NURŞİN A. GÜNEY - ABD'nin yeni Başkanı Trump'ın Ortadoğu'da nasıl bir politika izleyeceği hem bölge ülkelerini hem de Türkiye'yi yakından ilgilendiriyor. Obama yönetimi döneminde uygulanan geriden idare politikasıyla bölgede mezhepsel ve etnik fay hatlarının kırılmasını teşvik eden vekalet savaşlarına göz yumulunca Libya, Suriye, Irak ve hatta Lübnan gibi ülkelerde merkezi hükümetler çöktü. Sonuç, bölgede istikrarsızlık ve bu istikrarsız ortamın beslediği terör ve iç çatışmalardı.
ABD'nin seçilen başkanı Trump'ın Obama'dan devraldığı miras da bu oldu, yani enkaz haline gelen bir Ortadoğu. Türkiye için ise cevabı aranan en önemli soru şu: Obama sonrası enkaz haline gelen bu Ortadoğu'da Trump, Obama dönemi politikalarına başka bir söylem ile devam mı edecek yoksa yeni bir düzen oluşturmayı mı seçecek? Eğer Trump ve ekibi Ortadoğu'da yeni bir düzen oluşturma seçeneğine ağırlık verirse o zaman bu düzeni hangi bölge güçleriyle beraber oluşturacağı da elbette Ankara'yı doğrudan ilgilendirecek bir karar olacak.
Aslında Ankara Trump'ı bekleyen bu kritik kararların öneminin farkında. Bu nedenle Obama döneminde iyice gerilen ve Clinton'ın başkan seçilmesi halinde daha da gerileceği düşünülen Ankara- Washington ilişkilerinin geleceği ile ilgili temkinli bir iyimserlik havası Trump'ın seçimleri kazanmasıyla beraber Türkiye'de hakim olmaya başladı. Seçimin hemen ertesinde gerçekleşen Erdoğan-Trump telefon konuşması ve Trump'ın kızının Cumhurbaşkanı Erdoğan'a siyasi bir figür olarak beğenisini dillendirmesi gazetelere yansıdığında Türkiye'deki genel kanı, Trump'ın başkanlığı altında Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir başlangıcın ve iyileşmenin yaşanacağı yönündeydi. Ancak Türk-Amerikan ilişkilerinin inişli-çıkışlı doğasını bilenler şüpheciliği elden bırakmıyor ve Trump ile ekibinin Ortadoğu konusunda vereceği gerçek sinyallere kadar beklememiz gerektiğini söylüyordu. Seçimlerin üzerinden geçen süre zarfında seçilmiş Başkan Trump ekibini birer-ikişer belirledi ama hala kesin değerlendirmelerden ziyade gelecek ABD yönetiminin Ortadoğu konusunda ne yapacağını senaryolar üzerinden tartışabiliyoruz.
Trump ekibini bekleyen konjonktür
Bu muğlaklığın pek çok nedeni var. Öncelikle Trump'ın ekibinin (Flynn, Pence, Pompeo, Priebus, Sessions, Bannon ve Mattis) genel duruş ve fikirleri iç politikayı ilgilendiren konularda genel cumhuriyetçi, muhafazakar yönelim açısından çok şey söylüyor ama bu ekibin dış politika ve güvenlik politikaları söz konusu olduğunda, caydırıcılığı gücü görünür kılarak sağlayan bir yönelim mi, pragmatist bir yönelim mi yoksa yeni-muhafazakar bir yönelim mi benimseyeceği henüz belli değil. Unutulmamalı; Eisenhower, Nixon ve Reagen Cumhuriyetçi anlayış içerisinde kalmalarına rağmen farklı tercihler sergileyebilmişlerdi. Washington DC'de hakim bürokratik ve örgütsel yönelimin (çok sık duyduğumuz ünlü establishment) hangi Cumhuriyetçi dış politika ve güvenlik anlayışını daha kolay sindireceği akıllardaki ayrı bir soru. Keza dış politikanın geleceği ve Ortadoğu'ya yönelik seçimlerin neler olabileceğini asıl belirleyecek unsurun; Ortadoğu'nun içinde bulunduğu durum, Irak-Suriye hattındaki mücadele ve bölgesel olduğu kadar küresel düzeyde de Amerika-Rusya ilişkilerinin seyri olduğu hatırlanmalı.
Bu noktadan yola çıkarak Trump ve ekibinin altını tutarlı bir biçimde çizdikleri Ortadoğu'ya yönelik üç siyasi önceliği sıralayalım- ki Irak-Suriye hattında yoğunlaşan mücadelenin geleceğiyle ilgili hangi senaryoların olası olduğunu ve bu senaryoların Türkiye'ye ne vaat ettiğini tartışabilelim. Trump ve ekibinin Ortadoğu'ya yönelik olarak verdikleri karışık sinyaller içerisinde üç nokta sürekli olarak tekrarlanıyor -ki bunlardan ilki ve altı en güçlü biçimde çizileni, Trump'ın DEAŞ'ı bitirme sözü. Trump DEAŞ'ı bitirirken Amerikan'ın bir kara müdahalesinde bulunmayacağını da söylüyor, yani ikinci öncelik terörizmle mücadeleyi ABD'nin Ortadoğu'ya bizzat girmeden yapması. Üçüncü öncelik ise Ortadoğu'da bölge devletleriyle işbirliğinin gerçekleşmesi. Aslında üç önceliğin birbirine uygun bir paket ortaya çıkardığını yadsıyamayız. Bu uyuma rağmen işi karmaşıklaştıran unsurlar da var ki bunlardan en önemli bugünkü Ortadoğu siyasal konjonktürü.
Hafızalarımızı zorlarsak Obama Doktrini'nin kaleme alındığı ilk yıllarda bölge devletleriyle işbirliği ABD'nin Bush yönetiminden farklı olarak masaya koyduğu bir enstrüman gibi duruyordu. Hatta bu bölgede otoriter liderler ve diktatörlerle statükonun/istikrarın korunması anlamına geldiği için demokrasiyi önceleyen çevrelerce de eleştiriliyordu. 2011'i izleyen dönemde sokaklar otokrasiler, askeri yönetimler ve diktatörler karşısında ayaklandığında ABD'nin tercihi bölgenin istikrarsızlaşmasını besleyen seçici çıkar odaklı müdahale yönünde oldu ama her halükarda ABD'nin ilişki kurmaya ya da karşı gelmeye alışık olduğu yönetimler birer birer devrildi. Kısaca, Trump'ın işi, bölge ülkeleriyle iyi geçinmek konusunda, Obama'dan daha zor olacak, çünkü bugünün Ortadoğu'su çözülen devletlerden yükselen çoğul bir kaosun Ortadoğu'su.
Trump'ın Ortadoğu'da seçenekleri
Bu zorluğu aşmak için Trump ve ekibi aşina oldukları formüle tutunabilirler ve geleneksel müttefikleri olarak bir zamanların statüko eksenine yani Türkiye, İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan'a öncelik vermeyi ve bu hattı desteklemeyi seçebilirler. Elbette statükonun manası Ortadoğu'da çok değişti ve Ankara-Kahire-Tel-Aviv ve Riyad'ın her konuda anlaşabileceklerini söylediğimiz günler geçmişte kaldı. Ancak bu bölgesel aktörlerin güvenlik meselesi üzerinden İran-Hizbullah hattının güçlenmesinden duydukları rahatsızlığı ve terörizmin ortak sorunları olduğu gerçeğini unutmamak gerek. Bu bağlamda DEAŞ odaklı başlayacak ortak bir terörizmle mücadele gündemi pekala oluşturulabilir ve Trump'ın seçim çalışmaları sırasında sıkça vurguladığı İran'ın Ortadoğu'da artan ve mezhep savaşları üzerinden Irak'tan Yemen'e uzanan etkisi dengelenebilir.
Trump ve ekibini bekleyen ikinci seçenek bizi biraz daha karmaşık hesaplar üzerine düşünmeye itiyor. Trump'ın DEAŞ terörizmini önceleyen politikasının Türkiye için sorun yaratan kısmı da bu seçeneğin rasyonalizasyonunda gizli. Trump yaptığı pek çok konuşmada, Suriye'de DEAŞ'la mücadelede varlık gösteren ve özellikle Fırat Kalkanı altında etkinliği daha da artan ÖSO unsurlarının kim olduğunu bilmediğini söyleyip durdu. Bu bakış açısı 'Suriye'de rejimin karşısında olan herkes teröristtir' diyen Rus bakış açısıyla örtüşüyor. Dolayısıyla Trump'ın ekibi askeri olarak zayıf ve parçalı olarak algıladıkları ÖSO yerine Rusya ve Rejimi desteklemeyi seçebilir ki, bu Halep'in Rejime verilmesi demektir. Bu doğrultuda yapılacak bir tercih iki açıdan Türkiye'nin aleyhine bir tercih olacaktır. Öncelikle Türkiye'nin Fırat Kalkanı operasyonunda da önem arz eden ÖSO'nun sıkışması anlamına gelecek, maddi ve manevi açıdan sıkışan ÖSO'yu kontrol altında tutmak Türkiye açısından imkansız değil ama daha zor olacaktır.
İkincisi ve daha önemlisi Halep'in düşmesi ile Türkiye'ye yönelik yeni bir göç dalgası başlayacaktır. Bu ihtimal karşısında gereken ayarlamaları yapmaktan Ankara geri durmuyor. Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sık sık altını çizdiği ilke, Fırat Kalkanı'nın amacının Suriye ve Halep'i işgal etmek olmadığı, vurgulanmaya devam ediyor. Bu herkese olduğu kadar ÖSO'ya da bir hatırlatma ama Türkiye Suriye'nin geleceğinde Suriye'deki muhalif unsurların yer alması gerektiği fikrinden de vaz geçmiş değil. Bu nedenle Halep'e yardım koridoru açılması gibi konular üzerinden Rusya ile sürdürülen pazarlık önemli ve anlamlı. Nitekim Türkiye-Rusya diyaloğunun geldiği noktada Moskova'nın, Fırat Kalkanı Suriye'deki Rus etki ve nüfuz alanına girmedikçe Türkiye'nin desteğinde yürütülen operasyona ses çıkartmayacağını anlıyoruz.
El-Bab'da Türkiye-Rusya stratejik diyaloğu bu zor denge üzerinden yürürken ABD'nin bu resim karşısında yaptığı tercihi, yani Rusya-Rejim tercihini, sorgulayıp sorgulamayacağı önemli bir soru. Trump, Rusya ile iyi ilişkiler kurmaktan dem vuruyordu ama Moskova ile iyi geçinmek ayrı bir şey, Obama yönetimini İran konusunda suçlarken Suriye'yi Rusya'ya vermek ayrı bir şey. Bu nedenle iki hususa yönelik Trump ekibinin tavrı henüz netleşmedi: 1) - ABD ne kadar iddialı, ne kadar etkili bir Rusya ile iyi ilişkiler kurabilir? Yani Rusya konusunda ABD'nin kırmızı çizgisi ne? 2) - PYD/ YPG bu tabloda ABD için yararlı bir enstrüman olmaya devam edecek mi?
Türkiye'yi bekleyen senaryolar
Bu iki husus konusunda Türkiye'nin tavrı açık: PYD/YPG de DEAŞ'ın varlığı da kabul edilemez, yani Ankara terörizmle mücadeleyi teröristleri kullanarak yapacak her türlü plana karşı çıkacaktır. Bu noktada Fırat Kalkanı Suriye'nin kuzeyinde amacına uygun biçimde devam edecektir. Söz konusu operasyonun çok karmaşık bir zeminde devam eden askeri bir operasyon olduğu da düşünülürse operasyon riskleri de zaman zaman kendisini hissettirecektir. Bu nedenle de ABD'nin yeni yönetim ekibinin kafası PYD konusunda netleşmedikçe Türkiye-Rusya diyaloğu ve bu diyaloğun çerçevesinde ortaya çıkan sınırlar önemli olacaktır.
ABD'yi yönetecek ekibin, güçlenecek Rusya'dan rahatsız olabileceği bir anın gelebileceğini, dolayısıyla PYD seçeneğinin kullanılabilir bir seçenek olmaktan bir günde çıkmasının çok mümkün görünmediğini dillendiren uzmanlar var. Haklılar, dış politika dönüşümler kadar devamlılığı da barındırır çünkü hiçbir aktör stratejik yatırımlarını bir günde rafa kaldırıp stratejik hataların maliyetini hanesine işlemek istemez. Öyleyse aynı kısır döngü içerisine mi düşeceğiz, kötü senaryo hep/devamlı Türkiye'ye dayatılacak mı diyenlere iyi senaryo ihtimali için ipuçlarını da verelim:
ABD'nin askeri açıdan sahaya inmeyeceği bir gelecekten bahsediyoruz. Bu gelecekte ne kadar isterlerse istesinler ne Esed ne İran Suriye'nin toprak bütünlüğünü sağlayamaz. Konvansiyonel askeri kapasiteleri açısından önem atfettiğimiz Rusya ise Suriye'de almak istediğini almış ve limanları ele geçirip Akdeniz'de varlık edinmiş görünüyor. Bugün içinde bulunduğu askeri ve ekonomik zorluklar altında elde ettiği kazanımları tehlikeye düşürüp tüm Suriye'yi Esed için kazanmak Moskova'nın aklından geçmiyor. Türkiye ise terörden temizlenmiş bir kuşak ve bu kuşağın gelecekteki güvenliği garantilenmedikçe askeri, siyasi ve diplomatik olarak sahada olacak. Bu noktada rekabetin niteliği bölgeselden ve taktik düzeyden stratejik düzeye çıktığında ABD sahada bir NATO müttefiki olduğunu hatırlayabilir ki Obama Yönetimi bunu unutmuştu. Üstelik Ankara Fırat Kalkanı operasyonunda başarılı olan Türkiye'nin istikrarsızlaştırılması girişimlerinin de (PKK/DEAŞ terörü, FETÖ/PDY'nin üç kere denediği iktidarı devirme teşebbüsü, iktisadi baskılar vb) başarıya ulaşmadığını ABD'ye sürekli hatırlatacaktır. Tüm bunlar (hatırlamalar, hatırlatmalar, ABD-Rusya dengesinin etkin bir biçimde kullanılması için aynı anda sahada ve masada var olma zorluğunu üstlenmek) sonucunda Türkiye terörizmden arındırılmış, mültecilerin dönebilmesi için gerekli yatırımın yapılabileceği bir komşu alanın garantörü olabilir.
Trump'ın ve ekibinin düşüneceği çok konu, senaryoya bağlı olarak gidilebilecek pek çok yol var ancak sempati-rasyonalite dengesinde Ankara ile de ilişkileri bir nebze düzeltme umuduyla yola çıkacak ekibin farklı saldırılar karşısında direnmiş Türkiye'ye bir şeyler vermesi gerektiği söyleniyor. Verilecek şey, elbette FETÖ'nün lider kadrosu da olabilir ki bu hususun Ankara açısından PKK kadar önemli olduğu bilinmekte. Ancak ABD iç hukukunun işleyişi nedeniyle kısa sürede ve sadece yönetimin inisiyatifi ile adım atılması güç olabileceğinden belki de parmaklar Suriye'de iyi senaryoya doğru kayar.
Nurşin A. Güney. Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı- BİLGESAM Başkan Yardımcısı
"Görüş" başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Son Dakika › Güncel › Görüş - Trump'ın Ortadoğu'yla Sınavı: Kaos mu Yeni Bir Düzen Mi? - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?