"Adaletin Olmadığı Yerde İnsanlık da Yoktur" - Son Dakika
Dünya

"Adaletin Olmadığı Yerde İnsanlık da Yoktur"

"Adaletin Olmadığı Yerde İnsanlık da Yoktur"

Resmi temasları kapsamında Washington'da bulunan Başbakan Erdoğan, 21. Yüzyılda Küresel Düzen ve Adalet konulu konferansta konuştu.

18.05.2013 08:15  Güncelleme: 09:33

Resmi temasları kapsamında Washington'da bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, SETA tarafından Mayflower Otel'de düzenlenen "21'inci Yüzyılda Küresel Düzen ve Adalet" konulu konferansta konuştu.

Adalet arayışının insanlık tarihi kadar eski olduğunu ifade eden Başbakan Erdoğan, "Adaletin olmadığı yerde insanlık da yoktur. Çünkü adaletin olmadığı, adaletin dışlandığı, adaletin ötelendiği bir yerde insanın kimliğinden söz etmek, insanın kimliğinden söz etmek, insanın insanca bir hayat kurabileceğini iddia etmek mümkün değildir. Adalet aslında hakkı teslim etmektir.

Adalet aynen özgürlük gibi insan onurunun bir gereğidir. Siyasetten, ekonomiye, hukuktan küresel ekonomiye kadar her alanda adalet ilkesini gözetmeyen bir dünyanın insanlığa barış, huzur ve mutluluk getirmesi mümkün değildir" dedi.

"ADALET İLKESİ HER GÜN CİDDİ SALDIRILARA MARUZ KALIYOR"

Bugün insanlığın elinde muazzam ekonomik, bilimsel ve teknolojik imkanlar bulunduğunu dile getiren Başbakan Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü:

"Fakat bununla tezat bir şekilde küresel ölçekte adalet ilkesi her gün ciddi saldırılara maruz kalıyor. Siyasi alandaki, ekonomik alandaki adaletsizlikler ve eşitsizlikler giderek artıyor. Adalet dağıtması gereken küresel düzen bürokratik süreçlerin, ulusal çıkarların, sadece kendini ayakta tutmak isteyen, adaleti sadece kendine reva gören politikaların kurbanı oluyor. Bakın bugün 1 milyardan fazla insan günde 1 doların altında gelirle yaşıyor. Yani mutlak fakirlik sınırının altında bulunan 1 milyardan fazla insan var dünyamızda. Halbuki gelişmiş ülkeler şöyle kendini bir silkelese oradan ne dolarlar düşecek. 10 milyonlarca insan gıda, temiz su ve sağlık hizmeti gibi en temel insani ihtiyaçlardan mahrum yaşıyor. Her yıl 100 binlerce insan açlık, kuraklık, doğal afetler ve salgın hastalıklardan dolayı hayatını yitiriyor."

"ADALETSİZLİĞİN EN BÜYÜK KURBANI MAALESEF ÇOCUKLARDIR"

Başbakan Erdoğan, bu durumdan en çok etkilenenlerin de en savunmasızlar, en masumlar yani çocukların olduğunu belirterek, "Evet, adaletsizliğin en büyük kurbanı maalesef çocuklardır. En çok acıyı hayatımızın neşesi olması gereken çocuklar çekiyor. Sadece Somali'de 2011 yılında 250 binden fazla çocuk ne yazık ki açlık ve kuraklıktan dolayı hayatını kaybetti. Ölenlerin yarıya yakını 6 yaşın altındaki çocuklar. Çocukları arasında tercih yapmak zorunda bırakılan, bir çocuğunu yanına alırken diğerini geride bırakmak zorunda kalan bir annenin acısını tarif etmek mümkün müdür? Bu acıya duyarsız kalan bir sistemin insanlık vasfımızla uyuşması mümkün müdür? Ben bu trajediyi 2011 yılının Ağustos ayında Somali'de bizzat müşahede ettim. Ziyaret ederek yerinde gördüm. Yüzlerce kilometre öteden yalınayak, aç ve yorgun insanların başkent Mogadişu'ya nasıl akın ettiklerini bizzat gördüm. Oradaki kampları, hastaneleri ziyaret ettim. Gördüğüm manzara dehşet vericiydi. Dünyanın bir tarafı büyük bir bolluk ve israf içinde yaşarken diğer kesiminin açlığa, fakirliğe, yokluğa mahkum edilmesi insanlık adına kabul edilebilir bir durum değildir. Bu bir insanlık ayıbıdır. Bu insanlık adına bir utançtır. Aynı şeyi Sudan'da yaşadım. Darfur'a gittim. Darfur'daki kampları gezdim ve o kampların halini gördüm. O kamplarda da yine çok açık net söylüyorum; bir jiletle üç tane çocuğun o kirli çadırlar içerisinde sünnet edildiğini gördüm. Bir jilet… O jiletle üç tane çocuk sünnet ediliyor. ve insan orada adeta kanlar beynine hücum ediyor. Bu nasıl bir dramdır. Somali'de yaşanan, Darfur'da yaşanan bütün bu örneklerin yanında dolaşın Afrika'nın birçok ülkesini aynı şeyi göreceksiniz. ve insani değerlerin test edilmesini hep birlikte yaşamak ve anlamak durumundayız. Bu sınavı insan olarak hep birlikte vermek durumundayız. Türkiye'nin çok yoğun çabaları neticesinden 2 yıl öncesinde kıyasla Somali bugün çok daha iyi bir yerde duruyor. Fakat hala yapmamız gereken çok şey var" şeklinde konuştu.

"ADİL OLMAYAN BARIŞ, BARIŞ DEĞİLDİR VE KALICI OLMAZ"

"Adalet sadece maddi refahın adil dağıtımıyla sınırlı değildir" diyen Erdoğan şunları söyledi:

"Önyargılara dayalı ırkçı ayrımcılık da bir adaletsizlik ve haksızlık türüdür. Çünkü ırkçılık insanlığın onurunun ayaklar altına alınmasıdır. Yani insanın hakkı olan en temel şeyden, eşit ve adil muameleden mahrum edilmesidir. Sosyal adaletsizliğin temelinde farklı olana karşı haksız muamele yapmaktadır. Bu bazen karşımıza ırkçı bir saldırı olarak çıkıyor bazen de İslamofobi olarak çıkıyor. Suriye'den Filistin'e, Myanmar'dan Afrika'nın yoksullukla mücadele eden pek çok ülkesine kadar dünyanın acilen ve derhal yeni bir adalet düzenine ihtiyacı vardır. Soruyorum; 'Son dönemlerde Myanmar'da yapılan zulüm, Myanmar'da katledilen insanları, o çocukları acaba katledenler hangi inancın, hangi dinin mensuplarıydı? Peki bunlara karşı insanlığın verdiği bir refleks var mı? Sorduğu bir soru var mı? Nasıl böyle bir şeyi yapıyorsunuz diyorlar mı?' Hayır. Adaletin olmadığı yerde barış olmaz. Adil olmayan barış, barış değildir ve kalıcı olmaz. Martin Luther King'in de ifade ettiği gibi, bir yerdeki adaletsizlik diğer yerlerdeki adalete yönelmiş bir tehdittir. Bu yüzden adalet söz konusu olduğunda bana ne tavrı içine giremezsiniz. Başkalarının acılarına duyarsız kalamazsınız."

"FİLİSTİNLİ BÜTÜN GRUPLARIN BULUNMADIĞI BİR MASADAN BARIŞ ÇIKMAZ"

Başbakan Erdoğan konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bu yüzden biz, Filistin meselesi bir din, etnisite yahut toprak meselesi değildir diyoruz. Olaya böyle bakıyoruz. Filistin meselesine adil ve kalıcı bir çözüm bulmadan Ortadoğu'da sadece sözden ibaret barış bulursunuz. Filistin topraklarındaki işgalin sona ermesi adaletin bir gereğidir. Filistin halkının özgür ve onurlu yaşam talebi adaletin bir şartıdır. Bu adalet ilkesini hayata geçirmeden barıştan, uzlaşıdan, refahtan bahsetmek mümkün değildir. Bunun için Filistin'de işgal ve ablukanın derhal sona ermesi ve 1967 sınırları üzerinde iki devletli çözümün hayata geçirilmesi gerekmektedir. Biz de Türkiye olarak bunu destekliyoruz. Fakat işgal devam ettiği müddetçe, yerleşimci işgalciler yayılmaya devam ettiği müddetçe iki devletli çözümü hayata geçirmek mümkün olmayacaktır. Burada şunu da vurgulamak durumundayım; Filistin ittifakı süreci bütün Filistinli tarafları ve grupları kucaklamalıdır. Hamas dahil Filistinli bütün grupların bulunmadığı bir masadan barış çıkmaz. Bunu bir defa böyle bilmemiz lazım. Milli uzlaşı sağlandıktan sonra Filistin'de seçimlere gidilmesi oradaki demokratik süreci güçlendirecektir. Önce gruplar arasındaki milli uzlaşı şart. İsrail zindanlarındaki 5 bine yakın tutuklunun serbest bırakılması da ayrıca önem arz eden bir husustur. Bu tutuklular arasında 10, 20 hatta 30 yıldır hapis yatan insanlar var. İsrail artık işgal, abluka, baskı, korku ve hapis politikalarına son vermelidir.

Türkiye-İsrail arasında bir süreç başlamıştır. Ama bu başlayan bir süreçtir. Henüz daha yolun başındayız. Daha ortasına, sonuna gelmedik. Biliyorsunuz bizim burada 3 önemli başlığımız vardı. Bunun birincisi özürdü bu halloldu. İkincisi tazminattı bu henüz görüşülüyor. Üçüncüsü ise Filistin'e uygulanan ablukanın kalkması olayıdır. Bunlar olmadıktan sonra bu adım atılmaz. Bu arada Quartet konusu var. Quartet konusuyla ilgili Quartet'ın 4 tane ileri sürdüğü madde ki bunların içinde en önemlisi sınırlar meselesidir. Sınırlar meselesinde de 1967 sınırlarına bir defa İsrail'in çekilmesi gerekir. Bu hallolmadıktan sonra burada da Quartet'ın başarılı olması mümkün değildir. Quartet yeni kurulmadı ve kuruluşundan bu yana henüz alabildiği bir mesafe de yok. İsrail gerçekten barış istiyorsa önce Filistinlilere insanca muamele etmeyi bilmelidir."

"BAŞKALARININ ACILARINDA KENDİ HUZURUNU ARAYANLAR İNSAN DEĞİLDİR"

Başkalarının yaşadığı haksızlığa ve acılara kulak vermenin, onlara gönül açmanın bir cesaret ve olgunluk işi olduğunun altını çizen Erdoğan, "Gönlünde adalet duygusu olmayan bir insanın başkalarının acılarına ortak olması asla mümkün değildir. Çok açık net bir şey daha söylüyorum; başkalarının acılarında kendi huzurunu arayanlar insan değildir. Aynı şey siyaset için de, devletler için de, uluslararası politikalar için de geçerlidir. İnsanlık, 20. Yüzyılda çok acı çekti. Savaşlar, işgaller, katliamlar, yıkımlar gördü. 21. Yüzyılın da bir yıkım, gözyaşı ve zulüm çağı olmasına izin vermemeliyiz. Önümüzdeki yıl 1. Dünya Savaşı'nın 100'üncü yılı olacak. Bir asır sonra 21. Yüzyılı bir barış yüzyılı yapmak bizim elimizde. Bunun için adaleti temel bir ilke olarak inşa etmek zorundayız. Sayın Bush bana bir gün dedi ki; '21. Yüzyılı barış yüzyılı ilan edelim.' Dedim ki; 'Biz hazırız. Ama nasılı, niçini bunlar çok önemli. Bunu halledelim bu adımları atalım.' Tabi arkadan Irak patladı. Tablo bu. Şimdi aynı şeyi hiç olmazsa 1. Dünya Savaşı'nın 100'üncü yıldönümüne geliyoruz, burada kendimizi test ederek acaba bu adımı nasıl atacağız bunu konuşalım" ifadelerini kullandı.

"ÜLKELER BÖLGESEL GÜÇ HESAPLARI YAPARKEN SURİYE'DE İNSANLIK ÖLÜYOR"

Erdoğan, "Türkiye'nin dış politikasının merkezinde adalet ilkesi vardır, insan vardır" diyerek şöyle konuştu:

"Bu yüzden Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da meşru taleplerini dile getiren halkların yanında durduk. Bu yüzden Esed rejiminin zulmüne baş kaldıran Suriye halkının yanında durduk. Bakınız Suriye'de 100 bine yakın insan hayatını kaybetti. Zalim bir diktatör Suriye'de kendi halkına karşı hemen her gün katliam üzerine katliam yapıyor. Ne yapacaktık, futbol maçı seyreder gibi tribünde mi duracaktık? Yani oradan bunu izleyerek bizler de tribünden alkış mı tutacaktık? Yanı başımızda 910 kilometre sınırı olan bir ülke olarak, akrabalık bağları, komşuluk bağları, tarihi, kültürel bağları olan bir ülke olarak buna sessiz mi kalacaktık? Bu tabi ki mümkün değildi. Milyonlarca insan evlerinden, yurtlarından olmuş durumda. 300 bine yakın insan şuanda benim ülkemde sığınmacı. Açık kapı politikasıyla biz bu kardeşlerimizi ülkemizde ağırlıyoruz. 200 bine yakın insan çadırlarda ve 20-25 bin civarında konteynır kentlerde. Diğerleri değişik şehirlerimizde şuanda kiracı konumundalar. Aynı şekilde Ürdün'de var, aynı şekilde Lübnan'da var. Aynı şekilde diğer ülkelere Irak'a vesaire şuanda sığınmış durumdalar. Tabi Suriye'nin içinde de iller arasında çok ciddi bir sirkülasyon var. Bu büyük zulüm karşısında uluslararası toplumun, kurum ve kuruluşların acziyeti insanlık adına utanç verici bir durumdur. Aslında ben buna acziyet demiyorum, duyarsızlık diyorum. Bazıları bu işe çok farklı nedenlerle yaklaşıyor. Bazıları ne yazık ki 'Neme lazım' diyor. Ama birkaç ülkeyse bu işte hassasiyetini ortaya koyuyor. Ülkeler bölgesel güç hesapları yaparken Suriye'de insanlık ölüyor. Bu katliama dur diyemeyen bir küresel sistem adil ve insancıl olduğunu iddia edemez."

"BMGK'NIN İKİ YILDIR SURİYE HALKININ ACISINI HAFİFLETECEK TEK BİR KARARI OLMAMIŞTIR"

Erdoğan konuşmasına şöyle devam etti:

"Şuanda ben Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ne yapıyor merak ediyorum. Ne zaman Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri bu konuda bir birliktelik sağlamak suretiyle adımını atabilecek? Atamaz çünkü sistem bozuk. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin sistem olarak kuruluşu bozuk. Belki kuruluşunda böyle bir gereklilik olduğu için bu şekilde kurulmuş olabilir. Ama şuanda bu sistemin reforme edilmesi gerekmektedir. Bir ülkenin, iki ülkenin dudakları arasına insanlık mahkum edilemez. Nitekim şuanda bir ülkenin, iki ülkenin dudakları arasına insanlık mahkum edilmiş durumdadır. Bakın BMGK'da 102 ülke burada farklı, olumlu istikamette bir düşünce sergilerken 12 ülke karşısında duruyor ama öbür tarafta bakıyorsunuz ki daimi üyelerden 2 tanesi bu işe olumsuz baktığı için bir adım atılamıyor. Böyle bir sistem olabilir mi? Böyle bir yaklaşım tarzı olabilir mi? Azınlığın çoğulluğa tahakkümü olabilir mi? ve bunun adı demokrasi olabilir mi? Bunun adı insan hak ve hürriyetleri olabilir mi? Temel hak ve özgürlükler olabilir mi? Mümkün değil. Onun için bu sistemin reforme edilmesi şarttır diye düşünüyorum. 1990'lı yıllarda Bosna'da ve Ruanda'da yaşanan trajedinin bir benzeri bugün Suriye'de yaşanıyor. Raunda'da da bu yaşandı. Ruanda'da yaşandığı zaman ses çıktı mı? Kimse kalkıp bir şey söyleyebildi mi? Söyleyemedi çünkü daimi ülkelerden bir tanesiydi, nasıl söylersin. Bu sıkıntıları aşmadığımız sürece insanlığın başını insanlığın, huzurunu bulmamız, yakalamamız çok güç. Adeta mümkün değil. ve o gün olduğu gibi bugün de dünya sadece izlemekle yetiniyor. İşte bakın BMGK'nın iki yıldır Suriye halkının acısını hafifletecek tek bir kararı olmamıştır. Mevcut üye yapısı ve veto sistemi nedeniyle bundan sonra da Suriye yahut başka bir trajediye dur demek mümkün görülmemektedir."

"BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ADALET ÜRETEN BİR SİSTEME SAHİP OLMADIKÇA İNSANLIĞIN BARIŞ VE HUZURUNA KATKI SUNAMAZ"

Birleşmiş Milletler'in adalet sistemindeki sıkıntıları dünyanın değişik yerlerinde çeşitli vesilelerle gündeme getirdiğini ve getirmeye devam edeceğini anlatan Başbakan Erdoğan, "Herkes, 'Haklısın' diyorlar. Ama ne kadar haklısın dersen de bakıyorsunuz ki eller cesur kalkmıyor. Sıkıntı burada. ve 5 tane daimi üye her şeyi belirlemeye yine devam ediyor. Şunun altını özellikle çiziyorum; 'Birleşmiş Milletler adalet üreten bir sisteme sahip olmadıkça insanlığın barış ve huzuruna katkı sunamaz.' Birleşmiş Milletler'in bir itibarı ve ciddiyeti olacaksa mutlaka yeniden yapılandırılması ve dünyanın sorunlarına çözüm üreten bir kurum haline getirilmesi gerekmektedir. Burada SETA gibi düşünce kuruluşlarına büyük görev düşmektedir" dedi.

"YALNIZ DA KALSAK, GÜR BİR SESLE BEBEKLERİN, ÇOCUKLARIN, MASUM SİVİLLERİN ÖLÜMÜNE KARŞI ÇIKACAĞIZ"

Bebeklerin katledildiği bir dünyanın, masum bir dünya olmadığını söyleyen Erdoğan konuşmasını şu sözlerle sürdürdü:

"Bebeklerin dini mensubiyetinden, milli mensubiyetinden, etnik mensubiyetinden bahsedilemez. O bebektir. Savaşın bile kendi içinde bir ahlakı vardır. ve bu ahlak sivilleri özellikle de bebekleri savaşın dışında tutmayı, onları her ne pahasına olursa olsun korumayı gerektirir. Bebekleri hedef alan insanın onuru olmadığı gibi, o mücadelenin de asla onuru yoktur. Ancak bebeklerin katledilmesinden inanın daha da vahim olan bu katliama seyirci kalmaktır. Örneğin 10 gün önce Banyas'taki o yavruların böyle kucak kucak üstüne öldürüldüğünü gördüğüm an adeta çılgına döndüğüm an olmuştur. Annelerinin koynunda öldürüldükleri an çılgına döndüğümüz an olmuştur. ve sesimiz yükseldiği için rahatsız olanlar var hala. Sesimiz de yükselecek, yapabileceğimiz ne varsa onu da yapmaya devam edeceğiz. Öyle manzaralar vardı ki insana gördüğü anda sorumluluk yükler. Bu sorumluluğun adını ne koyarsanız koyun. İnsani sorumluluk diyin, vicdani diyin, hukuki diyin. Körfez Savaşları'nı hatırlayın; hani bir ördeğin o petroller arasında o çırpınırken olan hali hepimizi yaralıyordu değil mi? Dünya televizyonları sürekli onu yayınlıyordu. Peki bu dünya televizyonları acaba, bütün dünya medyası o Banyas'taki katliamı ne kadar yayınladılar, ne kadar gösterdiler? Ben pek göremedim. Şöyle es geçtiler. Bu adımlar atılmadığı sürece demek ki o yavruların, o insanların o ördek kadar değeri yok. Katledilmiş bir bebek fotoğrafını gören kişi her nerede olursa olsun o katliamı durdurmak için üzerine sorumluluk almıştır, atması gereken adımı atması gerekir. O manzarayı gördükten sonra sessiz olunamaz, tepkisiz olunamaz. Ama biz şuanda Somali'de bebekler ölürken, Myanmar'da, Suriye'de, Gazze'de bebekler ölürken seyirci kalan, tepkisiz, sessiz kalan bir dünyada yaşıyoruz. Bakın şunu burada özellikle hatırlatmak istiyorum; bizim kültürümüzde, bizim medeniyetimizde sadece kötüler değil o kötülerin barındığı, barınak bulabildiği toplumlarda o kötülüğün sorumluluğunu taşırlar. İncil'e bakın bunu görürsünüz. Tevrat'a bakın bunu görürsünüz. Kuran-ı Kerim'e bakın orada da bunu görürsünüz. Tarihte yaşanan acı hadiselere bakın bunun ne kadar gerçek olduğunu fark edersiniz. Bir toplum kendisini değiştirmezse bedelini de topyekun öder. Ölen bebekler anne-babalarının bebekleri oldukları kadar bizim de bebeklerimizdir. ve buna dur demek bizim de sorumluluğumuzdur. Bu sorumluluk yerine getirilmezse ödenecek bedel de hiç kuşkusuz küresel bir bedel olacaktır. Biz Türkiye olarak üzerimizdeki sorumluluğun farkındayız ve bu sorumluluğun gereğini de hakkıyla yerine getirmenin mücadelesi içindeyiz. Türkiye olarak dünyayı yaklaşan bu tehlike konusunda her zaman uyardık, uyarmaya da devam edeceğiz. Yoksulun tıka basa doyanı seyrettiği, engellinin engelsiz tarafından ezildiği, zenginin fakire zulmettiği, güçlünün zayıfı ezdiği bir dünya hiç kimse için yaşanabilir bir dünya olamaz. Dünya savaşları, küresel ekonomik krizler istikbalimiz adına bize çok pahalı dersler verdi. İnsanlık bu acılardan ders çıkarmalı. Küresel vicdanı, küresel adaleti mutlaka artık devreye sokmalıdır. Biz, Türkiye olarak buradaki kararlılığımızı sürdüreceğiz. Sorumluluğumuzun farkındayız ve bu sorumluluğu da hakkıyla yerine getirmenin mücadelesi içindeyiz. Yalnız da kalsak, yalnız da bırakılsak gür bir sesle bebeklerin, çocukların, masum sivillerin ölümüne karşı çıkacağız."

"GELECEĞİMİZİ KURGULARKEN ADALET VE VİCDAN KAVRAMLARINI MERKEZE YERLEŞTİRMELİYİZ"

Başbakan Erdoğan, insan olarak, insanlık olarak bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç olduğunu ifade ederek, "Adil olabilmek için aynı zamanda karşımızdakini anlayabilmek gerekir. Bizi bir araya getiren unsurlardan veya bizi bir araya getiren unsurların farklı kılanlardan daha fazla olduğunu görmek zorundayız. İnancımız kalplerimizi ayırmayıp tam aksine birleştirdiğini, değişik geleneklere, görünümlere sahip insanların öteki veya yabancı olmadığını büyük insanlık ailesinin bir parçasını teşkil ettiğini kabul etmeliyiz. Irkçı ve dışlayıcı yaklaşımlara son vermeli, zayıf olana yardım etmeli, dünyayı hepimizin ortak evi olarak görmeliyiz. Esasen muhteşem medeniyetimizin ortaya koyduğu ve o değerlerden tevarüs ettiğimiz manevi miras da zaten bunu gerektiriyor. Aksi takdirde başkalarının omuzlarına basarak yükseldiğimiz yerde yalnızca keder ve acı görebiliriz. Bu şekilde bastığımız yer bir süre sonra bizi içine çeken bir bataklığa dönüşecektir. Herkesin yükselebilmek için başkasını aşağıya çekmeye çalıştığı, düşeni ezdiği dünyayı istemek, bunu kabullenmek için hiçbir sebebimiz yok. Yaşamak için yaşatmalı, birbirimize, ideallerimize ve inançlarımıza sıkı sıkıya bağlı kalmalıyız. Bu itibarla geleceğimizi kurgularken adalet ve vicdan kavramlarını merkeze yerleştirmeliyiz" şeklinde konuştu.

Başbakan Erdoğan sözlerini şu ifadelerle sonlandırdı:

"İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğum dönemde bir mücadelem olmuştu. Belki o şehircilik anlamınaydı. Kenardan merkeze insanı çekmek, bu fiziki anlamda bir çekim alanı oluşturmak değildi aslında. Zihinsel bir çekimi, sosyolojik bir analizin gereği olarak çekmeyi gerçekleştirmekti. ve bunu başarırken de hakikaten çok çok farklı neticelerini aldık. ve bu çok farklı neticeyi alırken toplumun merkezde oturanıyla yani şehirde oturanıyla kırsaldan geleni, kenardan geleni birbiriyle kaynaştı ve birbirlerini etkilerken de işte o aradığımız medeni toplum oluşmaya başladı. Yani modernite denirken bu lafla olmuyor, uygulamayla oluyor. İşte bu uygulama hayata geçtiği her yerde eserini verdi. Türkiye bu yolda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye her şart altında devam edecektir."

(CC-

18.05.2013 08: 06: 19

TSI

NNNN - WASHINGTON

Kaynak: İHA

Son Dakika Dünya 'Adaletin Olmadığı Yerde İnsanlık da Yoktur' - Son Dakika

Sizin düşünceleriniz neler ?

    SonDakika.com'da yer alan yorumlar, kullanıcıların kişisel görüşlerini yansıtır ve sondakika.com'un editöryal politikası ile örtüşmeyebilir. Yorumların hukuki sorumluluğu tamamen yazarlarına aittir.

Advertisement