'Okumak Özgürlüktür' Diyen Nazım'ın Hikâyesi - Son Dakika
Güncel

'Okumak Özgürlüktür' Diyen Nazım'ın Hikâyesi

\'Okumak Özgürlüktür\' Diyen Nazım\'ın Hikâyesi

İstanbul'da kitapevi işletmecilği yapan Nazım Gökel, Urfa'da dönerci, müteahhitlik derken tekrar çok sevdiği kitap işiyle uğraşmaya karar vermiş.

05.04.2015 13:24

Nazım Gökel. Nazım Hikmet'i seven bir babanın çocuğu. Baba devrime öyle inanmış ki, hemen hemen bütün çocuklarına devrimi anımsatan isimler koymuş. Umut, Devrim, Ulaş, Özgür, Ayşe ve Nazım. İstanbul'da Nazım Kitabevi'ni işleten Nazım Gökel, babasının vasiyetini de dikkate alarak Urfa'ya tekrar gelmiş. Önce dönerci, sonra müteahhitlik derken tekrar çok sevdiği kitapçılık işine geri dönmüş. Küçük ama mütevazı bir yerde kitapçı dükkanı açan Gökel'in derdi para kazanmak değil. Modern zaman insanının hayat içinde koşuşturduğu, bocaladığı, 'okuyamaya zamanım yok' dediği bir devirde Gökel, küçük de olsa insanların okumalarına katkı sunmaya çalışıyor. Türkiye toplumunda kitabın ihtiyaç listesinde 122'inci sırada aldığı Gökel'le Urfa'ya dönüş öyküsünü, insanların kitaba bakışını, farklı mesleklerden sonra neden tekrar kitapçılık mesleğine döndüğünü konuştuk.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Adım Nazım Gökel. 1980 Urfa doğumluyum. Bir dönem Şanlıurfa'da yaşayıp, daha sonra Viranşehir'e gidip, Viranşehir'de de belli bir süre kaldıktan sonra tekrar Urfa'ya, Urfa'dan da İstanbul'a göç ettik.

Zorunlu bir göç müydü sizinkisi?

Göçün sebebi, abilerim üniversite kazandı. Orada başlarına bazı olaylar falan geldi. O sebeple biz ailece bir karar aldık ve 'artık İstanbul'a gidelim ve orada kalalım, birbirimize destek' dedik. 17-18 yıl orada kaldık. Birçok iş sektöründe çalıştım orada. İlk gittiğimde tekstilde çalıştım. 1,5 seneye yakın tekstilde çalıştım. Tekstilden sonra lokantada çalıştım. Su sattığımı hatırlıyorum mesela. Bunlar utanılacak şeyler değil. Yaşamımızı sürdürüyoruz mecburen. Bilmediğimiz bir şehir, büyük bir şehir.

İstanbul'a gittiğinizde kaç yaşındaydınız?

13-14 yaşlarında vardım. O dönem okulu da bırakmıştım. 7. sınıfta terk etmiştim. Okulu bıraktığıma da bayağı pişmandım ama iş işten geçmişti. 'Okulu sürdüremiyorsam bari bir iş hayatında başarılı olayım' dedim.

Nazım ismi nereden geliyor?

Babam, Nazım ismini koymuş. Nazım ismini seviyordu. Öyle uygun görmüşlerdi ailece. Ben de kendi ismimi seviyorum. Gurur da duyuyorum.

Babanız devrime inanan biri miydi?

Şöyle söyleyeyim. Nerede bir haksızlık söz konusu olduğunda karşısındaki kişinin kişiliği nedir, ne değildir hiç önemli değildi. Nerede bir haksızlık varsa onun karşısında dururdu. Kimin durumu kötüyse ona yardımcı olurdu elinden geldiği kadar. Görürdük mesela şahit olurduk. Bizden kısardı başka ailelere yardımcı olurdu. Biz de onunla gurur duyuyorduk. 'Onlar mutlu oluyorsa bu bizim kendi mutluluğumuzdur' derdi. Hep şey derdik, 'keşke biz, iyi bir konumda olmuş olsaydık elimizden geldiği kadar maddi durumu iyi olmayan insanlara biraz daha yardım edebilseydik.' Bir aile, iki aile değil de biner aileye yardım etme. Kimin sıkıntısı varsa çözme... Biz, sanki kendimizi düşünmüyorduk da karşımızdaki insanlar için yaşıyormuşuz gibi. Hoşumuza gidiyordu, seviyorduk.

Babanız ne işle meşguldü?

Babam sağlıkçıydı kendisi. Memurdu. Viranşehir Devlet Hastanesi'nde çalıştı. Sonra Şanlıurfa'ya geldi. Emekli oldu. Ondan sonra da İstanbul'a gittik.

Kaç kardeştiniz?

6 kardeş. 5 erkek, 1 kız. Urfa'da en çok üzüldüğümüz şey, bu soru sorulduğunda 'şu kadar erkek, bu kadar kız' diye cevap veriyorlar. Sanki kızları devre dışı bırakıyormuş gibi bir izlenim olduğu zaman ben de ister istemez üzülüyorum. Sonuç da o da kardeştir.

Babanız diğer kardeşlerinize hangi isimleri verdi?

Küçükten başlayayım. Birinin ismi Umut, birinin ismi Ayşe, kız kardeşim. Sonra ben geliyorum, Nazım. Özgür geliyor, Ulaş geliyor, Devrim geliyor. Babamın ismi de İbrahim'di.

Babanızın kitaplarla arası nasıldı?

Babam çok kitap okurdu ve çok da güzel şiirleri vardı. Şiirleri evde duruyor, yazdığı büyük bir defter var. Hayatıyla ilgili, gerçekleşmiş olan her şeyi şiire dökmüş. Ve o kadar güzel yazmış ki, bunun bir kitap olmasını ben çok istiyorum ve bunu da gerçekleştirmeyi düşünüyorum.

Yaşıyor mu babanız?

Yok. Rahmetli oldu kendisi. Onların zaten vasiyeti vardı. Annem de, babam da, büyük abim de hayatta değiller. Onlar memleketi istiyordu. 'Oğlum, biz Urfalıyız, bizi toprağımıza gömün, biz başka bir yerde kalmak istemiyoruz, size vasiyetimizdir, eğer vasiyetimizi yerine getirmezseniz hakkımızı hiçbir şekilde size helal etmeyiz' diyorlardı. Biz de vasiyetlerini yerine getirdik. Anne, baba rahmetli olunca biz de buraya döndük. 15 yıldır İstanbul'da kitap işiyle uğraşıyoruz.

Kitap serüveniniz nasıl başladı?

Birisinin aracılığıyla oldu. Bir arkadaşımızın aracılığıyla oldu. 'Kitap işini yapabilir misin' dedi. Aklımda da o sıra yoktu. Tekstil işinde çalışıyordum. Tekstil işi de çok ağırdı. Sürekli arabesk dinliyorlardı. Bayağı bir bunalmıştım orada ve sürekli kapalı bir alan. 'Ben burada ne kadar başarılı olabilirim ki' diye kendi kendime düşünüyordum. Ben, sadece patronuma para kazandırmaktan başka bir şey yapmıyorum. Ben, orada kendimi bir köleymiş gibi görüyordum. İnsanlara faydalı olamıyordum. Orada da para kazanma derdinde değildim zaten. Para kazanmışım, kazanmamışım çok önemli değildi. Evimizin geçimin sağlayalım. Kimseye muhtaç olmayalım yeterliydi bu bizim için. 'Kitap işini yapar mısın' dedi arkadaş. 'Yaparım' dedim. Neden yapmayayım ki, yapanlar sanki benden daha mı iyi yapıyor. Bir işe başladığımız zaman mutlaka acemiliğini çekeceğiz, zorlanacağız. Yani uğraş vermeden, hiç kimse emeğin karşılığını alamaz. Biraz mücadeleci olmak lazım. Biraz zamana ihtiyaç var. Başladık sonra kitap işine. Çok da başarılı olduk. Patronum da beni çok sevdi. Üç yıl çalıştım birine, iki yıl birine çalıştım ayrı ayrı. Kitap alıp satma işi ve sürekli gelen farklı farklı insanlarla tanıştık. Bu da hoşumuza gidiyordu. İnsanların hikayelerini dinliyordum. Biz de kendi hikayemizi aktarıyorduk. Samimi oluyorduk, dost oluyorduk, arkadaş oluyorduk. Sanki bir akrabaymış gibi. Ve sonrasında gelen insanlar kitap hediye ediyordum. Bu da çok hoşuma gidiyordu. Para almamaya çalışıyordum.

Sırf insanlar kitap okusun diye mi?

Tabi, sırf insanlar okusun diye. İnsanlarımız okusun, bilinçlensinler, aydınlansınlar. Cahillikten kurtulalım. Cahillik gerçekten çok kötü bir şeydir. Babam 'okuyun illa da bir şey yapmayın, şart değil, memursunuz, iyi bir rütbeye gelmişsiniz anlamında değil, okuyun yine de bir şey olmayın' derdi. Her zaman 'okuyun' diyordu. 'İnsanları anlayın, insanlara kendinizi anlatın, hiçbir şeyden çekinmeyin, korkmayın, bir şeylerden korktuğunuzda başarısız olursunuz' diyordu.

İstanbul sonrası neden Urfa?

Niye Urfa? Ben şöyle söyleyeyim. Ben, 17-18 sene değil de 50 sene de İstanbul'da kalmış olsam da ben sanki oraya ait değildim. Madem ki, annem, babamın vasiyetleri Urfa'ydı, Urfa'yı istediler, kendi topraklarında gömülmek istediler, ben de Urfa'ya gelmek istedim. Artık yaşamımı Urfa'da sürdürmek istiyorum. Hanımla ortak karar aldık.

İstanbul'da işleriniz iyiydi değil mi?

İşlerim çok iyiydi. Parasal olarak düşünmedim zaten. Urfa'ya geldiğim zaman hani çok zengin olacağım ya da çok fakir olacağım düşüncesiyle gelmedim. Akrabalarım buradaydı, biraz hasret vardı. İstanbul'dayken sanki sürgündeymişim gibiydim. Hani insanlar sürgüne çıkar ya da zorla çıkarılmak zorunda kalmışlardır, onun gibi bir şey. Ben de kendimi oraya ait hissetmiyordum. Oranın da bana ait olmadığını düşünüyordum. O yüzden memlekete geldik.

Memlekete geldiğinizde neyle karşılaştınız?

Urfa'yla, İstanbul'u kıyasladığımda sanki 20-30 sene gerilemiş gibi hissettim. Ama zaman geçtikçe insan alışıyor. Alışmak zorundasınız. İlk geldiğimizde bir döner yeri açtık. Tabi, başarısızlık oldu. İstediğim gibi olmadı.

Kitapçılıktan dönerciliğe mi başladınız?

Evet. Ama isteksiz oldu. Bir akrabamın aracılığıyla, beni ikna etti. 'Gel döner işi yapalım' dedi. 'Benim de işim yok senin de işin yok' dedi. 'İyi' dedim. Ben de herkesi kıramıyorum. Seviyorum insanları. İnsanlar bir şey söylüyor, inanıyorum, hemen kanıyorum. Bazen bu iyi niyetimizden dolayı 'hep kanıyoruz' diyorum. Ama 'olsun' diyorum. Sıkıntı değil. İyi niyet her zaman, gerçekten güzeldir. Döner işini de 2,5 ay falan yapabildim. Yapamadım yani. 'Herkes kendi bildiği işi yapsın' diye düşündüm. Döner işi biraz iyi olunca dükkân sahibi geldi bizi çıkardı, sağ olsun. Ona da sonradan teşekkür ettik. 'İyi ki, bizi buradan çıkardın da bu döner işinden de kurtulduk senin sayende' dedim. Sonra çevreme danıştım. 'Ben kitap işini yapmak istiyorum Urfa'da. İstanbul'daki okuyucu kitlesini yakalayamam ama onun onda birini dahi yakalayabilirsem yine de iyidir' dedim. Yaklaşık 1,5 sene dükkân gezdim. Urfa'da dükkân kiraları gerçekten çok yüksek. O konuda ben çok şikâyetçiyim. Bir ikincisi işletmeciler işlerini iyiye koyduktan sonra dükkân sahiplerinin gelip işletmecileri, kiracıları ellerinden geldiği kadar çıkarmamaya özen göstersinler. Sadece rica ediyorum. Sonuçta mal Allah'ın malıdır, sonra da onların malıdır. Sonuçta hepimiz toprak olup gideceğiz. Unutmasınlar ki, bu zenginlik, bu krallık bizi bir yere götüremez. En iyisi insanlıktır. Siz, karşınızdakine hiç karşılık beklemeden gülümsediğiniz zaman, insan o gülüşü gördüğü zaman o nefretiniz bir anda sönüp gidiyor. Siz kendiniz bunu fark ediyorsunuz zaten. Kitap işindeyken birçok insanla tanıştım. İnsanların sorunlarını çözerken öyle mutlu oluyordum ki, paraymış, malmış, mülkmüş, arabaymış, hakikaten bunlar gelip geçici şeylerden. Bunu ancak yaşayan insan bilebilir. Bazı şeyler insanı köreltmiş, göremiyorlar. Biz hep 'sevgi uzaktadır' deriz. Aslında sevgi yanı başımızdadır ama biz maalesef göremiyoruz. Her şeyi uzaklarda arıyoruz. Yanı başımızdakini göremiyoruz ya da görmek istemiyoruz. Kör olmuşuz, duymuyoruz. Urfa'da yeni kitabevi açtık, Nazım Kitabevi olarak. Birinci şubemiz İstanbul'da Kadıköy'de, ikinci şubeyi de küçük de olsa açabildik. Kitap işini çok seviyorum. Parasal olarak hiç düşünmüyorum. Kıt, kanat geçimimizi sağlayabilelim yeter. Başka da hiçbir şey istemiyorum.

Dönercilikten tekrar kitap işine döndünüz yani?

Dönercilikten sonra bir süre bekledim. Bir sene boyunca çalışmadım. Psikolojik olarak kendimi iyi hissetmedim. Bazı insanların yanlışlarını görüp üzülüyorum. 'Akrabayız, eşiz, dostuz' diyoruz. Neden birbirimize yardımcı olmuyoruz? Birçok insan görüyorum durumu olduğu halde kendi akrabasına yardımcı olmak istemiyor. 'Keşke durumum iyi olsaydı, ben yardımcı olsaydım' diyorum. Ben, 'ya rabbi eğer durumum iyi olacaksa ve ben de bu insanlar gibi olacaksam, bana bu fırsatı verme, onlardan beni ayırt et' diyorum. Tekrar İstanbul'a gidip gelmeler oldu. Sonra bir müteahhitlik sevdası tuttu bizi. Betona, demire yatırım yapacağım. Orada da sağ olsun bir arkadaş tarafından da dolandırıldık. Yine iyi niyetten dolayı. Olmadı, kısmet olmadı. Orada da 1,5 sene geriledik. En sonunda yine kitap işi.

Peki, Urfa'da insanları kitaba, kitap okumaya yönelimleri nasıl?

Dışarıdan gelen insanlar okuyor zaten. Memurdur, doktordur, öğretmendir, hemşiredir falan müşterilerimiz oldu. Örneğin şu sıkıntımız var. Yayınevlerinin bizi daha çok desteklemesi lazım bu konuda. Herkes büyük bir yere giderse küçük esnafın durumu ne olacak? Küçük esnafı da ayakta tutmamız lazım. Ben şunu görüyorum. Okulların kapanmasına daha 2 ay var. İnsanlarımız, Urfa toplumumuz mesela ırgatlığa gidiyor. Başka memleketlere gidiyorlar, hakaretlere uğruyorlar, aşağılanıyorlar. Bunu gördüğüm zaman çok üzülüyorum. Benim kendi insanım kendi memleketinde neden iş kuramıyor? Neden başarılı olamıyor? Bir şeylerle uğraşın, bir şeylerin mücadelesini verin. Kendi memleketimizden dışarı çıkmayalım. Başkalarının işini yapmayalım. Kendi işimizi yapalım. Yine işçilik olsun, kendi işimiz olsun. Kendi işimizin işçisi olalım. Kendi memleketimizin kalkınmasını istiyorum. Evet, bir şeyler yapılıyor. Bu hoşumuza gidiyor. Ben, İstanbul'dayken bana 'nerelisin' diye soruyorlardı. 'Urfalıyım' diyordum. 'Hayır, sen Urfalı olamazsın, Urfa bir köydür' diyorlardı. 'Urfa köy değildir, siz Urfa'yı görmediniz, onun için öyle söylüyorsunuz' derdim. Urfa gerçekten çok değişti. Yeni gelen nesil, eski nesle göre biraz daha iyi. Yeni nesil okuyor. Şu da bir gerçek. Bayan okuyucumuz erkeklerden daha fazla. Kitap sergimize gelen 6 ve 7'inci sınıf kızlarını görüyorum. Onları gördüğüm zaman duygulanıyorum, heyecanlanıyorum. Ben bu yaştayken neden yapamıyordum. O zamanlar bilmiyorduk. Bilinçli değildik ya da büyüklerimiz bizimle ilgilenmiyorlardı. Bir maraton koşusuna çıkmış gibi insanlar koşturuyor. Yaşam mücadelesi veriyor. Acaba ben bu hayatta başarılı olabilecek miyim? Ben başarılı olursam acaba çocuğum da benimle birlikte başaralı olabilir mi? Ben başarısız olursam çocuklarıma sebep olacağım. Bu kaygılar hepimizin başında var.

Bu kaygıların içinde okuyama zaman bulamıyor insanlar.

Evet, maalesef zaman kalmıyor. İnsanları görüyorum. Bir telaş, bir koşuşturma, bir geçim sıkıntısı var insanlarımızda. İnsanlarımız başka memlekete gidip yolda kaza yapıp hayatlarını kaybediyorlar. Bu da bizim için ayrı bir acıdır. Bunları dile getirmemiz lazım. Bilmiyorum görev kime düşüyorsa insanlarımızı daha da bilinçlendirmesini istiyoruz. İnsanlarımıza alternatif sunmalarını istiyoruz. Güzel yerler açılabilir, küçük küçük standlar açılabilir. İnsanlara iş verilebilir. İnsanlar geçimlerini sağlayabilsinler, çocuklarına daha iyi bakabilsinler, çocuklarına daha iyi bir gelecek sunabilsinler. Bu kaygıları artık yenebilsinler.

'Zamanım yok' diyen insanlar günde 5-6 saat televizyon izleyebiliyor, internete takılabiliyor. Sizce kitabın geleceği nasıl olacak?

Kitabın biteceğine ben inanmıyorum. Kitap olmalı. Kitap olsun ki, geleceğimizi aydınlatabilelim. Dünyayı daha iyi görelim. Güzel fikirler üretelim. Kitaba karşı olumsuz düşüncelerin atılması lazım. Bazen insanları görüyorum. Kitap okumak istediklerini ancak paralarının olmadığını söylüyorlar. Ben de 'hemen gelin, buradan istediğiniz bir kitabı alabilirsiniz' diyorum. Birçok kitap da hediye etmişimdir. Sadece okusunlar yeter ki.

Ne katacak okumak insanlara?

Fikirleri değişecek. Düşünceleri değişecek. Bakış açıları değişecek. Kötü düşüncelerinden kurtulacaklar. Okuyarak özgürleşeceğiz. Kendimizi daha iyi ifade edeceğiz. Ben kendim Urfalılara kitap da bağışlamak isterim. Adet önemli değil. Yayınevlerinin de bize destek çıkması lazım. Kitap fiyatları Türkiye'de oldukça yüksek. Bize fiyat konusunda yardımcı olmaları lazım.

Ama kitap ihtiyaç listesinde 122'inci sırada.

Hangileri önde geliyor?

Ev, araba, makam, mevki…

Peki, okumadan bunlar olur mu? İnsanlarımız, YGS'dir, LYS'dir, SBS'dir tabi tutulmuşlar. Üniversiteye gidiyorlar. Bunlar hep kitap okuyor, eğitim görüyorlar. Eğitim görmeden nasıl makam mevkiye gelinir. Kitabın alt sıralarda değil de daha ön sıralarda olması gerekir. Herkesin geçim sıkıntısı var ama kitabın 2. veya 3. sırada olmasını beklerdim.

Kaynak: Temsilci

Son Dakika Güncel 'Okumak Özgürlüktür' Diyen Nazım'ın Hikâyesi - Son Dakika

Sizin düşünceleriniz neler ?

    SonDakika.com'da yer alan yorumlar, kullanıcıların kişisel görüşlerini yansıtır ve sondakika.com'un editöryal politikası ile örtüşmeyebilir. Yorumların hukuki sorumluluğu tamamen yazarlarına aittir.

Advertisement