Felsefe Dersleri Kaldırılsın" Açıklamasına Büyük Tepki - Son Dakika
Emlak

Felsefe Dersleri Kaldırılsın" Açıklamasına Büyük Tepki

Felsefe Dersleri Kaldırılsın" Açıklamasına Büyük Tepki

Dün medyada, felsefe bölümlerinin talep yetersizliğinden kapanma riskiyle karşı karşıya olduğu tartışılıyordu.

29.09.2018 03:55

Felsefe Profesörü Aslan Topakkaya,  felsefe kontenjanlarının yarısından fazlasının boş kalmasından MEB bürokratlarının 5-6 ay önceki demeçlerini sorumlu tuttu. Topakkaya'ya göre, önümüzdeki beş yıl içinde felsefeci ihtiyacımız olmayacak, diyen bürokratlar, öğrencilerin felsefe tercihlerini olumsuz etkilemiştir. Topakkaya zahiren haklı olabilir. MEB bürokratları her zaman ne yaptıklarını tam bilmeyebilirler!

Gazeteci Murat Bardakçı ise özel bir dil denemesi olan Aziz Yardımlı'nın yazılarından yaptığı uzun ve gereksiz bir alıntıyla böylesi bir dilin öğrenciler için zaman kaybından başka bir şey olmadığını ileri sürdü. Gençlerimizi Allah korumuş, dedi.

Felsefe Profesörü Ali Osman Gündoğan ise sosyal medya sayfasından isim vermeden Bardakçı'yı, diğer Türkçe felsefe metinlerini görmemekle eleştirdi. Felsefeciler kolaylıkla Bardakçı'yı felsefe okur-yazarı olmadığı anlaşıldı, diyerek; felsefeyi Yardımlı'nın arı Türkçe girişimine indirgeyerek belli yönde ve kusurlu akıl yürüttüğünü söyleyerek eleştirebilirler. Bir köşe yazarının Türkiye'de zor felsefe metinlerini anlamaya çalışmaktansa onu tukaka etmeye çalışmasını anlamasız bulabilirler.

Öte yandan Topakkaya'nın eleştirdiği durumda bir tezatlık var. Felsefe öğretmenine ihtiyaç duyulmaması bir neden değil, bir sonuçtur. Türkiye'deki kötü felsefe öğretimiyle, insanların felsefi düşünmeye karşı ilgisizliğinin bir sonucudur.  Ayrıca gerçekten de MEB'in gelecek beş yıl içinde felsefe öğretmenine ihtiyacı olmayabilir ve bu aslında arzulanan bir durumdur. Bir alanda ihtiyacın karşılanmış olması kesinlikle iyidir. İyi olmayan şudur: Toplumun felsefeye ihtiyacının olmaması.

Topakkaya, niteliksiz ve amacından sapmış felsefe öğretimini ve felsefenin kötü imajını gözden kaçırıyor. Liselerde felsefe dersi sayısını yüzde 100 artıran Bakanlık, okullarda felsefeciye duyulan ihtiyacı yüzde 50 azalttığını da biliyor. Felsefe ders saatinin dörde çıkması, felsefe öğretmenine ihtiyacı iki katına çıkarmıyor. Bu durum herkes gibi, Topakkaya'ya da ilginç gelmiş!

Felsefeci ihtiyacı niçin azaldı?

MEB, muhtemelen felsefe eğitimi aldığını belgeleyen ilahiyatçılarla, felsefeci ihtiyacını "daha arzulanır düzeyde" giderebileceğini düşünüyor. Bence beklenti de gidişat da bu yönde. Örneğin geçen yıl MEB, 60'tan fazla Felsefe bölümünün olduğu Türkiye'de, din psikolojisi uzmanı bir ilahiyatçıyı felsefe ders kitabı için editör olarak görevlendirdi. İlahiyatçının editörlüğünde yazılan kitap, içinde çok sayıda ve çeşitli hatalar içerse de geçtiğimiz yıl liselerde okutuldu, bu sene de okutuluyor. Felsefecilerin ise merak edip liselerde çocuklar ne öğreniyor, diye baktıklarına dair en ufak bir belirti görmedik. Öte yandan ne ilahiyatçı profesör ben bu işin uzmanı değilim, dedi ne MEB, felsefe bölümünden birini editör olarak talep etti, ne de felsefe bölümlerimiz, ilahiyatçıların yazdığı felsefe kitabını incelemeyi düşündüler. Ama bu sene talep düşük olunca felsefecilerimiz, işsiz kalma riskiyle karşı karşıyalar. Öte yandan yeni açılan felsefe bölümlerinin birçoğunu ilahiyatçıların kurduklarını da not etsek iyi olacak!

Peki, bu aşamaya nasıl gelindi?

Felsefeciler bu toplumda ne ürettiklerine bakmalılar. Tüm dünyada, özellikle teknoloji ve bilişimde sanal gerçeklik ve yapay insan modelleri üzerinde çalışan Batı tarzı toplumlarda felsefe gittikçe popülerlik kazanıyor. Batıda felsefe gündemi; gündelik yaşam, ilişkiler, insan, hayvan ve robot hakları, küresel siyasal düzen, iklim değişikliği, tüketim, gözetim, sinema, bilişim etiği, ayrımcılık, yoksulluk gibi ivedi sorunlarla, deyim yerindeyse boğuşuyor. Çöllenme, fakirlik, gelir eşitsizliği, aile, özgürlük gibi konular felsefenin konuları arasında giriyor. Bir yandan gündelik yaşamdan yeni felsefeler türetmenin yolları aranırken diğer yandan eski felsefeler şimdiki gündelik yaşamı aydınlatmak için birer araç olarak kullanılıyor. Dijitalleşme ve bilişim devrimi ışığında yepyeni bakış açıları felsefecilerin elinde etrafa saçılıyor. Felsefi terapi, uygulamalı felsefe veya performans felsefesi gibi güncel felsefi disiplinler, Türkiye'de anılmıyor bile. Tabi bu konular gazetecilerin de gündeminde yok.

Türkiye'de yanlış adımlarla başlamış süreç, bu sefer gerçekten tersine işliyor. Toplum, gerekçelendirilmemiş bir muhafazakarlığın zirvesine doğru ilerliyor. Vatandaşların sorgulayan bir zihne kuşkuyla bakmaları söz konusu. Gittikçe güçlenen çatışmacı değer yargıları, felsefi düşünmeyi bıçak gibi kesiyor. İki değerli düşünmeye zorlanmış insanların gerçekten düşünmesine gerek kalmıyor. Ülkede demokratikleşmeyle birlikte vatandaşlar, sık yapılan seçimler yoluyla siyasal tercihler yapmak zorunda kalıyorlar. Seçim sandıkları, sorgulamanın önünü kesen bir demokrasi zehri saçıyor. Seçimlerde zoraki yapılan tercihler düşünme süreçlerini belli yönlerde eğiyor. Benim "siyasal zehirlenme" dediğim bir olgu yüzünden, felsefe de bilim de politize oluyor.

Yüksek dozda düşünmezlik sendromo sergileniyor

Politize olmuş bir felsefeyi okumanın bir anlamı olmadığı en son 80 olaylarıyla kesin olarak anlayan halk, felsefeyle arasına ikinci kez mesafe koymaya başladı. Felsefi düşünmenin yerini sosyal medya, din ve kesinlikle politika dolduruyor.  Madalyonun arka yüzünde başka bir gerçeklik var: Halk düşüncesi de politize olduğundan vatandaşlar, "düşünmezliğin konforunu" tercih ediyorlar. Bu, uzun vaadede kesin olarak zararlı çıktılara yol açsa da kısa vadeli halk belleği ve zekasını rahatlatıyor. Ev işlerini ücret karşılığı yapan hizmetçilerin konforunu sürmek nasıl bir zevk veriyorsa kendileri yerine düşünen liderlerin görüşlerini alıp kullanmak da aynı zevki veriyor. Vatandaşlar, bu zehirlenmiş beyin sendromonun konfornunu sürmekten hoşnut. Yüksek dozda düşünmezlik konforu yaşayan vatandaşlar, bir yük olan ve sorumluluk üstlenmek anlama gelen düşünme zahmetine katlanma konusnda isteksizler. Ne diyelim, alan memnun, veren memnun!

Artan felsefe karşıtlığı

Vatandaşların felsefe karşıtlığına doğru sürüklenişi, suçu kediye yüklemek olur. Felsefecilerin sorumsuzluğunu bence daha yüksek ve yoğun. Türkiye'de felsefenin statüsü ve imajı kötü durumda. Bunda vatandaşın suçu yok; sorumlular bu kez felsefeciler. Yüzyılda tek bir filozof çıkaramamış bir akademi, hala vatandaşları suçluyorsa dönüp kendine bakmalıdır. Peki, nasıl?

Felsefenin Türkiye'ye etkili olmaya başlaması, 68 kuşağıyla oldu. Kesinlikle muhafazakar, sağcı ve biraz da olsa dindar bir topluma, dinsiz ve maddeci sol devrimci fikirlerin felsefe adına öğretilmesi, felsefenin kötü ününden bence doğrudan sorumlu tutulmalı. "Felsefeci" demek halkın nazarında, "dinsiz, solcu, garip" bir tip demek oldu bu felsefeciler yüzünden. Felsefecinin kendine hayrı yoktur ki halkı aydınlatsın, diye düşünüldü.

Topluma sırtını dönen bir felsefe

Bu felsefeciler, içinden çıktıkları topluma, sırtlarını dönerek felsefe öğretmeye kalkıştılar. Hala da öyle güçlü ve hakim bir yaklaşım ve kadro var. Bu tutum, sadece çoğulculuk içinde olursa anlamlı ve işlevsel olur. Topluma, insana, doğaya sırtını dönerek felsefe yapılmaz. Felsefenin doğasında ilgi, aşk, eros, tutku ve diyalog vardır; felsefenin doğasına ters bir iştir bu. ve toplum burada bir terslik olduğunu sezdi, seziyor.

Felsefe, yüzyüze diyaloglar şeklinde başlamıştır Ege kıyılarında, İsa'dan beş yüzyıl önce. O günden bu yana filozoflar, içinde bulundukları çağın ve toplumun gerçek sorunlarıyla ilgilendiler, bizimkilerin yaptığı gibi salt teorik ve ihraç edilmiş konu ve fikirlerle değil. Gerçekten de felsefe bölümünden mezun olmuş bir öğrencinin, bir felsefe öğretmeni adayının Türk toplumuna sunabileceği hiçbir bilgi belleği yoktur çünkü zihni Batı felsefesinin kavram ve düşünceleriyle doldurulmuştur. O da çok kötü bir ezberdir ya!

Türkiye'de felsefe adına öğretilen şey tam olarak budur: Batı felsefe tarihi ve Batı düşüncesi. Bu, Batılı tarzda düşünmek bile değildir; Batı'nın düşüncesini ezberlemekten öte geçmez.

Felsefe öğretmenlerinin sorumluluğu var!

Bana öyle geliyor ki şunu herkes kabul eder: Türkiye'de felsefenin prestiji berbat. Felsefenin kötü ününden din karşıtı egemen felsefeci akademisyenler kadar, onların yetiştirdiği felsefe grubu öğretmenlerinin garip tutumlarının da sorumluluğu sorgulanmalıdır. Kötü felsefe öğretmenleri, tuhaf davranışları ile öğrencilerin gözünde felsefeyi garipsenecek bir hale getirmiş olabilirler. Anlamsız davranışlar, garip sorular, etrafa alışılmışın dışında bir tuhaflıklık yayma gibi tutumlar, felsefe öğretmenleri için normal görülüyor. "Geçerli felsefe öğretmeni profili"nde imaj sorunu olduğu çok açık. Felsefe öğretmenleri abartılmış ve içi boş bir farklılık imajı sergiliyorlar. Batılı filozofların yaşam hikayelerinden anekdotları taklit etmekle felsefe yapılabilir mi!

Felsefeciler kendilerini haksız yere, toplumun önünde ve üstünde görüyorlar. Görmemeliler halbuki! Yerel gerçekliğe, anne babalarının, ninelerinin yaşamına, çevrelerindeki insanların yaşadığı fiili koşulllara karşı, en sakıncasız ifadeyle ilgisizler; toplumsal ve kültürel gerçekliği görmezden geliyorlar; daha ağır bir ifadeyle onları aşağılıyorlar. Bohem yaşamı felsefi bir koşul saymak moda neredeyse. Hiç de öyle bir koşul yoktur halbuki! Vakt-i zamanında bir moda olan fakat artık modası geçmiş bulunan modern tutumu felsefi tutumla eşitlerler.

Toplum, daha fazla kötü felsefeyi finanse etmeyebilir!

Toplum bu insanlara yüksek maaş, seçkin bir statü veriyor. Üniversite binalarında, güvenlik içinde elit yaşamlar sürüyorlar. Devletten aldıkları maaşla veya toplumun katmadeğeriyle tepeden bakmaya kendilerinde hak görüyorlar. Toplum bu tür felsefe üretimini daha fazla finanse etmek istemeyebilir! Talep azlığı bunun bir göstergesi olarak okunabilir. Toplumda ve politik düzlemde felsefeyle ilgili bir hesaplaşma eğilimi olduğu seziliyor. İlahiyat fakültelerinde felsefenin kaldırılması gündemdeydi önceki yıllarda.

Bence felsefeciler, MEB'in felsefe öğretmeni istihdamıyla ilgilenmek ve MEB'i suçlamak yerine, ilk önce felsefe bölümleri kapatılırsa bu toplum ne kaybeder, diye sormalıdır. Varoluşçuluk, liberalizm, demokrasi, ödev ahlakı, fayfacılık, deneycilik, dışavurumculuk, postmodernizm… Bütün bunlar Batılı filozoflar tarafınfan Batı kültürü için üretilmiştir. Felsefe bölümleri, Batı kültürü havariliği yapmaktan öte bir iş görmez. Batıyla entegrasyon için belli bir vazife icra eder fakat hepsi bu kadar! Felsefe bölümleri, felsefi bilginin transferini de yaparlar fakat bu transfer de çok çok azdır.  Felsefi bir terminolojiyle söyleyeyim: Bizim felsefecilerimiz topluma yabancılaşmıştır. Bir yabancının hane içindeki misafirliği uzun sürmez.

Felsefe öğretiyorlar, felsefe yapmayı değil

İthal felsefenin yol açtığı daha vahim bir durum var: Her felsefeci, Kant'ın "Felsefe değil, felsefe yapmak öğrenilebilir" sözünü aktarır fakat asla felsefe yapmayı öğretmez. Kişisel gözlemimi söyleyeyim: Türkiye'de kendi başına düşünmeyi öğrenmiş felsefeci sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Umarım yanıldığımı tarih gösterir! Buna kısa bir açıklama getireyim: Kendi zihinlerine, serbest sorgulama için izin vermezler. Önceden belirlenmiş nasslar ve kalıplar içinde kalmaya özen gösterirler. Kendisini açık seçik ortaya koyan soruların üzerine gitmeye cesaret edemezler. Bunu en açık, kendilerine bir eleştirel soru yönelttiğinizde veya farklı bir görüşle doktora veya doçentlik jurisinin karşısına çıktığınızda görürsünüz. Görünüşteki tevazu, soruya muhatap olduklarında dişini gösterme eğilimine bırakır yerini. Soruyu, birlikte düşünmek için bir araç olarak kullanmayı düşünmezler bile. Türkiye'de felsefecilere soru sormak, eğer cevabını bildikleri veya gururlarını okşamak amaçlı bir soru değilse neredeyse suçtur.

Anlaşılmazlığın cazibesi

Anlaşılmaz olmak için anlaşılmazlığın cazibesine kapılmışlardır. Birçoğu birer "Karanlık Heraklit" olma sevdasında, anlaşılmazlığın gizeminden pay alma kaygısındadırlar. Herakleitos'la ilgili hikayeyi vird edinmişlerdir: "Efendim, halk sizi anlamıyor, biraz halkın seviyesine inseniz!" dendiğinde Herakleitos'a, şöyle demiş: "Halk benim seviyeme çıksın!" İyi de nasıl olacak bu iş! Aramızdan ayrılıp yukarı çıkan sensin, inebilecek olan da sen olmalısın, değil mi? Böyle düşünmezler.

Dil sorunu var, bu kesin!

Aziz Yardımlı'nın Türkçe felsefe denemesi örnek veriliyor. Saf Türkçe ile felsefe yapmaya girişmek, takdir edilecek bir girişim olarak görülmeliyidir. Yardımlı'nın çeviri eserlerini ve kendi yazdığı önsözleri bizler de çok zorlanarak okuyoruz. Hatta ben bazılarını 5-6 kere okumak zorunda kaldım. Ama tutup da onun kendine özel tarzını, Türkçe felsefe dili ile özdeşleştirmeyi makul bulmam.  Yardımlı, çeviri sorunuyla mücadele ediyor. Bir arayış içinde. Takdir edilmeli ve cesaretlendirilmelidir. Felsefecilerin dil arayışı, bütün toplumlarda çok onurlu ve kutsal kabul edilir. Onu da bu bağlamda görüyorum, yöntem olarak eksik bulduğum yönleri olmakla birlikte.

"Türkçe felsefe dili" meselesi, Osmanlıca, Arapça, İngilizce ve Farsça ile, çeviri ve terminoloji sıkıntıları ile çevrilmiştir. Osmanlıcadan bize miras kalan, abartmadan söyleyim, "çok zengin" bir terminoloji vardır. Fakat sol eğilimli felsefe hocaları, Osmanlıca kullanan öğrencilere karşı sert bir önyargı sergilerler. Adeta yasaktır Osmanlıca terminoloji kullanmak. Halbuki iyi derecede Osmanlıca ve temel düzeyde Arapça eğitimi verilmeden ne özgün felsefe üretilebilir ne de Türkçede felsefe yapma imkanına kavuşabiliriz.  Hoşuma gitmese de mesele dönüp dolaşıp dil sorununa sarmalanıyor.

Felsefe, yaşamın içine girmeli. Yoksa felsefeyi, felsefe öğretmenliğine indirgemek sorunu büyütür. Simitçisinden sanatçısına, okurundan yazarına kadar her seviden insanın bir felsefesi vardır, olmalıdır da. Her şeyin fazlasıyla karmaşıklaştığı günümüzde felsefenin birleştirici, sentezleyici, analiz edici ve güven verici araçlarına ihtiyacımız var. Felsefe bölümleri kapanırsa bu sorun değildir. Asıl sorun, diğer disiplinlerin felsefeci istihdam etmemesindedir. Felsefeciler üniversitelerde fen bölümleri ve tıp da dahil olmak üzere spor ve sanat bölümlerine dağılmalıdırlar. Felsefenin içinde düştüğü krizden çıkış için uygulanabilir bir yoldur bu.

Doç. Dr. Şevki IŞIKLI

Kaynak: Projemlak

Son Dakika Emlak Felsefe Dersleri Kaldırılsın' Açıklamasına Büyük Tepki - Son Dakika

Sizin düşünceleriniz neler ?


Advertisement