3 Kasım ABD başkanlık seçimlerine sadece haftalar kala, çoğu ankete göre şu anki ABD Başkanı Donald Trump'ın neredeyse iki haneli rakamlarla önünden giden eski ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden halk oylamasını kolayca kazanacaktır. Bununla birlikte, Hillary Clinton da 2016 kampanyasının sonlarında yarışı mühim bir farkla önde götürüyordu ve ardından yaklaşık üç milyon oy farkla halk oylamasını kazandı. Bu farka rağmen Clinton Seçici Kurulu kazanamadı ve Trump başkan oldu.
2016'da alınan sonuç, tüm gözlemcileri, 2020 seçiminin potansiyel sonuçlarına daha ihtiyatlı yaklaşmaya zorluyor. Şu anda Joe Biden Seçici Kurulu da kazanacak gibi görünüyor ve istatistiki tahmin sitesi 538, Biden'ın zaferine yaklaşık onda dokuz ihtimal veriyor. Ancak yine de başkanın kim olacağını iki parti arasında gidip gelen beş, altı civarında eyalet belirleyecek gibi görünüyor. "Gidip gelen eyaletler" (swing states), anketlerin hangi adayın kazanacağını henüz kesin olarak göstermediği eyaletlerdir ve bu seçimlerde Florida, Pennsylvania, Michigan, Minnesota, Wisconsin, Arizona ve Nevada gibi eyaletler genel olarak iki adayın da kazanma ihtimalinin bulunduğu eyaletler olarak görülüyor. Son anketlerin bir çoğu, Biden'ın bu eyaletlerin çoğunda önde gittiğini gösteriyor, fakat aradaki farklar genelde büyük değil; başa baş bir gidişle yüzde dört veya beş puanlık bir fark arasında bir skala söz konusu.
İhtiyatlı olmayı gerektiren şey ise 2016 kampanyasının aynı noktasında, Clinton'ın bu iki parti arasında gidip gelen eyaletlerin çoğunda benzer puan farklarıyla önde olup neticede yarıştan galip çıkamamış olduğu gerçeğidir. Bu nedenle, Biden galip gelecek gibi görünse de, oy pusulaları sayılıncaya kadar, kendinden emin tespitler yapabilecek pek kimse çıkmayacaktır.
Bir iktidar devri olacak mı?
Son yirmi yıldır ABD seçimlerinin temel ve nükseden bir meselesi olmayı sürdüren oy pusulası sayımı, şimdiden hararetli bir tartışmanın konusu haline gelmiş durumda. ABD'de 200 binden fazla kişinin hayatına mal olan ve devam eden salgın nedeniyle, seçimde postayla gönderilen oy pusulalarında büyük bir artış bekleniyor. Postayla oy verme, tarihsel olarak, oylamada ciddi bir usulsüzlük kaynağı olmamasına rağmen, Başkan Trump ve Cumhuriyetçi Parti'nin bazı kesimleri tarafından sahtekarlığa açık olduğu için eleştiriliyor. Postayla gönderilen oy pusulalarındaki artışın neden olduğu gecikmeler nedeniyle, ortadaki eyaletlerin bazısındaki sonuçlar 3 Kasım'dan sonraki günler boyunca netleşmeyebilir. Bazı yorumcular daha da uzun gecikmeler yaşanabileceğine işaret ediyorlar.
Ayrıca Trump, seçimi kaybederse alışılmadık yöntemlere başvurabileceğini ima etmeye devam ediyor. Son haftalarda, seçim kendi lehine sonuçlanmadığı takdirde "iktidar devri yerleşik teamüllere göre gerçekleşecektir" diyemedi.
Trump'ın görevden alınma davasının yerini pandemi krizine bıraktığı, bunlara bir de ırkçılık ve polis şiddetine karşı yaygın protestoların eklendiği ve böylece geride bıraktığımız son bir yılda iyice bıçak sırtı bir hal alan ABD'nin iç siyasi atmosferinde, Trump'ın sergilediği bu tavır mevcut gerilimi körüklüyor. Yaza gelindiğinde ise protestolar karşıt gruplar arasında çatışmalara sahne olmaya başladı. Zıtlaşmalar yer yer şiddete dönüşerek ölümlere sebep oldu. Protestolar devam ederken ABD çevre felaketleriyle sarsıldı. Batı Kıyısı'nda yaşanan felaket niteliğindeki orman yangınları düzinelerce insanın canını aldı ve tamamen yanıp kül olan yerleşimler oldu. Güney, geniş bir coğrafyayı etkileyen çok büyük sellere neden olan kasırgalarla karşı karşıya kaldı. ABD'de halk çok moralsiz ve hırpalanmış durumda.
Biden başkanlığında Türk-Amerikan ilişkileri
Biden başkanlığı artık giderek daha muhtemel görünüyor ve bu, eski başkan yardımcısının dış politika tercihlerinin önümüzdeki dört yılın gerçekliği olacağı anlamına geliyor. Daha önce, Biden'ın Aralık 2019'da New York Times (NYT) yazı işleri ekibiyle [1] yaptığı röportajı analiz etmiştim; bu yazım daha sonra Türk kamuoyunda yoğun bir tartışmanın konusu oldu. Biden'ın bu röportajda dile getirdiği, yanlış bilgilendirilme kaynaklı, rahatsız edici görüşler, Ocak 2021'den itibaren Türk liderliğiyle çalışma ilişkisi kurma becerisi konusunda büyük endişeye sebep olacak cinsten. Biden aradan geçen aylarda da Türkiye'ye yönelik düşmanca tavrını sürdürdü ve doğrudan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef alan birkaç mesaj yayımladı. Biden bu meseleyi açıkça bir oy toplama aracı olarak görüyor.
Seçimi kazanırsa Biden, geçtiğimiz bir yılı kendilerine saldırarak geçirdiği aynı Türk liderliğiyle yüzleşmek zorunda kalacak. Bu tavrı, Obama'nın Türk yetkililerle temel aracısı olarak geçirdiği sekiz yılın üstüne eklenmeli elbette... Bu süre zarfında, Obama yönetiminin ABD hükümetinin bile terörist olarak tanımladığı bir terörist grubun (PKK) Suriye kolunu silahlandırmaya, eğitmeye ve ardından bu konuda önyargılı olmaya karar vermesinin ardından Biden, ABD'nin NATO müttefiki Ankara ile ilişkilerinin çöküşüne "riayet" etti. Peki, Biden acaba yeni bir yaklaşım planlıyor mu, yoksa aynı tavrın daha bol miktarına mı şahit olacağız? Şu an itibariyle Biden, Türk ortaklarıyla farklı bir ilişki öngördüğüne dair hiçbir emare ortaya koymuş değil.
Biden'ın dış politika ekibi
Aynısını Biden'ın dış politika danışmanları için de söyleyebilir miyiz? Haberlere göre Biden, kampanya platformu dahilinde dış politikasının temel bileşenlerini formüle etmek ve seçilmesi durumunda ABD dış politikasının dönüşümünü hazırlamak üzere çalışma gruplarına ayrılmış, muhtemelen toplam iki bin personelden oluşan büyük bir dış politika ekibi oluşturdu. Antony Blinken, Jake Sullivan, Avril Haines, Brian McKeon ve Julianne Smith gibi figürlerden, sık sık Biden'ın dış politika danışmanlarının "iç halkası" olarak bahsediliyor (şu ana kadar çok şükür ki Ben Rhodes'un adı gördüğüm listelerde geçmiyor).
Haines ve Smith'in her ikisi de Obama yönetiminde üst düzey vazifeler deruhte ettiler; Avril Haines, her iki görev de Obama döneminde olmak üzere, CIA'in müdür yardımcılığı ve Ulusal Güvenlik danışman yardımcılığında bulundu. Smith 2012-2013'te Biden'a ulusal güvenlik danışmanlığı yapmak üzere Pentagon'dan Beyaz Saray'a geçti. Smith çok sayıda eski ABD dış politika yetkilisinin Obama'ya gönderdiği ve onu Türk liderliğine daha agresif yaklaşmaya çağıran 2014 tarihli bir mektuba imza koyanlardan. Smith de aradan geçen yıllarda Türkiye'yle ilgili olumsuz basın açıklamaları yaptı.
McKeon Biden'ın Senato'da geçirdiği yıllarda uzun bir süre boyunca onun dış politika danışmanı olarak çalıştı ve ayrıca Obama yönetiminde Savunma Bakanlığı politika yetkilisi olarak çalıştı. McKeon ABD'nin kendi kamuoyunu kandırmak için PKK'nın Suriye koluna yapıştırılmış bir etiket olan "Suriye Savunma Gücü'ne" (SDG) verdiği desteği açıkça savundu ve Türk güvenlik güçlerinden "düşman" olarak bahsetti. [2]
İzlenmesi gerekenler: Antony Blinken ve Jake Sullivan
Blinken ve Sullivan ise genellikle Biden'ın dış politika ekibinin en önde gelen isimleri olarak kabul ediliyor. Blinken, Türkiye'ye malum isimlerden: başarısız Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminin ardından gecikmeli olarak Türkiye'ye gönderilen Obama yönetimi yetkililerinden biri. Blinken 2017'nin başlarında NYT için ABD'nin SDG'yi silahlandırmaya ve eğitmeye devam etmesini isteyen uzun bir başyazı yazdı. Blinken'ın yorum yazısı hatalı mantığıyla dikkat çekiyordu: SDG'nin ABD tarafından sağlanan silahları Türkiye'ye saldırmak için kullanmaktan kaçınmaya ikna edilebileceğini savunuyordu, ancak yalnızca birkaç paragraf sonra Trump yönetimini Türkiye'nin PKK ile mücadelesine yardım etmeye çağırıyordu. Blinken'ın çok mu saf, yoksa samimiyetsiz mi olduğu okuyucunun irfanına kalmış.
Blinken'ın Türkiye hakkındaki açıklamaları, Biden'ınkilerin aksine, genellikle daha dikkatli. Blinken Temmuz ayında Hudson Enstitüsü'ne [3] kapsamlı bir röportaj verdi ve bu röportaj meyanında muhatabı kendisine doğrudan Türkiye'yle ilgili sorular sordu. Biden'ın NYT editörlerine söylediği kafası karışık ve hasmane sözlerin aksine, Blinken'ın yorumları ölçülü ve sakindi: "Açıkçası Türkiye ile daha verimli ve olumlu bir ilişki kurmanın bir yolunu bulmak istiyoruz, ancak bu, Türk hükümetinin de aynı şeyi istemesini gerektiriyor. Belli ki bazı gerçek sorunlarımız ve farklılıklarımız var, ama aynı zamanda birlikte daha etkili çalışmanın yollarını bulmamızın mantıklı olacağı alanlar da var, örneğin Suriye onlardan biri" "Umarım bunu yapmanın yollarını bulabiliriz, ancak ilişkide karşılaştığımız bazı zorlukları küçümsemek istemiyorum ve bu, bence her şeyden önce, son derece doğrudan ve net bir konuşma gerektirecek. Demem o ki Başkan Yardımcısı'nın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile uzun bir ilişkisi var. Birbirlerini uzun zamandır tanıyorlar. Pek çok konuda doğrudan irtibat halinde oldular ve sanırım Türkiye ile çalışırken bu ilişkinin en önemli şey olduğunu gördük".
Biden'a kıyasla Blinken, en azından, doğaçlama seçim kampanyası yorumlarının kampanya dönemi sona erdikten sonra kişisel ilişkiler konusunda pek bir fayda sağlamayabileceğinin daha bir farkında gibi. Blinken'ın Türkiye konusundaki ihtiyatlı tutumunun Biden'a etki edip etmeyeceğini zaman gösterecek.
Sullivan, yukarıda belirtilen diğer şahıslara benzer şekilde, Obama yönetiminde üst düzey bir siyasi görevde bulundu. Sullivan 2019'un başlarında The Atlantic'e [4], yeniden canlandırılmış bir ABD dış politikasına yönelik vizyonunu ortaya koyduğu ayrıntılı bir makale yazdı. Bu makaleye eşlik eden biyografisinin netleştirdiği gibi, Sullivan Türkiye'ye yönelik politika tasarlayan ve uygulayan kişi ve kurumlarla yakından bağlantılıydı: "Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın ulusal güvenlik danışmanlığında bulunan [Sullivan], ABD Dışişleri Bakanlığı politika planlama direktörlüğü ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın özel kalem yardımcılığını yapmıştır".
Bu yorum yazısında Sullivan, ABD'nin hem uluslararası hem de yerel zorlukları aşmak ve bir kez daha küresel liderlik rolünü üstlenmek için "Amerikan istisnacılığı" anlayışını canlandırması ve yeniden formüle etmesi gerektiğini savunuyor. Elbette böyle bir argüman dünyadaki pek çok kişinin duymak istediği bir şey değil, ama yazar iyimser görünüyor. Her halükarda, Sullivan'ın makalesi çoğunlukla pek şatafatlı ama belirsiz reçetelerden oluşuyor ve bunlara ABD ve dünyanın yakın tarihine dair yaptığı sıhhati sorgulanabilir tespitler eşlik ediyor. Sullivan, makalenin yayınlanmasından bu yana geçen yirmi ay içinde, diğer forumlarda da benzer açıklamalar yaptı.
Biden başkanlığının ABD dış politikası: Aynısının daha fazlası
Genel olarak, Biden'ın dış politika ekibinin basın açıklamaları pek ümit vadetmiyor; hele Türkiye'yle ilgili hiç ümit vermiyor. National Interest gibi muhafazakar bir yayın bile, Biden ekibinin dış politika reçetelerini "hala bir nostaljinin -ABD hegemonyasının mutlak ve yardımseverliğinin sınırsız göründüğü efsanevi bir 'Amerikan Yüzyılı' nostaljisinin- pençesinde olan bir Washington nizamının temsilcisi" olarak özetliyor. [5]
Hep birlikte ele alındığında, (artık halk dilinde "Blob" olarak bilinen) Washington dış politika seçkinlerinin genel olarak dünyaya, ama aynı zamanda özel olarak Türkiye'ye yönelik tutumları, esas olarak, hakkında politikalar tasarladıkları dünyayı anlamadıkları yönündeki şüphemi artırmaya yarıyor. Dünyayı idrak etmeye, hatta ABD çıkarlarının ayırdına varmaya yetecek bilgi veya analitik kapasiteye sahip olup olmadıkları tamamen belirsiz görünüyor. Bu hissiyatımda yalnız değilim; ancak dış politika oluşturmaktan sorumlu olanlara da benzer endişeler dile getirildiğinde, genelde gelen cevap, dış politika formülasyonunun "kusurlu" ve "zor" olduğu ve hataların beklenmesinin gerektiği yönünde. Yani dile getirilen şey, Donald Rumsfeld'in basına yaptığı o mahut "bilinen bilinenler" açıklamasının farklı bir versiyonu. Rumsfeld'in cevabındaki sorun, hiçbir zaman cevabı içine koyduğu kavramsal çerçeve değildi; mesele daha ziyade, yanlış ya da var olmayan gerekçelere dayanan, o dönemde gözlemciler tarafından da böyle olduğu yönünde eleştirilen ve sonradan Irak'ın felaket niteliğindeki işgalini rasyonelleştirmek için kullanılan bir politikayı haklı çıkarmak için, aslında "bilinmeyen bilinmeyenleri" kullanmasıydı.
Amerikan siyasi koridorunun her iki cenahının da Türkiye'nin bulunduğu bölgede hangi demokratik olmayan rejimleri desteklemeleri gerektiğini tartışarak zaman geçirdiği şu sıralar - İran'a karşı "Otoriterlik Ekseni" (yani Suudi Arabistan, BAE, Mısır, Bahreyn)- Jake Sullivan'ın bizi benimsemeye kuvvetle teşvik ettiği değerlerin uzun zaman önce bir kenara atıldığı gün gibi ortada. İran mı, yoksa Suudi Arabistan ve şürekası mı desteklenmeli, silahlandırılmalı, korunmalı ve hangisiyle müzakere edilmeli konusundaki tartışma, bütünüyle, ABD politikasının merkezinde bulunan, Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgeyle ilgili ahlaki ve ideolojik boşluğu gösteriyor. Gayet ortada olduğu üzere, ABD'nin anlamak, birlikte bölgesel sorunları çözmek ve daha iyi bir karşılıklı ilişki kurmak için büyük çaba sarf etmesi gereken devlet, 1950'den beri demokratik bir toplum ve 1952'den beri NATO müttefiki olan Türkiye'dir. Bu hakikat, herhangi bir tartışma dahi gerektirmeyecek kadar ortada olsa gerek.
Ne var ki Joe Biden, zehirli bir Türkiye karşıtı söylemi, kazanan bir seçim yılı stratejisi olarak görüyor.
[1999 yılından bu yana İstanbul'da yaşayan Adam McConnel Sabancı Üniversitesi'nde Türk tarihi dersleri vermektedir; tarih alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini de aynı üniversiteden almıştır]
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
[1] https://www.aa.com.tr/en/analysis/analysis-joe-biden-confronts-turkey-in-the-vast-external-realm/1857519
[2] https://www.justsecurity.org/61991/false-comparisons-obamas-military-withdrawal-iraq-trumps-syria-disengagement/
[3] https://www.hudson.org/research/16210-transcript-dialogues-on-american-foreign-policy-and-world-affairs-a-conversation-with-former-deputy-secretary-of-state-antony-blinken
[4] https://www.theatlantic.com/magazine/archive/2019/01/yes-america-can-still-lead-the-world/576427/
[5] https://nationalinterest.org/feature/just-how-good-joe-biden%E2%80%99s-foreign-policy-team-170216
Son Dakika › Güncel › 2020 ABD Başkanlık Seçimleri: Ufukta Biden görünüyor - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?