3 Ocak'ta Bağdat Havalimanı'nda İran Devrim Muhafızları'nın ve Tahran rejiminin bölgesel nüfuz mücadelesinin sembol ismi General Kasım Süleymani'nin öldürülmesi, çok boyutlu etkileriyle gündemimizi meşgul etmeye devam ediyor. Bu suikast, gerçekleştirilme biçimi ve zamanlaması kadar, bu tarihten sonra gerek Orta Doğu'da gerek küresel ölçekte bir dizi olayın gidişatını belirlemesi açısından milat olma özelliği taşıyor. Süleymani'nin ortadan kaldırılmasının İran-ABD ölçeğindeki kısa vadeli etkilerini halihazırda yaşıyoruz. İran'ın diplomatik izolasyonu ve yıkıcı ekonomik yaptırımlara Süleymani suikastı ile eklenen askeri caydırıcılık unsuru, şimdilik İran'ın görece hafif bir balistik füze saldırısı ile karşılık buldu. Peki tarafların bu karşılıklı caydırıcılık oyunu hep belli sınırlar içerisinde kalabilecek mi? Bu gidişatın topyekün bir savaşa dönüşme ihtimali var mı? Eğer böyle bir ihtimal varsa bunun boyutu nerelere ulaşabilir?
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump, İran'ın misillemesini takiben 9 Ocak'ta düzenlediği basın toplantısında bu soruların cevaplarını kendi buluşu olan yeni bir kısaltma ile verdi: "NATOME"...Yani Orta Doğu NATO'su... Orta Doğu'da Kuzey Atlantik İttifakı'nın daha fazla rol alması ve özellikle İran konusunda sorumluluk alması gerektiğini söyleyen Trump'ın bu sözleri, ABD başkanının kendine has kişiliğinin yeni bir sürprizi olarak değerlendirilerek üzerinde fazla konuşulmadı ya da ülkesindeki bir kısım basın tarafından mizah ve eleştiri malzemesi haline getirildi.
Oysa, Trump'ın gündeme getirdiği bu konu hiç de hafife alınacak bir gelişme değildi. Bu açıklamanın ardından ABD Başkanı Trump ile NATO Genel Sekreteri Stoltenberg arasında gerçekleşen telefon görüşmesinde tarafların NATO'nun bölgesel istikrarı sağlama ve uluslararası terörizmle mücadele için Orta Doğu'ya daha fazla müdahil olabileceği konusunda fikir birliği oluştuğu ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley tarafından açıklanıyordu. Milley, istikrarsızlığın öncelikli kaynağı olarak ise İran'ın balistik füze kapasitesine işaret ediyordu. Ocak ayının ilk haftasında Irak'ta ABD askerlerinin bulunduğu üsleri hedef alan bu füzelerin 18 Ocak'ta ise Yemen'in başkenti Sanaa'nın kuzeyinde Suudi Arabistan önderliğindeki koalisyon güçlerinin kampını hedef alarak 50'nin üzerinde can kaybına yol açması da Milley'in söylemini tasdik eden bir diğer gelişme oldu.
İlk emareler Münih Güvenlik Konferansı'nda görülecek
Stoltenberg-Trump görüşmesini takiben NATOME meselesi kısa sürede bir başka önemli platformda daha ele alındı. 14-15 Ocak tarihlerinde Brüksel'de düzenlenen NATO Askeri Komite Toplantılarının 182.'sinde gündemin önemli başlıklarından biriydi. Bu toplantı ile eş zamanlı olarak 2019 yılında darbe söylentilerinin ön plana çıktığı Ürdün'ün kralı II. Abdullah da NATO karargahında temaslarda bulundu.
Trump'ın "NATOME" deklarasyonunun üzerinden bir hafta bile geçmeden "Orta Doğu NATO"su bu toplantıda Genelkurmay Başkanları tarafından ne şekilde ele alındı? NATOME'nin ulaştığı safhayı anlayabilmek için NATO Askeri Komite Başkanı Sir Stuart Peach'in toplantının açılışı ve kapanışında yaptığı konuşmalara kısaca göz atalım. Sir Peach'in açılış konuşmasındaki şu kısımlar belki gelecekte karşılaşacağımız gelişmelerin anahtarı niteliğinde:
"Kuzey Atlantik İttifakı olarak güçlüyüz ve değişen güvenlik ortamına uyum konusunda çalışmalarımız sürüyor. Aldığımız her yeni karar, NATO ve müttefikleri için bu uyum sürecinin bir parçasıdır. Çalışmalarımızın sonuçlarını da alıyoruz. Gelecek yıllardaki zorlu görevlerimizi yerine getirmek için atacağımız ilave adımlar da var."
NATO Askeri Komite Başkanı Sir Peach, İttifakın Soğuk Savaş sonrasında süren uyum sürecine dikkat çektikten sonra Brüksel'deki toplantının gündeminde NATO'nun güney kanadında yaşanan gelişmelerin ele alınacağını, bunun yanı sıra Afrika Birliği, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler üyesi partner ülkelerle yürütülecek işbirliği konularının değerlendirileceğini kaydediyor. Sir Peach ayrıca günümüzde NATO müttefiklerinin Avrupa'dan Kuzey Amerika'ya, kuzey kutup bölgesinden tropikal kuşağa kadar geniş bir alanın barış ve güvenliğinden sorumlu olduğuna vurgu yapıyor. Orgeneral Stuart Peach, açılışta uyum ve gelecekteki zorlu mücadele alanlarına işaret ederken, kapanış konuşmasında NATOME konusunda beklenen mesajı veriyor. Genelkurmay başkanlarının ABD tarafından gündeme getirilen NATO'nun Orta Doğu'daki rolünün genişletilmesini ele aldıklarına işaret eden Sir Peach, bu konunun üye ülkelerin siyasi yetkilileri tarafından gelecek haftalarda değerlendirileceğini kaydetti. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun da 9 Ocak ile Brüksel'deki NATO toplantısı arasında geçen sürede ittifakın bazı üyeleriyle görüşerek NATOME için destek aldığını açıklaması, konunun 2020 yılı içerisinde giderek ısınacağına işaret ediyor. Bu ısınmanın ilk emarelerini de muhtemelen 14-16 Şubat tarihlerinde 56.'sı düzenlenecek Münih Güvenlik Konferansı'nda göreceğiz. Geçen yılki Münih Güvenlik Konferansı, Rusya'nın hedef tahtasına oturtulduğu bir zemine dönüşmüştü. Uzmanların beklentisi bu yıl da İran ve Irak odaklı olarak Orta Doğu üzerine çetin tartışmalara sahne olacak bir Münih Güvenlik Konferansına şahit olunacağı yönünde. Haziran ayında NATO Savunma Bakanlarını bir araya getirecek zirve ise muhtemelen, İran'a dair gelişmelerin hız kazanmasıyla beraber NATOME meselesinin daha da olgunlaşacağı bir zemini Kuzey Atlantik İttifakı üyelerinin gündemine taşıyacak.
Peki NATO'nun Orta Doğu'ya uzanmasını öngören bu yeni oluşum mümkün mü? Bu yalnızca Trump'ın bir öngörüsünden mi ibaret?
Kuzey Atlantik İttifakı'nın Soğuk Savaş sonrasında varlık sebebini sürdürmesi ve yeni görevlerle kendini tanımlaması gerekiyordu. Bu ihtiyaç, Sovyetler Birliği'nin dağılmasını takip eden yıllarda Balkanlar'da ortaya çıkan silahlı çatışmalar, Akdeniz'deki göç ve istikrarsızlık, Orta Doğu'daki savaşlar ve terör tehdidi gibi vasıtalarla doğrulandı. Başkanlığının ilk 4 yılının önemli kısmını, Fransa ve Almanya başta olmak üzere, Avrupa'daki NATO üyelerini, İttifak için daha fazla ödeme yapmaya ikna etmeye ayıran, bunda da başarılı olan Trump, görünen o ki NATO'nun de facto olarak küresel çapta yürüttüğü güvenlik görevini kural ve kaidelere bağlayacak, Kuzey Atlantik odaklı kurulan ittifakı Orta Doğu'ya ve ardından Asya-Pasifik bölgesine taşıyacak yeni yapıların peşinde.
NATO'nun değişen stratejik konsepti
2019 yılının Aralık ayında Londra'da düzenlenen NATO Liderler Zirvesi öncesinde İttifak'ın Çin tehdidine karşı örgütlenmesi gerektiği konusu gündeme getirilmiş, ancak bunun için tartışma zemininin henüz olgunlaşmadığı ABD tarafından görülmüştü. Nitekim, Çin tehdidinin önemli bir ayağı olarak Washington tarafından işaret edilen Huawei kaynaklı 5G teknolojisine geçiş konusunda İngiltere ve Almanya, Çin ile işbirliği konusunda ısrarlarını da ortaya koydular.
NATO'yu Çin'e karşı organize olma konusunda "henüz!" harekete geçiremeyen ABD'nin ikinci hedefi ise Süleymani suikastını takip eden balistik füze misillemesi ile İran olarak belirdi. Yani kısa vadede NATO ittifakı üyesi ülkeler, Rusya'nın hibrid savaş metotlarını göğüslerken, bir yandan da Orta Doğu ve Asya-Pasifik'te ittifakın yeni yapılanmaları ile de tanışacaklar. Trump'ın savunma harcamalarının artırılması konusundaki ısrarında sağladığı başarı, yakın gelecekte NATOME'ye bir NATOASPAC (NATO Asia-Pacific) eklenmesini de beraberinde getirecektir.
Tarihe dar bir perspektiften bakanlar için yalnızca Süleymani'nin ortadan kaldırılmasıyla gündeme gelmiş gibi görünen bu süreç aslında Soğuk Savaş'ın sona erdiği kabul edilen 1991 yılından bu yana olgunlaşmakta. Yani NATOME ya da NATOASPAC fikirleri, yaklaşık 30 yıldır devam eden bir sürecin meyveleri.
Bu sürecin ilk adımının atıldığı yer ise İtalya'nın başkenti Roma. 7-8 Kasım 1991'de Roma'da düzenlenen NATO hükümet ve devlet başkanları zirvesinde, İttifak'ın bugün şekillenmekte olan yapısının çerçevesi çizildi. 1949'daki "kitlesel mukabele" ve 1967'deki "esnek mukabele" stratejilerinin ardından SSCB'nin dağılmasıyla NATO üçüncü kez strateji belirleme ihtiyacı duyuyordu. Benimsenen yeni stratejik konsept, savunma alanının ötesine geçerek NATO müttefiklerini çevreleyen ülkelerdeki siyasal, ekonomik, sosyal ve çevresel faktörlerden kaynaklanabilecek krizlere odaklanacaktı. Böylece NATO savunma bölgelerinin istikrarını tehdit edebilecek iç savaşlar, ekonomik krizler, terör tehditleri, terörist grupların kitle imha silahları kullanma tehditleri, kitlesel göç hareketlerinin tamamı NATO'nun ilgi alanı içerisine giriyordu. Irak'ın Kuveyt'i işgaliyle yaşanan gelişmeler bu yeni konseptin belirlenmesinde önemli bir ilham kaynağı olmuştu. Roma Bildirisi'ni takiben kurulan Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi de yeni stratejinin uygulanmasının en etkin araçlarından biri olmuş, İttifak'ın etkinliği "diyalog" kurumları ve "partner ülkeler" aracılığıyla Avrupa-Atlantik-ABD yörüngesinin ötesine taşmaya başlamıştı.
Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi'nin bir sonraki önemli adımı NATO-Akdeniz Diyaloğunu tesis etmek oldu. İlk aşamada Mısır, Ürdün, Moritanya, İsrail, Fas ve Tunus'un dahil olduğu gruba 2000 yılında Cezayir de katıldı. NATO üyesi olmayan ülkelerle kurulan bu ilişki, İttifak'ın Akdeniz'den İran Körfezi'ne uzanan koridoru kontrol altına alma yönünde attığı ilk adım oldu. 1998-1999 yıllarındaki Kosova Savaşı ile aynı döneme denk gelen Washington'daki NATO devlet ve hükümet başkanları zirvesi de İttifak'ın gelişen ve değişen stratejik konseptinde yeni bir adım oldu. Birinci Körfez Savaşı'nı takiben gündeme gelen strateji değişikliği bu kez Bosna ve Kosova savaşlarından edinilen tecrübe ile yenileniyordu. Washington Zirvesi tamamlanırken, İttifak bu kez "İttifak'ın kontrol ettiği coğrafi alanların ötesinde" askeri müdahalelerde bulunabileceğini ilan ediyor, hatta bunun için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının da beklenmeyebileceğini ilan ediyordu.
Washington Zirvesi, 21. yüzyılda NATO'nun yeni rolünün işaretlerini verirken, Rusya'yla da köprülerin atılmaya başlandığı dönüm noktası oldu. Moskova artık NATO'nun doğuya doğru ilerlemenin ötesinde küresel bir askeri müdahale gücü haline geldiğini fark etmişti. 11 Eylül 2001'deki terör saldırıları ise NATO'nun "alan dışı" hareket konseptinin kapılarını ardına kadar açtı. 2002 yılında Prag'daki zirvede NATO Mukabele Kuvveti'nin (NATO Response Force-NRF) kurulması onaylandı. Hareket kabiliyeti yüksek kara, deniz ve hava unsurlarından oluşacak bu kuvvetin başlıca amacı, NATO üyesi ülkeleri, nükleer, biyolojik ya da kimyasal bir tehdide karşı korumak olarak belirlendi. Yani, dünyanın herhangi bir yerindeki bir terör örgütünün, bir NATO ülkesinde kitle imha silahları ile saldırı düzenlemesi ihtimali ortaya çıktığında her nerede olursa olsun İttifak buna müdahale edebilecek organizasyonu teşkil etmişti.
NATO'nun küresel ölçekte giderek daha geniş bir alan hakimiyetine geçişindeki bir sonraki adım ise 2004 İstanbul Zirvesi'nde hayat buldu. NATO-Akdeniz Diyaloğunun ardından İttifak yeni bir bölgesel ilişki için köprü kurdu. Bu defa "İstanbul İşbirliği İnisiyatifi" başlığı altında NATO ve Körfez İşbirliği Konseyi üyesi ülkeler bir araya geliyordu. Bahreyn, Kuveyt, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri bu inisiyatif kapsamında NATO'nun kimi operasyonlarında yer alırken Suudi Arabistan ve Umman resmi olarak katılmamakla beraber bu yapının toplantılarında hazır bulunuyorlar.
NATOME'den sonra NATOASPAC'la da tanışabiliriz
Bizi yakından ilgilendiren NATOME yani "Orta Doğu NATO'sunun" temelini oluşturacak yapı için de işaret edilen unsurlar NATO-Akdeniz Diyaloğu üyesi ülkeler ile İstanbul İşbirliği İnisiyatifi (ICI ) ülkelerinden İran tehdidini fazlasıyla hisseden ülkeler olabilir.
NATO'nun Orta Doğu'nun ardından "diyalog" adı altında örgütlenerek somut bir askeri ittifaka yöneldiği Asya-Pasifik bölgesinde ise yine bir de facto yapılanma, varlığını gün geçtikçe daha fazla hissettiriyor. 2010 yılındaki Lizbon ve onun uzantısı sayılabilecek 2012 yılındaki Chicago zirvelerinde İttifak'ın küresel misyonuna verilen ağırlığın daha da fazla hissedildiği adımlar atıldı. Özellikle Japonya, Yeni Zelanda, Güney Kore ve Avustralya'nın aralarında bulunduğu 13 operasyonel ortağın Chicago Zirvesi'ne davet edilmeleri, İttifak'ın nüfuz alanının küresel bir boyut kazanacağının işareti oldu. "NATO Asya-Pasifik Diyaloğu" adı altında devam eden işbirliğinin, geçen Aralık ayındaki Londra Zirvesi öncesinde gündeme getirilen Çin tehdidine karşı ya da nükleer silahları gerekçe gösterilerek NATO şemsiyesi altında Kuzey Kore'ye karşı organize olarak NATOASPAC'ın da hayata geçirilmesinin an meselesi olabileceği gerçeğini gündeme taşıyor. ABD Başkanı Trump'ın, Kuzey Kore ile sonuçsuz kalan diyalog çabasının, bölgedeki bir başka sürpriz gelişme neticesinde bizi NATOASPAC'la tanıştırması şaşırtıcı olmayacaktır.
NATO'nun Soğuk Savaş'ın bitiminden itibaren kendine yeni bir kimlik ve var olma amacı edinmek için takip ettiği yol, İttifak'ın dünyada gelişen ve değişen tehditlere paralel olarak, Kuzey Amerika-Avrupa eksenini aşarak küresel boyutta bir organizasyona dönüştüğüne işaret ediyor. Bu organizasyonun Orta Doğu ayağının da İran üzerinde artan baskıya bağlı biçimde şekillenmekte olduğu giderek netleşiyor. ABD Başkanı Trump'ın 9 Ocak'ta gündeme getirdiği NATOME'yi, içinde bulunduğumuz 2020 yılının NATO zirvelerinden birinde somutlaşmış bir halde bulmamız sürpriz olmayacaktır.
[Ankara'da ikamet eden gazeteci Mehmet A. Kancı Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır]
Son Dakika › Güncel › 'NATOME' bir Trump fantezisi mi, 2020'lerin gerçeği mi? - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?