortasında tarihin aktığı bir coğrafya. Tarih burada şekillenmiş, burada şekilleniyor ve burada şekillenecek. Dolayısıyla bu coğrafyada yaşayan gençliğin mutlaka gelecekle ilgili çok güçlü bir vizyonunun olması lazım. Size sunduğumuz, sunmayı planladığımız imkanlardan önce biraz da kendi tecrübelerimden hareketle sizlerle bu coğrafyada yaşamanın, bu ülkenin gençliği olmanın özel sorumlulukları üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Biz üçüncü nesli, geriye doğru gittiğinizde büyük bir imparatorluğun çocukları olan bir toplumuz. Baktığımızda şöyle, inşallah Cumhuriyetimizin 100. yılında tam da hayata en güçlü şekilde atılıp ağırlık koyacağınız yaşlarda olacaksınız. Şimdi geriye doğru baktığımızda, bir muhasebe yaptığımızda bu yüzyıl nasıl geçti? Bu yüzyılın nasıl geçtiğini doğru okumamız lazım ki gelecek yüzyılları kurabilelim."
Davutoğlu'ndan gençlere vasiyet
Davutoğlu, "Tarihin derinliğine doğru yayı ne kadar gerersek, geleceğe doğru oku o kadar hızla fırlatabiliriz. Hem zaman olarak bu böyledir, güçlü bir tarih bilinci. Ama Osmanlı'dan aldığımız hızla 22'nci, 23'üncü yüzyıla gitmek lazım. O yüzyıllara hazırlanmak lazım. Hem bu tarih için hem de mekan için böyledir. 'Stratejik Derinlik'te, Asya'ya doğru yayı ne kadar gerersek, Avrupa'da o kadar ilerleyebiliriz diye bir hüküm cümlesinde bulunmuştum. Bu da doğru" şeklinde konuştu.
Kadim coğrafyaya doğru keşfettikleri her alanın önlerinde yeni ufuklar açacağını dile getiren Davutoğlu, "Şimdi bu perspektiften baktığımızda, bizlerin dedeleri, sizlerin muhtemelen büyük dedeleri 1910'lu yıllarda, ki bu sene Çanakkale Savaşı'nın 100. yılındayız, bir büyük cihan devletinin ve bir milletin onurunu korumak için, 7-10 cephede yedi düvele karşı savaştı. Onların nefes alacakları, düşünecekleri vakitleri yoktu. Onların tek idealleri vardı, kendisinden sonra gelecek nesillere, üzerinde Ezan-ı Muhammediye'nin dinmediği, al bayrağın inmediği bir ülkeyi bırakabilmek" ifadelerini kullandı.
Davutoğlu, "On beşliler" türküsünü anımsatarak, şöyle devam etti:
"On beşliler nesli, sizden daha gençtiler. Çok genç yaşta, daha yeni ergenlik çağındayken bütün bir imparatorluğun çözülme sürecinin ağırlığı onların omuzlarına yüklenmişti. Her yerde savaştılar. Çanakkale'de, Sarıkamış'ta, Irak'ta, Galiçya'da, Yemen'de. Şu an birçoğu vatan toprakları dışında kalmış her coğrafyada savaştılar. Beni en çok etkileyen, sizin de mutlaka bir vasiyet olarak söyleyeyim, eğer yurt dışına giderseniz, eğer bir vilayete ziyarete giderseniz mutlaka yapmanızı istediğim şey, orada bir tek şehidimiz varsa gidin o şehidin huzurunda durun, Fatiha okuyun ve tefekkür edin. Çünkü biz eğer bugün sizlerle burada bu toplantıyı yapabiliyorsak, öyle veya böyle millet karar verecek hangi iktidarın geleceğini ama eğer bir seçime doğru yürüyorsak, o şehitlerin kanları, fedakarlıkları üzerinde bunu yapıyoruz."
"Tarih idraki olmadan gelecek idraki olmaz"
Davutoğlu, o dönemde, 12-13 yaşlarında cepheye gidip 25-30 yaşlarında geriye dönenlerin çok büyük bir özgürlük ve onur mücadelesi verdiğini anlatarak, "Onlar sadece bir kariyer düşündüler. Şehitlik, şehitlik, şehitlik" dedi.
Özgür bir ülkede, Cumhuriyetin çocukları olarak eğer bugün Cumhuriyetin 100. yılına yürünüyorsa, Osmanlı'nın son neslinin yaptığı büyük fedakarlıklarla bunun gerçekleştirildiğini aktaran Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Bunu şunun için zikrediyorum. Tarih idraki olmadan gelecek idraki olmaz. Şimdi Osmanlı'ya savaş açanların, Osmanlıcayı yabancı dil gibi görenlerin, Selçuklu'yu anlamayanların, 'Cumhuriyeti inşa edeceğiz' fikrini öne sürmeleri temelsiz bir çatı inşa etmek gibidir. Biz tarihi süreklilik içinde Selçuklu'nun, Osmanlı'nın ve Türkiye Cumhuriyeti'nin birbirinin devamı olduğu bir tarihi çizginin takipçileriyiz. 1920'li yıllar yeni bir cumhuriyeti kurma yıllarıydı. O dönemin gençliği yeni bir heyecanla, yeni bir devleti inşa etme çabası içindeydi zorluklar içerisinde. 1930'lu yıllar, tek parti baskısının altında gençliğin bunaldığı yıllardı. Necip Fazıl'ı açıp okuyun, Nazım Hikmet'i okuyun. Sağ veya sol, şu veya bu düşünceye sahip herkes büyük baskılar altında kaldı."
"Şefliğin olduğu yerde özgür birey, onurlu vatandaş olmaz"
Davutoğlu, tek parti döneminde, Sinop Cezaevi'nde, Ankara'da Ulucanlar Cezaevi'nde, nice canların feda edildiğini ve baskıların yaşandığını hatırlatarak, "Uğrunda şehit olunan Ezan-ı Muhammediye'nin sedası gökyüzünden silinmeye çalışıldı. Uğrunda şehit olunan Kur'an-ı Kerim eğitiminin ancak gizli şekilde, kapalı kapılar ardında yaşandığı dönemler görüldü. Bir baktınız, 3 Mayıs 1944'te o dönemin gençleri 'Türkçü' diye hapse atıldılar, bir bakıyorsunuz aynı yıllarda 'solcu' diye hapse atıldılar. Gençliğe güvenmeyen, 'sen tek tip olacaksın' diyen bir tek parti zihniyeti. Zor yıllardı. Onlar bizim babalarımızın dönemiydi" şeklinde konuştu.
O günlerin hem İkinci Dünya Savaşı'nın açlık, kıtlık yılları hem de özgürlüklerin bütünüyle tasfiye edildiği milli şeflik dönemi olduğunu dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Eğer unvan milli şef diye bir unvansa zaten gerisini siz düşünün. Şefliğin olduğu yerde özgür birey, şefliğin olduğu yerde onurlu vatandaş olmaz. İşte onun için onurlu insanlar birer birer terk-i diyar etmeye çalıştılar. Bir kısmı İslami düşünceleri dolayısıyla Ortadoğu'ya, Mısır'a gitti. Mehmet Akif gibi bir İstiklal şairi bile ülkeyi terk etmek durumunda kaldı. Bir kısım sol görüşlüler de yine onurlu bir hayat arayışı içerisinde Nazım Hikmet gibi başka diyarlara gittiler. Bir kısmı hapishanelerde günlerini geçirdiler Necip Fazıl gibi. Ama gençlik işte bu dönemlerde de boyun eğmediği zaman gençlik olur. 1950'li yıllar, demokrasiyle birlikte bu sefer Adnan Menderes'in etrafında yeni bir gençliğin ülke idaresine ağırlığını koyma çabasının olduğu yıllar. Ama önünü kestiler. 1960'da o dönem için büyük hayal ve iddialarla halkın önünü açan ve bir anlamda yeni bir gençlik için zemin hazırladığı düşünülen Adnan Menderes ve arkadaşlarının yönetimindeki Türkiye bu sefer darbelerle tanıştı. 1960 darbesi sadece o günün iktidarına son vermedi. Aynı zamanda o günden bugüne kadar gelen tüm darbe ve vesayetlerin de altyapısını oluşturdu. Eğer 27 Mayıs yaşanmamış olsaydı, eğer 27 Mayıs'ın o darbeci zihniyeti daha sonraki dönemlere damgasını vurmamış olsaydı, çok daha özgür bir ülkeyle çok daha erken bir dönemde tanışmış olacaktık. Bizler tam o yıllarda doğduk. 1968 olaylarını hatırlarım."
"Vatana, millete hizmet eden, Allah rızası için çalışan biri olacağım"
İlkokul 5. sınıftayken bir gazetede kendisine ayrılan köşede yazılarının çıktığını anlatan Davutoğlu, orta birinci sınıf öğrencisiyken öğretmeniyle yaşadığı bir anıyı şöyle paylaştı:
"Hocamız, 'Ne olmak istiyorsunuz?' diye bir soru sormuştu. Herkes yazılar yazdı, hocamıza verdik. Sınıfta yazdık kendi elimizle. Sonra hocam yanına çağırdı bana 'Bunu sen mi yazdın?' diye sordu. Yazıyı bana tekrar okuttu. 'Aman bunu burada yazmışsın ama başka yerde fazla zikretme. Ama çok iyi yazmışsın' dedi. Yazdığım şey de şuydu; 'ne olacağım önemli değil, vatana, millete hizmet eden, Allah rızası için çalışan biri olacağım'. Düşünün nasıl bir baskı ortamı varmış ki o dönemlerde öğretmenim bunu bana söylerken kapıyı kapattı, kulağıma fısıldadı. 'Hep böyle düşün ama bunları çok konuşma' dedi. Vatan, millet ve Allah demenin kendisinin suç olduğu anlamında söylemiyorum ama o dönemdeki psikolojik ortam, 27 Mayıs sonrası, 12 Mart sonrası dönemin ağırlığı herkesi etkilemişti. Daha sonra 2002'de Başbakan Başdanışmanı olduğumda bu metni babama 'Şimdi emaneti size verdim' diye getirmişti. Şimdi bende duruyor. Ama şuydu, emin olun 60'lı, 70'li yıllarda yetişenler, hangi ideolojide olursa olsun, biz bir özgürleşme arayışı içindeydik. Kendimiz olmaya çalışıyorduk. İstanbul sokaklarında dolaşırken ülkemizin düştüğü zelil durum dolayısıyla büyük bir isyan hali içindeydik. 1971, 12 Mart sonrasında hiç zihnimden çıkmayan bir şey, yurt dışından o zaman geçiş hükümetlerine gelen Sayın Karaosmanoğlu geldi, başbakan yardımcısı oldu. Kemal Derviş gibi diyelim kriz döneminden çıkarmak için ülkeyi. Söylediği şey şuydu, hala çocukluk zihnimde isyan duygusuyla hatırladığım bir cümle, kendisinin bir kabahati yok, o nihayet bir analiz yapıyor, 'Eğer bu tempoda gidersek 1995 yılında, 1971 yılındaki İtalya seviyesine varırız'. Bir taraftan yollarında yürüdüğüm İstanbul'un o görkemli camileri, kütüphaneleri, tarihi, diğer taraftan o tempoda çalışırsak 25 yıl sonra 1971'in İtalyasına gelme vizyonu. İşte biz bunu kabul etmedik. Hiçbir zaman kabul etmedik, şimdi de kabul etmiyoruz, gelecekte de etmeyeceğiz."
(Sürecek)
Son Dakika › Güncel › Başbakanımız Gençlerle Buluşuyor' Programı - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?