Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, "Hiç abartmadan ifade etmek gerekirse, 15 Temmuz gecesi Türkiye'nin karşılaştığı ihanet Anadolu topraklarının gördüğü en büyük ve ağır ihanettir." dedi.
Kurtulmuş, TBMM Genel Kurulunda, Başbakanlıka bağlı kurumların bütçeleri üzerinde Hükümet adına yaptığı konuşmada, bütçenin Türkiye için hayırlı olmasını temenni etti.
"Gazi Meclisin" çatısı altında, Türkiye'nin bir badireyi geride bırakmış, uçurumun kenarından kurtulmuş bir ülke olarak, milletin temsilcileri olan milletvekillerinin, 2017 yılı bütçesini konuşuyor olmasının Türkiye demokrasisi açısından büyük bir başarı olduğunu söyleyen Kurtulmuş, "Eğer 15 Temmuz akşamındaki o hain teşebbüs başarılı olmuş olsaydı bugün burada dört siyasi partinin hiçbirisi yerinde olmayacak, Türkiye Büyük Millet Meclisi belki başka bir şekilde yönetilecek, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Türkiye'nin seçilmiş bütün kurum, kuruluşları, kişileri değiştirilerek bir darbe yönetimi, Türkiye'nin, milletin başına bela olacaktı. Onun için bugün burada bu bütçe görüşmelerinin kıymetini bilmemiz gerektiğini ifade etmek istiyorum. 2017 bütçesini görüşürken hepimizin 248 şehidimize can, vefa borcumuzu bir kere daha hatırlatmayı vazife olarak telakki ediyorum. Bütün şehitlerimize Allah'tan rahmet, gazilerimize şifalar, o gece uçurumun kenarından dönen 79 milyon vatandaşımıza da 'Geçmiş olsun' dileklerimi bir kere daha ifade etmek istiyorum." ifadesini kullandı.
"Bu ihanete karşı mücadelemiz kararlılıkla sürecek"
Türkiye topraklarının tarihi boyunca çok büyük ihanetler gördüğünü, nice arkadan hançerlemelerle, milletin önünü ve yolunu kesen birtakım tertiplerle, ihanetlerle karşı karşıya kaldığına dikkati çeken Kurtulmuş, "Ancak hiç abartmadan ifade etmek gerekirse, 15 Temmuz gecesi Türkiye'nin karşılaştığı ihanet Anadolu topraklarının gördüğü en büyük ve ağır ihanettir." dedi.
Bu ihanete karşı mücadelelerinin kararlılıkla süreceğine işaret eden Kurtulmuş, başta TBMM Başkanı olmak üzere 15 Temmuz gecesinde hemen 20 metre ötesine bombalar düşerken, Meclisi açık tutarak çalışmaları sürdüren bütün partilerden milletvekillerine teşekkürü bir borç bildiğini ifade etti. O geceden itibaren başlayan mücadelenin, kararlılıkla sonuna kadar devam edeceğini bildiren Kurtulmuş, "Bu mücadelede hepimizin ortak bir noktada durması, milletin geleceği, istiklali ve istikbaliyle ilgili milli duruş sergilemekte ortaklaşmamız, herhalde 15 Temmuz darbecilerine karşı verilecek en büyük cevaptır diye düşünüyorum." dedi.
"15 Temmuz sonrasında Türkiye yeni bir döneme başlamıştır. Bu, 14 Temmuz'dan önceki alışkanlıklarımızı terk etmemiz gerektiğini de işaret ediyor." diyen Kurtulmuş, öncelikle milletin karar merci olan Meclis özelinde ve Türkiye siyaseti genelinde yeni bir dil, söylem, üslup geliştirmek ve bunun üzerinden Türkiye'nin milli menfaatlerini korumak mecburiyetinde olduklarını, bunun şehitlere karşı vefa ve can borçlarının en temel gereklerinden birisi olduğunu kaydetti.
Türkiye'nin, FETÖ darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kalana kadar Temmuz 2015'ten başlamak üzere çok taraflı ve çok yoğun bir terörle mücadele ortamında bulunduğunu anlatan Kurtulmuş, "Tabiri caizse Türkiye artık terörle mücadele değil, terörle savaş durumundadır. Bu çerçevede, bir taraftan DEAŞ'ın diğer taraftan da PKK'nın ortaya koymuş olduğu terör eylemleri hepimizin ortak bir mücadele vermemiz gereken milli meselelerimizden bir diğeridir." değerlendirmesini yaptı.
Kurtulmuş, sadece Türkiye toprakları içerisindeki terör faaliyetlerinin değil aynı zamanda Suriye ve Irak'taki gelişmeler, siyasi çalkantılar ve askeri gelişmelerin de Türkiye'nin gerçekten teröre karşı çok hassas bir noktadan geçtiği dönemde fevkalade büyük önem arz ettiğine dikkati çekti.
"Vekalet savaşları"
Numan Kurtulmuş, şöyle devam etti:
"Hepimizin yakinen takip ettiği gibi Suriye'de 2011 yılının mart ayından itibaren başlayan iç savaş, 3 yıl iç savaş diyebileceğimiz boyutlarda devam etmiş, ikinci 3 yılı yani içinde bulunduğumuz şu dönemde, keskin bir vekalet savaşlarına dönmüştür. Bu vekalet savaşları sadece Suriye'de 600 bini aşkın masum insanın öldüğü bir sonucu ortaya çıkardı. Burada DEAŞ denilen terör örgütüne karşı verilen ortak mücadele maalesef uluslararası camianın da ortak bir kararlılığı sürdürememesi sonucu tam manasıyla bir karmaşaya döndü.
Halep, Cerablus, Rakka, Musul gibi bölgenin önemli şehirlerinde şöyle bir strateji ortaya çıkmaya başladı. DEAŞ'ı buradan süpürürken, bu şehirlerin içerisine, şehirlerin sakinlerini bir tarafa bırakarak, yeni birtakım silahlı grupların, terör örgütlerinin yerleştirilmesinin bölge barışına hiçbir katkısı olmayacağını ifade ediyorum. Evet, Musul'dan DEAŞ'ı çıkaralım ama Musul'dan DEAŞ'ı çıkarırken oraya başka bir terör grubu yani Haşdi Şabi ya da başka bir terör örgütü olan PYD'yi oraya yerleştirmeyelim. Bizim başından beri tezimiz, uluslararası camiayı da ikna etmeye çalıştığımız tez şudur: Bütün bu şehirler, bu şehirlerin halkları tarafından yeniden DEAŞ'tan kurtarılsın, uluslararası camia destek verecekse, desteği buraların yerel halkalarına versinler ve o bölgenin insanları gelip kendi şehirlerine yerleşsinler. Türkiye'nin Fırat Kalkanı ile uyguladığı, Cerablus bu anlamda başarılı bir örnektir. Cerablus'a operasyondan sonra 45 bin Cerabluslu gelmiş oturmuştur."
Suriye ve Irak'taki bu savaş ortamının, büyük siyasi istikrarsızlığın ortadan kaldırılmasının ilk adımının Suriye'de sağlanacak olan bir barış olması gerektiğini vurgulayan Kurtulmuş, Türkiye olarak Suriye'de sağlanacak olan barışa katkı vermek bakımından bütün güçleriyle uluslararası camiayla müzakerelerini sürdürdüklerini söyledi. Kurtulmuş, "Biz birilerinin anladığı gibi Suriye'deki barışı birtakım ülkelerde yapılan barış görüşmelerinde Suriye halkına zoraki olarak dayatılan bir barış olarak anlamıyoruz. Suriye halkının kabul edeceği, Suriye'de ilgili bütün tarafların içerisinde olacağı bir barış sürecine Türkiye katkı sunmaya devam edecek." diye konuştu.
Kurtulmuş, ayrıca bu coğrafyadaki gelişmelerin iki önemli küresel sorunla da kendilerini karşı karşıya bıraktığını, bir taraftan küresel terör diğer taraftan küresel göç hadiselerinin sadece bölgeyi ve Türkiye'yi ilgilendiren meseleler olmanın artık çok ötesine geçtiğini, Avrupa kıtası başta olmak üzere bütün dünya ülkelerinin, küresel terörün ve küresel göçün birinci derece muhatabı haline geldiğini bildirdi.
Bu sorunları çözmek için sorunların köküne inecek bir kararlılık içerisinde bulunmak mecburiyetinde olduklarına işaret eden Kurtulmuş, şunları vurguladı:
"Üç önemli meselenin üzerinde dünya sistemi eğer bir çözüm bulamazsa bu bölgemiz de dünya da küresel göçün ve küresel terörün tehdidinden kurtulamayacaktır. Bir taraftan bölge ülkelerindeki askeri müdahaleler ve işgaller, Afganistan'ın işgaliyle birlikte başlayan süreç, arkasından Irak'ın işgali ve daha sonra vekalet savaşlarıyla dünyadaki neredeyse bütün orduların gelip bir türlü vaziyet ettikleri Ortadoğu coğrafyası. Bunun ortadan kaldırılması için askeri müdahaleler ve işgaller dönemi mutlaka sona erdirilmelidir.
Ayrıca, bölgedeki terör ve göç meselesinin altındaki en önemli ikinci diğer neden; despot yönetimler, demokrasi kıtlığı ve halkın büyük kesimlerinin yönetim ve karar süreçlerine bir türlü dahil edilememesidir. Milleti yönetim ve karar süreçlerine dahil eden bölgesel yönetimler kurulmadan, bölgede demokrasinin tam manasıyla tesisi yönünde bir istikamette hareket edilmeden ne göçü ne de küresel terörü önlemenin mümkün olmayacağı kanaatindeyiz. Ayrıca, bir başka temel neden ise bölge ülkelerin halklarının, özellikle genç nesillerin ekonomik sistem içerisinde yer alamamasıdır. Gelir dağılımı adaletsizliği, yoksulluk ve neredeyse hayatı ilgilendiren her türlü gelişmeden, medeni gelişmeden yoksunluk, bölgedeki terörün ve göç hareketinin arkasındaki en temel nedenlerdir."
Uluslararası mekanizma vurgusu
Kurtulmuş, bugün karşı karşıya kalınan problemin, küresel düzenin barış ekseninden kaymış olması ve bu anlamda küresel düzende mutlak manada bir düzensizliğin hakim olması olduğunu belirterek, "Bugün karşı karşıya kaldığımız uluslararası bir sistemin varlığından, kurumlarıyla işleyen bir sistemin varlığından söz edebilmek mümkün değildir. Sadece iki olaya baktığımız zaman bunu bütün açıklığıyla görüyoruz. Bunlardan birincisi Ukrayna krizidir, ikincisi ise Suriye krizidir. Suriye ve Ukrayna krizine sistemin çözüm bulamamış olması, sadece ilgili tarafların görüşlerinin çok farklı olmasından değil, aynı zamanda küresel sorunlara çözüm bulacak uluslararası bir mekanizmanın ortada mevcut olmamasından kaynaklanıyor." diye konuştu.
Bundan dolayı her vesileyle dile getirdikleri Birleşmiş Milletler'in yeniden yapılandırılması meselesinin, Türkiye'nin bundan sonraki süreçteki temel meselelerinden birisi olduğunu belirten Kurtulmuş, "Dünya 5'ten büyüktür.' derken sadece söz olsun diye, retorik olsun diye bunu söylemiyor, uluslararası sistemin problem çözme yeteneğini yitirmiş olan bu yapısına dikkat çekmeye gayret ediyoruz." ifadesini kullandı.
"Tabiri caizse önümüzde 3-5 bin parçadan oluşan bir puzzle vardır, biz sadece bir tanesini alır, bu parçalardan birisi üzerinde konuşmaya gayret edersek ne sorunu çözebilir ne da o meseleyi çözebilecek bir siyasi perspektifi ortaya koyabiliriz." diyen Kurtulmuş, 15 Temmuz akşamı Mecliste bombanın patlamasının, Cizre'de, Sur'da, Diyarbakır'da çukurlar kazılarak bombaların yerleştirilmesinin, DEAŞ'ın 14 yaşındaki bir çocuğun üstüne bombaları yerleştirerek Gaziantep'te çok sayıda insanı katlederek, şehit etmesinin ya da Rakka'daki, Musul'daki operasyonlarda dünyanın birçok ülkesinin ellerindeki maşaları kullanarak oralarda bir vekalet savaşlarını sürdürmesinin, Halep'teki insani trajedinin pazılın sadece birer parçasından ibaret olduğunu söyledi.
Büyük resmi görmek mecburiyetinde olduklarına dikkati çeken Kurtulmuş, şunları söyledi:
"Büyük resmi görmediğimiz takdirde söyleyeceğimiz her sözün karşılıksız olduğunu, her sözün çözümsüz olduğunu bilmemiz, anlamamız gerekiyor. Büyük resim şudur: Bir asır evvel bu bölgenin, bu coğrafyanın halkları arasında insanların, akrabaların şehirlerini, köylerini, kasabalarını bölerek sınırlarını yapay bir şekilde çizen irade yani birinci Sykes-Picot'u ortaya koyan irade bir asır sonra ikinci Sykes-Picot'u ortaya koymaya çalışıyor. Onun için, bir asır önce yaptıklarını şimdi daha kökleştirerek, daha derinleştirerek, sınırlarını bölüp ama gönüllerini ve zihinlerini bölemedikleri bölge halklarının şimdi zihinlerini ve gönüllerini bölmeye çalışıyorlar.
Türklerin, Arapların, Kürtlerin, Farisilerin, bu coğrafyada yaşayan bütün insanların etnik ayrımcılık üzerinden ya da mezhep ayrımcılığı üzerinden birbirlerine düşmesini, birbirleriyle kavga etmesini istiyorlar; büyük oyun budur. Bu binlerce parçadan oluşan puzzleden ortaya çıkan resim ikinci Sykes-Picot'la bölgeyi lime lime etmektir. Bu bölünmede ne Türklerin ne Kürtlerin ne Arapların ne Acemlerin ne de bölgedeki diğer halkların hiçbirisinin hayrına bir tek hazırlık yoktur. Dolayısıyla, bu büyük resmin gerçeği karşısında hepimizin ciddi bir şekilde milli menfaatlerimiz, ulusal menfaatlerimiz çerçevesinde bir arada olmamız ve bunu da aşarak, ulusal sınırlarımızı da aşarak bölge halklarının menfaatlerini gözeten bir bütünleşme içerisinde bulunmamız gerekiyor."
"Onlar bölmeye çalışacak..."
İkinci Sykes-Picot'un iki fay hattı üzerinde, etnik ayrımcılık ve mezhep çatışmaları üzerinde bu coğrafyada sınırları böldüğü gibi şimdi gönülleri ve zihinleri bölmeye çalıştığını ifade eden Kurtulmuş, "Onlar bölmeye çalışacak, Türkiye'nin üzerine düşense bu bölmeye çalıştıkları coğrafyayı daha fazla bütünleştirmek, daha fazla birleştirmektir." dedi.
Bu çerçevede, sadece siyaseten söylediklerine değil, günlük lisanda konuştuklarına da dikkat etmek mecburiyetinde olduklarının altını çizen Kurtulmuş, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Öyle bir algı operasyonu, öyle bir şekilde insanları yönlendiren bir operasyon yapılıyor ki mesela, Ortadoğu'daki terör örgütleri üzerinden ya da silahlı gruplar üzerinden konuşulurken bu örgütlerin, grupların isimleri ve kimlikleri söylenmek yerine mezhepleri, meşrepleri ve etnik kökenleri söyleniyor. Örnek olarak, 'Şii milisler', 'Kürt milisler', 'Türkmen milisler', 'Sünni milisler' deniliyor. Allah aşkına söyler misiniz, DEAŞ denilen bu terör örgütü Sünnileri temsil eden bir örgüt müdür? ya da Haşdi Şabi denilen örgüt bölgedeki Şiileri temsil eden bir örgüt müdür? ya da PYD-PKK dediğimiz örgüt Kürt kardeşlerimizin tamamını temsil eden bir örgüt müdür? Hayır değildir. Dolayısıyla, bu bölgede konuştuğumuz lisana da dikkat etmek mecburiyetindeyiz. Eğer illa bir örgütün, örneğin, Musul'la ilgili bir haberde bir örgütün isminden bahsedeceksek 'PYD' deyin, 'Haşdi Şabi' deyin. Niye insanların etnik kökenlerini, insanların mezheplerini, meşreplerini dile getirerek bu anlamda uluslararası emperyalizmin ekmeğine yağ sürecek ikinci Sykes-Picot taraftarlarının planlarını kolaylaştıracak söylemlerin içerisinde oluyoruz?"
(Sürecek)
Son Dakika › Politika › 2017 Yılı Bütçesi Genel Kurulda - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?