Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Başkanlık sistemi denince akıllarına hemen padişahlık gelenlere şunu hatırlatmak isterim. Dünyada başkanlık sisteminin olduğu hiçbir ülkede monarşi yani krallık yokken, parlamenter sistemlerin pek çoğunda bunu görmek mümkündür. Bunu nereye koyacaksın?" dedi.
Erdoğan, Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Konferans Salonu'nda düzenlenen, "Tu¨rkiye'de Hu¨kümet Sistemi Tartıs¸maları ve Bas¸kanlık Modeli Sempozyumu"nda yaptığı konuşmada, Türkiye'de 150 yıllık bir geçmişi olan, devletin yapısına ve idare şekline ilişkin çabaların ortak özelliğinin, kısa zamanda ve kolay sonuç alma amacına dayanması olduğunu söyledi.
Tanzimat'ın tıkanma emareleri gösteren devletin yapısı ve idare şekliyle ilgili arayışların ilk tezahürü olarak ortaya çıktığını anımsatan Erdoğan, Batı ve batılılaşma kavramlarının, gerisindeki tarihi, kültürel, sosyal, siyasal sebepler analiz edilmeden, sathi bir bakışla ve kopyalama yöntemiyle yeni sistemin temel unsurları olarak kabul edildiğini bildirdi.
Aynı şekilde Birinci Meşrutiyet'in ilanı sırasında, dokuz hafta içinde bir anayasanın hazırlandığını belirten Erdoğan, bu anayasanın, ülkenin sorunlarına çözüm getiremediğinin, getiremeyeceğinin anlaşılmasının uzun sürmediğini, Rusya ile girilen savaşın ağır bir yenilgiyle sonuçlanmasının ardından, toplam 15 ayı bulmayan bir süre sonunda kurulan bu sistemin çöktüğünü anlattı.
İkinci Meşrutiyet'in de benzer şekilde büyük beklentiler ve kısa sürede sonuç alma hayalleriyle ilan edildiğini hatırlatan Erdoğan, şöyle konuştu:
"Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşı ile ülkenin paramparça olması, İkinci Meşrutiyet'in de sorunlara çözüm getiremediğini acı bir şekilde gösterdi. Cumhuriyet'in kuruluşu sonrasında da devletin yapısı ve idare şekliyle ilgili arayışlar devam etti. Önce tek parti kuruldu, ardından çok partili sistem arayışlarına girildi. Sonra yeniden tek partili sistemde karar kılındı. İkinci Dünya Savaşından sonra yeniden çok partili sisteme geçildi. 1960 ve 1980 darbeleriyle kesintiye uğrasa da 1971 ve 1997 dolaylı müdahaleleriyle sarsıntı geçirmiş olsa da çok partili sistem, bütün sorunlarına ve sıkıntılarına rağmen bu güne kadar devam etti.
Çok partili sisteme geçildiğinden beri gerek anayasa, gerek seçim ve siyasi parti kanunları başta olmak üzere, temel mevzuatlarda yapılan değişikliklerle idare şekline ilişkin arayışlar hep sürdü. Aslında bütün sorunlarına, sıkıntılarına, kesintilerine rağmen Türkiye'nin önünde kendini tartmasını, eksiklerini görmesini ve yeni hedefe yürümesini sağlayacak zengin bir siyasal tarihi bulunuyor. Buna rağmen başkanlık sistemi konusundaki tartışmaların büyük ölçüde 150 yıllık yanlışların tekrarı olarak ifade edilebilecek sathi, ideolojik değerlendirmeler üzerinden yürütülmeye çalışıldığını görüyoruz. İlkeler ve veriler değil, kişiler üzerinden yürüyen bir başkanlık sistemi tartışmasından gerçekçi ve işlevsel sonuçların çıkması elbette mümkün olamaz."
-"İkili bir yapı ortaya çıkmıştır"
1787'de Amerikan Anayasası'nı yapmak için bir araya gelenlerin de 1920'de Ankara'da Kurtuluş Savaşı'nı yürütmek üzere toplananların ortak özelliklerinin, "özgürlük, devlet ve demokrasi" konularındaki samimi görüşleri olduğunu belirten Erdoğan, bu kadroların arkasında, farklı toplum kesimlerinin desteğinin bulunduğunu, Türkiye'deki yeni anayasa ve bununla bağlantılı olarak, başkanlık sistemi tartışmalarının başarıya ulaşmasının da buna bağlı olduğunu söyledi.
Demokrasi ve özgürlükler konusunda samimi görüşlere sahip olan, bunları açık yüreklilikle ifade edebilen herkesin bu sürece katkı vereceğini bildiren Erdoğan, aksi yönde davranan herkesin de millet tarafından teşhis ve tedip edileceğine inandığını ifade etti.
Türkiye'de, "cumhuriyet, demokrasi, laiklik, batıcılık, çağdaşlık" gibi kavramların, belirli zümrelerin, kendi siyasi ve ekonomik güçlerini korumak için kullandıkları birer zırh haline dönüştüğüne dikkati çeken Erdoğan, şöyle devam etti:
"Bir takım kesimlerin nüfuz alanların genişletmeye yönelik çıkar mücadelelerinin silahı haline gelen bu kavramların bir hayli yıprandığını kabul etmek durumundayız. Bu kavramların çarpık kullanımı ister istemez aynı karşıt kavramların da türetilmesine yol açtı. Demokrasilerde bu tür tartışmaların siyasi karar alma mekanizmaları içinde yapılması gerekir. Ama bizde bu temel tanımlamalar yargı organları, ordu, meslek örgütleri, medya gibi kurumların temsilcileri tarafından topluma adeta dayatılmıştır. Burada öncelikle şu tespiti yapmamız gerekiyor, buna mecburuz; Türkiye'nin şekil olarak Anglosaksonlar, ruh olarak Fransız kökenli bir demokrasisi bulunuyor. Bu da demokrasi ile cumhuriyetin birbirine karışmasına yol açıyor. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye'de bürokratik oligarşiye dayalı bir anlayışla sistem tahkim edilmeye çalışılırken, halkın demokrasi yoluyla bu sürece etkin katılımına yeterli önem verilmemiştir. Bu durum bürokratik oligarşinin cumhuriyetten, halkın demokrasiden yana olduğu ikili bir yapı ortaya çıkarmıştır."
-"İnönü, CHP genel başkanlığını bırakmadı"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yarım asır boyunca yaşanan gizli, açık darbelerin, Türkiye'nin demokrasiye dayalı cumhuriyet anlayışına geçiş mücadelesinde ortaya çıkan sancıların tezahürleri olarak görülebileceğini belirterek, cumhuriyet rejiminin üzerine bina edildiği cumhurun samimi desteğini elde etmenin yolunun, güçlü demokrasiden geçtiğini vurguladı.
Erdoğan, şöyle konuştu:
"Türkiye'nin ortasında yer aldığı Kafkasya, Ortadoğu, Balkanlar coğrafyasında yaşanan hele hele son 200 yılda yaşanan yıkımlar ve çekilen acılar, ülkemizde güçlü bir ordunun mevcudiyetini elbette zorunlu kılıyor. Ancak ordunun asli görevinin ötesine geçip, siyasetçilerin yerini alması bu ülkeye hep büyük felaketler yaşatmıştır. Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşı'nda yaşanan ve bugün hala teeddüple hatırladığımız kayıpların nedeni ordunun siyasi karar alma mekanizmalarını da kontrol etmesidir. Buna karşılık, Kurtuluş Savaşı'nda elde edilen zaferin sebebi tam tersine ordunun siyasi karar alma mekanizmalarının mutlak hakimiyeti altında bulunmuş olmasıdır. Bunları birbirinden ayırmamız lazım. Cumhuriyet döneminde yaşadıklarımız, Meşruiyet ve istikrar zemininde gelişen yeni sistem arayışlarında ordunun rolünün yeniden biçimlenmesini gerekli kıldı."
Siyasetçilerin sistemdeki konumlarına dikkati çeken Erdoğan, " İsmet İnönü'nün başında bulunduğu CHP, 1950'de yüzde 39.9, 1954'te yüzde 34.8, 1957'de yüzde 40.6, 1961'de yüzde 36.7, 1965'te yüzde 28.7, 1969'da yüzde 27.4 oy almıştır. Partisinin aldığı oylar bir seçim hariç, sürekli düşmesine rağmen İsmet İnönü, CHP genel başkanlığını bırakmamıştır. Sonunda parti içi mücadelede, Bülent Ecevit'e kaybederek, siyaset sahnesinden çekilmiştir veya çekilmek zorunda kalmıştır" dedi.
-"Başkanlık sistemi köklü bir reform"
Süleyman Demirel'in başında bulunduğu Adalet Partisi'nin 1965'te yüzde 52.9, 1969'da yüzde 46.5, 1973'te yüzde 29.5, 1977'de yüzde 36.5, Doğru Yol Partisi'nin ise 1987'de yüzde 19.1, 1991'de yüzde 27 oy aldığını belirten Erdoğan, şunları ifade etti:
"Görüldüğü gibi oyları genellikle düşmesine ve siyasetteki ilk seçiminin düzeyine asla ulaşamamasına rağmen Demirel, parti lideri, başbakan ve cumhurbaşkanı olarak yıllarca ülkenin kaderine hükmetmiştir. Rahmetli Özal'ın aktif siyaset hayatında da sürekli düşen bir seçmen desteği grafiği söz konusudur. Benzer durumlar Demirel sonrası Tansul Çiller, Özal sonrası Mesut Yılmaz, rahmetli Türkeş sonrası Devlet Bahçeli ve diğer pek çok lider için de geçerlidir. Liderler ancak partileri adeta yok olup gittikten, ortada yönetecek bir teşkilat, sözüne kulak verecek kitleler kalmadıktan sonra bir zorunluluk olarak kenara çekilmişlerdir."
Erdoğan, Türk siyasetinde liderlerin genel yaklaşımının partileri küçülse de kendilerini ayakta tutacak politikaları tercih etmek şeklinde olduğuna işaret etti.
"Biz başkanlık sistemini kaybedenin sahneden çekilmesini zorunlu kılan seçim yöntemiyle bu konuda da bir çıkış yolu olarak görüyoruz" diyen Erdoğan, şöyle devam etti:
"Türkiye'de devlet işleyişinin her alanında yapısal reformlara ihtiyaç duyulduğu, bunun için reformlar yapılması gerektiği hemen hemen tüm siyasi partilerin ifade ettiği gerçekler. Sözü edilen yapısal değişimi geçekleştirecek olan kimdir? Elbette seçimler yoluyla ülkeyi yönetme sorumluluğunu ve yetkisi milletten devralan siyasal sistemdir. Öyleyse değişimin önce siyasal sitemde başlaması gerekmiyor mu? Kendi sorunlarını çözemeyen bir siyasal sistemin, ülkenin yapısal sorunlara çözüm bulması mümkün mü? Ülkemizde yapısal değişimleri gerçekleştirmesi beklenen siyasal sistemin bizatihi kendisi değişimi engelleyen bir yerde durmaktadır. İşte bu yüzden başbakanlık sistemini Türkiye'de siyasal sistemin değişiminde köklü bir reform, radikal bir adım olarak görüyoruz."
-"Tek parti iktidarında başarı var"
Erdoğan, sistem değişikliklerinin sancılı olduğuna dikkati çekerek, "Bunun için büyük değişimler ancak arkalarında büyük toplum desteği olan güçlü liderler eliyle gerçekleştirilebilir. Bu liderler sistem değişikliği sürecinde toplumda sağladıkları büyük güvenle yaşanan sarsıntıların etkilerini en aza indirirler" ifadesini kullandı.
40 yıllık koalisyonlar döneminin başarısızlıklarla dolu olduğuna işaret eden Erdoğan, 30 yıllık tek partili iktidarların olduğu dönemlerin ise başarılı olduğunu vurguladı.
Erdoğan, "Öyleyse biz yaşanmış, ispat edilmiş gerçekler varken daha neyi çok farklı şekilde tartışmanın gayreti içine giriyoruz? Bugün Türkiye arkasında yüzde 52'lik halk desteğine sahip bir cumhurbaşkanıyla sistem değişikliğine hiç olmadığı kadar uygun bir iklime sahiptir. Elbette bu sistem, ABD'deki başkanlık sisteminin kopyası ve Güney Amerika'daki örneklerinin de benzeri olmayacak. Şüphesiz bu sistemin Asya ve Afrika'da aynı ismi taşıyan örneklerle de benzer yanı bulunmayacak. Bu sistem, Türkiye'ye özgü ama adeta bir arının balı oluşturması gibi her çiçekten alacak ve bize hakikaten çok farklı bir balı tattıracak. Bunu yapabilecek bence beyin gücüne sahip olduğumuza inanıyorum. Bizim tarihimizde, medeniyetimizde, geleneğimizde, göreneğimizde bu yok mudur? Var" dedi.
"Başkanlık sistemi denince akıllarına hemen padişahlık gelenlere şunu hatırlatmak isterim" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları kaydetti:
"Dünyada başkanlık sisteminin olduğu hiçbir ülkede monarşi yani krallık yokken, parlamenter sistemlerin pek çoğunda bunu görmek mümkündür. Bunu nereye koyacaksın? Aynı şekilde başkanlık sistemi denince hemen güçler ayrılığı konusunu gündeme getirenler de şu tespitime herhalde katılacaklardır. Parlamenter sistemde, yasama ve yürütme iç içe geçtiği için güçler ayrılığı üç değil, iki ayak üzerine oturur. Halbuki başkanlık sisteminde yasama, yürütme ve yargı çok keskin hatlarla birbirinden ayrılmıştır. Güçler ayrılığı sistemi başkanlıkta çok daha sağlıklı ve etkin şekilde kurulabilir. Son olarak şunu söylemek istiyorum biz sadece devletin temsilcisi, bir cumhurbaşkanı değil, devletle birlikte milletin de temsilcisi olarak bir devlet başkanlığı istiyoruz. Biz sadece devletin temsilcisi bir cumhurbaşkanlığı değil, devlet ile birlikte milletin de temsilcisi olacak bir devlet başkanlığı istiyoruz. Rejimin muhafızı olarak tasarlanan ve milletin temsilcisi durumundaki hükümeti yola getirmekle vazifeli olarak konumlandırılan cumhurbaşkanlığı sistemi, 10 Ağustos 2014 tarihi itibariyle çöktü."
Erdoğan, eski sistemi savunanların sadece mevkilerini koruma çabasında olduklarını, ülkenin ve milletin geleceğini düşünen herkesin yeni anayasa ve başkanlık sistemini desteklemesi gerektiğini vurguladı.
-ASEM Başkanı Kireçci'nin konuşması
Ankara Siyasal Ekonomik Araştırmalar Merkezi (ASEM) Başkanı Mehmet Akif Kireçci'de başkanlık sistemi tartışmalarına katkı vermek istediklerini belirterek, parlamenter sistem pratikleri, siyasi krizler boyutu, hükümet sistemleri ve ekonomi politik alanlarda tartışmaya katkıda bulunmak amacıyla sempozyumu düzenlediklerini söyledi.
ASEM'in konuya ilişkin hazırladığı raporun da sempozyum sonunda katılımcılara sunulacağını ifade eden Kireçci, Türkiye'de parlamenter sistemin kuruluşuna dair tarihsel süreci anlattı.
Anayasaların güçlü bir demokrasinin kurumsal alt yapısını oluşturmak için planlandığını ancak darbelerle bunun, planlananın dışında bir hal aldığını belirten Kireçci, "Gelinen nokta itibariyle, çok büyük bir sistem sorunuyla karşı karşıyayız. ya bu sorunu gelmezden gelerek kriz patladığında birbirimizi suçlamaya başlayacağız ya da sorun kendini göstermeden çözmeye çalışacağız. Eğer Türkiye bir model üretecekse bundan korkmamalı, bu model alaturka bir model olmayacak. En demokratik ülkelerdeki standartlarda insan odaklı, dışarıdan ve içeriden vesayet odakları üretmeyen, milli iradeyi filtrelemeden Meclise yansıtan kontrol mekanizmalarıyla bir model olacaktır" dedi.
Kireçci, sempozyumun başarıyla sonuçlanması temennisinde bulunarak konuşmasını bitirdi.
(Bitti)
Son Dakika › Güncel › Türkiye'de Hükümet Sistemi Tartışmaları ve Başkanlık Modeli Sempozyumu - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?