İdlib şehitleri için Palandöken'in zirvesinde dua ettiler
SURİYE'nin İdlib kentinde Esed rejimi unsurlarının hava saldırısı sonucu şehit olan askerler için Erzurumlular, deniz seviyesinden 3 bin 176 metre yükseklikteki Palandöken dağının zirvesine çıkıp, Kur'an-ı Ker'im okuyarak dua etti. Şehit haberlerinin Türk milletinin yüreğine bir ateş gibi düştüğünü söyleyen esnaf Muhittin Olçun, "Allah şanlı Türk ordusunu muzaffer kılsın. Şehadet şerbeti içen tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyoruz" dedi.
Kent merkezinden araçlarla Palandöken Kaya Merkezinin giriş noktasına gelen yaklaşık 10 kişi, Gondol-lifle zirveye çıktı. Karla kaplı dağda daire şeklinde sıralanan Erzurumlular yanlarında getirdikleri Kur'an-ı Ker 'imi okuyarak dua etti. Sıfırın altında 6 dereceye varan soğukta kayak yapanların şaşkın bakışları arasında Muhittin Olçun'un okuduğu dualara hep bir ağızdan amin diyen Erzurumlular, "Allah askerimizin ayağına taş değdirmesin" dedi.
6 Şubat'ta da Erzurum'u doğal afetlerden korumak için 487 yıl önce Pir Ali Baba tarafından başlatılan 'Bin bir Hatim' geleneği kapsamında doğaya 2001 ekmek bıraktıklarını belirten esnaflığın yanı sıra din adamlığı ve televizyon programcılığı da yapan Muhattin Olçun şöyle konuştu:
"Askerlerimiz için çok üzüldük, ağladık. Onlar için geldik buraya, 101 Yasin, Tabareke, Amme, İhlas, Fatiha ve Kur'an-ı Ker'im okuduk. Devletimize ve milletimize dua ettik. Allah devletimizi korusun, muhafaza etsin. Sayın Cumhurbaşkanımızı da destekliyoruz. Dağın zirvesine çıktık. Dualarımız onlarla beraber olacak. Biz de dualarımızla yanlarındayız. Dualar müminin aynasıdır, kalbidir. Dualar oldukça her şeyimiz dört dörtlük olur Allah'ın izniyle. Biz Erzurumlu olarak 2001 ekmeği de, 1001 hatim geleneğinde doğaya atmıştık. Dağın zirvesinde yapılan dualar kabul oluyor. Çünkü Hira mağaraları, tur dağı ayeti var. Burada Peygamber efendimiz çok dua etmiş, mağaralarda ibadetlerinde ilk ayet gelmiş, onun için yüksekte yapılan dualar ret olmuyor. Depremlerden, belalardan, hastalıklardan Allah korusun."
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ
-------------------------------Gondol lift ile Palandöken kyak merkezine çıkmaları -Palandöken kayak merkezinde Kuran-ı Kerim okumaları-Kuran-ı Kerim okumlaraından detay -Muhittin Olçun ile röp-Drone ile çekilen detaylarHaber: Turgay İPEK - Kamera: Zafer KUMRU/ ERZURUM,
Haber Kodu : 200303015=====================================
Elazığ'da depremin izleri siliniyor konteyner kente yerleşimler sürüyor
ELAZIĞ'da merkez üssü Sivrice ilçesinde meydana gelen ve 41 kişinin yaşamını yitirdiği 6.8 büyüklüğündeki depremin izleri siliniyor. Depremzede aileler için kalıcı konutlar inşa edilene kadar geçici barınmalarını sağlamak amacıyla AFAD tarafından 4 bin 806 konteynerin kurulumu bitme aşamasına geldi. Vali Çetin Oktay Kaldırım, altyapı hizmetleri tamamlandığını belirttiği Aşağı Demirtaş'ta 1061 ailenin konteyner kente taşınarak daha konforlu ağırlayacaklarını söyledi.
Merkez üssü Sivrice ilçesinde 24 Ocak günü meydana gelen 6.8 büyüklüğündeki depremin yaraları sarılıyor. 41 kişinin yaşamını yitirdiği depremin ardından AFAD ve Kızılay tarafından 1 Mart itibarıyla Elazığ'da depremzedelerin çadır, yatak, battaniye, konteyner, ısıtıcı gibi bir çok ihtiyacının giderilmesi için 352 milyon 401 bin lira harcama yapıldı. Depremzedeler için yürütülen sosyal çalışmalar kapsamında ise 107 bin kişiye psikososyal destek sağlandı.
Depremin ardından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nca yapılan hasar tespitinin ardından risk oluşturan yapıların yıkım çalışmaları da sürüyor. Kentte yeni konutların inşasına başlanırken, konutlarına yerleşecekleri güne kadar AFAD tarafından kurulan konteyner kentlerine taşınmalar sürüyor. Aşağı Demirtaş'ta 1061 konteynerin yer aldığı alanda incelemede bulunan Elazığ Valisi Çetin Oktay Kaldırım, konteynerlerin kurulumlarının tamamlandığını ifade ederek, taşınma işlemenin ise devam ettiğini söyledi.
'HIZLICA VATANDAŞIMIZI BURAYA ALACAĞIZ'Konteyner kentinin bulunduğu alanda alt yapı çalışmalarının bitirildiğini aktaran Vali Kaldırım, "Aşağı Demirtaş diye nitelendirdiğimiz Elazığspor tesislerinin yanında bulunan alanın altyapısını tamamladık. Etap etap vatandaşımıza açmaya başladık. Dün 10 vatandaşımızı aldık, bundan sonra hızlı bir şekilde vatandaşımızı buraya alacağız. Burada 1016 konteyner bulunuyor. Sosyal donatılarıyla, kitap kafesine kadar düşünülmüş bir mekan. Spor alanları, oyun alanları, oyun grupları çocuklarımızın özellikle sınava girecek çocuklarımızın ders çalışma mekanları, mescidi, kafesi, marketine kadar gerçekten iyi planlanmış" dedi.
1 YILDA YENİ KONUTLARIN İNŞASI BİTECEKVali Kaldırım, depremzedeler için inşa edilen konutların tamamlanana kadar konteyner kentte barınacaklar için her türlü konforu sağladıklarını belirterek, şunları söyledi: "İçinde her türlü donatının olduğu anasınıfının dahi olduğu güzel mekanı çok hızlı bir şekilde devreye aldık. Kurulumu tamamlanan Doğukent'te 900, Kırklar Mahallesi'nde ise 456 ailenin konteyner kente yerleşimler sürüyor. Vatandaşlarımızı bu tür daha denetimli, daha güvenli altyapısı daha iyi ve aile için daha yaşanabilir mekanlara almış olacağız. Zira içlerinde her türlü donatı var. Mutfağı, ıslak zeminleri, lavabosu, banyosu var. Sıcak suyu güneş enerjisi ile sağlıyoruz. Vatandaşımızın 1 yıla kadar kalabileceği geçici mekanlar burası. Buralarda vatandaşımızı daha konforlu şekilde ağırlayacağız. Bir yıl içinde de kalıcı konutları inşallah tamamlayıp vatandaşımızı konutlarına almayı planlıyoruz." Konteyner kente yerleşen depremzede Mehmet Hanifi Öztürk, evinin depremde ağır hasar gördüğünü belirterek, "Allah razı olsun devletimizden. Devletimiz bize Aşağı Demirtaş'ta konteyner verdi. Burada ikamet edeceğiz. Rabbim kimseyi devletsiz bırakmasın" dedi.
Görüntü Dökümü--------Konteyner kentten görüntü Çalışmalardan görüntüVali Kaldırım'ın açıklamaları RöportajlarHaber-Kamera: Ahmet ÇÖTELİ ELAZIĞ,
Haber Kodu : 200303033======================================
5 yıldır kapalı olan 800 yıllık tarihi cami ibadete açılıyor
ŞANLIURFA'nın simgesi olan Balıklıgöl yerleşkesinde bulunan zeminindeki kayma ve su sızıntısı nedeniyle 5 yıldır kapalı tutulan 800 yıllık tarihi Döşeme Camisi, Arnavutluk, İtalya ve Yunanistan'dan gelen ekiplerin yaptığı çalışmalarla restore edildi. Zemini sağlamlaştırılan ve su sızıntısı önlenen caminin Ramazan ayında ibadete açılması hedefleniyor.
Dünyanın tek doğal akvaryumu olarak kabul edilen Balıklıgöl Yerleşkesi'ndeki Döşeme Camisi'nin zemininde, 13 yıl önce aşırı kirlilik nedeniyle Balıklıgöl'deki suyun boşaltılarak temizlenmesinin ardından kayma meydana geldi. 2015 yılında Vakıflar Şanlıurfa Bölge Müdürlüğü'nce yürütülen restorasyonda ilk önce zemindeki kaymayı önlemek için 'jet-grout' olarak adlandırılan özel bir yöntemle zemin ana kayaya sabitlendi. 5 yıldır önü alınamayan kayma nedeniyle camide oluşan çatlaklar ve su sızması nedeniyle ibadete kapalı caminin bir an önce faaliyete geçmesi için ekipler, bazı bölümleri ziyarete açtı.
ÜÇ ÜLKEDEN EKİP GELDİGeçtiğimiz yıl da İtalya, Yunanistan ve Arnavutluk'tan 3 ayrı inşaat firması, restorasyon çalışmalarına destek vermek için teknik ekip gönderdi. Camide su birikmesini engelleyebilmek için çalışmalara başlayan ekipler, özel 'bio' karışımlarla hazırlanan sıvaları kullanmak için de hazırlık yaptı. Cami inşaatında çalışan yabancı ekipler, aynı zamanda inşaatta çalışan ustalara yönelik uygulamalı eğitimler veriyor. Geliştirdikleri özel sıvayla caminin nasıl nemden korunması gerektiğini, taşların güçlendirilip sudan etkilenmemesi önlenmeye çalışıldı.
RAMAZAN AYINDA FAALİYETE GİRECEKVakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, Döşeme Camii restorasyonunu çok zor ve kapsamlı olduğunu belirterek, "Restorasyonumuz tamamlanma aşmasına geldi. Döşeme Camii'nin ibadete açılışı Ramazan ayı olarak planlanıyor. İbadete açıldıktan sonra da cami avlusu ve üstünde kalan aksaklıklar giderilecek. Öncelikle 1987 ve 2009 yıllarında Balıklıgöl'ü temizlerken suyun boşaltılması sırasında camimizde suya doğru bir kayma meydana geldi. Eğer Vakıflar Bölge Müdürlüğümüz müdahale etmemiş olsaydı camimizin suya doğru yıkılma tehlikesi söz konusuydu" dedi.
HER YIL BİNLERCE KİŞİ ZİYARET EDİYORHazreti İbrahim'in ateşe atıldığına inanılan makamın bulunduğu alanda inşa edilen ve Balıklıgöl'ün güneybatı kıyısında yer alan Döşeme Camisi, Osmanlı döneminde medrese, mezarlık ve Hazreti İbrahim'in doğduğu mağaradan oluşan bir külliyeye dönüştürüldü. Son olarak 1810 yılında temelinden restore edilerek günümüzdeki halini alan cami, Balıklıgöl kıyısında bulunması nedeniyle her yıl binlerce yerli ve yabancı ziyaretçiyi ağırlıyor.
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ------------------------------- -Döşeme Camiinde çalışan işçiler-Kapıları kapalı olan camiyi merak edenler-Camiyi ziyaret edenlerle yapılan röp.-Balıklıgölden genel görüntü-Genel ve detay görüntüler
Haber: Ali LEYLAK-Kamera: Ömer ŞULUL -ŞANLIURFA - DHA)
Haber Kodu : 200303034=================================
50 ilin beklediği Karadeniz-Akdeniz Otoyolu'nda sona geliniyor
OSMANLI Padişahı Sultan Abdülaziz döneminde ilk kez gündeme gelen, 2'nci Abdülhamid zamanında projesi çizilen 145 yıllık Karadeniz- Akdeniz Otoyolu Projesi'nin yıl sonuna kadar tamamlanması hedefleniyor. 5 ili direkt, 50 ili dolaylı ilgilendiren 818 kilometrelik otoyol projesiyle, Karadeniz ile Akdeniz kara yolu bağlantısı 6 saate inecek.
Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz döneminde 'Dereyolu' olarak ilk kez gündeme getirilen Karadeniz- Akdeniz yolu projesi, 2'inci Abdülhamid tarafından Fransız mühendislere çizdirildi. Çalışmaları ilk olarak Ordu'dan başlatılan projenin ilk temeli de 1929 yılında dönemin Ordu Valisi Ali Kemal Aksüt tarafından atıldı. 1933 yılında güzergah tartışmaları nedeniyle çalışmalar durduruldu. 1970'li yıllarda, proje yeniden gündeme getirildi, ancak bu kez Sovyet işgalinde tankların Karadeniz'den İç Anadolu'ya kolayca ulaşmasını sağlayabileceği gerekçesiyle çalışmalar tekrar durduruldu. Rafa kaldırılan ve hayal olan proje, 2004 yılında Ordu'nun Mesudiye İlçesi Topçam'da yapımına başlanılan Topçam Barajı ve Ulaşım Yolları adıyla yeniden gündeme getirildi. Baraj yapılırken ilk etapta 'Dereyolu' olarakta bilinen Topçam Barajı Ulaşım Yolları Projesi'yle, proje değiştirilerek devamında Karadeniz-Akdeniz Otoyol Yol Projesiyle sürdü.
145 YILLIK RÜYA145 yıllık rüya olan Karadeniz- Akdeniz Yolu'nun ihalesi 2008 yılında yapıldı. Orta ve Doğu Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayacak 818 kilometrelik yol; Ordu, Sivas, Kayseri, Kahramanmaraş, Adana ve Hatay ili sınırları içinden geçip, Karadeniz'in kapılarını İç Anadolu ve Akdeniz'e bağlayacak. 5 ili direkt, 50 ili dolaylı ilgilendiren Karadeniz-Akdeniz Yolu, Karadeniz'e kıyısı olan ülkelere de, Ordu ili üzerinden ihracatta önemli rol sağlayacak.
ULAŞIMI KISALTACAKProjenin en önemli etaplarından olan Ordu'da 121 kilometrelik, Ordu- Mesudiye yolu ise 88 kilometreye düşecek. 2.5 saatlik Ordu-Mesudiye yolu 1 saate inerken, tünel ve viyadüklerle Ordu- Sivas arası ulaşım 2 saate, Ordu-İskenderun ise 6-7 saate düşecek. Ordu-Mesudiye arasında 10 kilometrelik kısımda süren çalışmaların yıl sonuna tamamlanması hedefleniyor.
'İHRACATÇILARIMIZ KARADENİZ'E DAHA KOLAY ULAŞACAK'Ordu Ticaret ve Sanayi Odası (OTSO) Başkanı Servet Şahin, Karadeniz-Akdeniz Yolu projesinin 50 ili ilgilendirdiğini belirterek, projenin bu yıl tamamlanmasıyla büyük bir avantaj sağlanacağını söyledi. Özellikle Akdeniz ve İç Anadolu Bölgesi'ndeki ihraç ürünlerinin Karadeniz'e ulaştırılmasında büyük kolaylık olacağını, 5 ili de doğrudan ilgilendiren yolun ülke ekonomisine de önemli katkılar sağlayacağını anlatan Servet Şahin, "Sivas'tan Ordu'ya ulaşım daha kolay olacak. Akdeniz ve İç Anadolu'dan kara yoluyla Ordu'ya ulaşan ürünler sanayicilerimiz tarafından Karadeniz'e kıyısı olan ülkelere daha kolay şekilde ulaştırılmış olacak. Ticarette en önemli şey ulaşım. Bu yol en verimli, en kısa yol olacak. Yolun bu yılın ortalarında biteceğini taahhüt ettiler, bende buna inanıyorum. Bizim için Ordu- Giresun Havalimanı'ndan sonra en önemli proje. Hatta havalimanından daha önemli proje. Bu yol bittiğinde Sivaslı Ordu'da denize inecek. İhracatçılarımız Karadeniz'e kıyısı olan ülkelere daha kolay ulaşacaklar. Daha önce 12 saat gidilen yol 6 saatte Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayacak. Çalışmalarda Ordu-Mesudiye arasında 10 kilometrelik bir alan kalmıştı, tünelde çalışma sürüyor. Sivas tarafından çalışma kalmadı, inşallah yıl sonuna tamamlanacak" dedi.
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ-------------------------------Yapımı biten yoldan görüntüler (drone)-Tünellerden görüntüler (drone)-Yolun geçtiği Melet vadisinden görüntüler (drone)-Yoldan detay görüntüler-Servet Şahin ile röportaj
Haber-Kamera: Nedim KOVAN-ORDU-DHA
Haber Kodu : 200303018===============================
Kıvanç bebek öldü, ailenin hukuk mücadelesi sürüyor ESKİŞEHİR'de, Neriman (33)- Ersin (37) Çınkıt çiftinin 3 yıl önce yüzde 98 engelli olarak dünyaya gelen çocukları Kıvanç, şubat ayında hayatını kaybetti. Acılı aile, hatalı doğum yaptırdığını öne sürdükleri doktor hakkında 'taksirle ölüme sebebiyet vermek'ten suç duyurusunda bulundu. Eskişehir 2'nci İdare Mahkemesi'nce kusurlu bulunduğu gerekçesiyle doğumun olduğu devlet hastanesinden aileye 60 bin lira tazminat ödenmesine karar verildi.
Ersin ve Neriman Çınkıt çiftinin 24 Mart 2017'de Eskişehir Devlet Hastanesi'nde dünyaya gelen bebekleri, iddiaya göre, doğum sırasında doktor ihmali nedeniyle yüzde 98 engelli oldu. Kıvanç bebeğe yapılan kontrolleri sonrası 'serebral palsi' ve 'epilepsi' tanısı koyuldu. Kıvanç bebek, 3 Şubat'ta hayatını kaybetti. Anne Neriman Çınkıt, kendisinin sezaryen doğum yapmak istediğini ancak doktorun zorla normal doğum yapmaya çalıştığı sırada kordon bağının 2 kez bebeğin boynuna dolandığını ve Kıvanç'ın bu nedenle oksijensiz kaldığını öne sürerek, şöyle konuştu:
"Doktor beni normal doğuma zorladı ve ben saatlerce bekletildim. Ben sezaryen doğum istememe rağmen sezaryene alınmadım ve işkence gibi bir doğum yaptım. Çocuğum doğduğunda mosmordu ve ağlamayarak dünyaya geldi. 'Bebeğim niye ağlamıyor, niye mosmor?' diye sordum. Bunlar telaşla apar topar beni bırakıp, çocuğu alıp gittiler. Sonrasında ne müdahale yapıldı bilmiyorum. Açıkçası ölü doğum yaptırdılar. Ölü doğan bebeği cihazlarla kendine getirmeye çalıştılar ama beyin fonksiyonlarını yitirdi zaten. Hiçbir şeyi gerçekleştiremiyordu Kıvanç. Ne gözler ne kulaklar. Hiçbir şey duymuyor, motor becerileri yok. Yani düşünün bir et yığını, sadece nefes alıyordu. Nefes almayı bile normal şekilde gerçekleştiremiyordu açıkçası. Biz 3 yıldır hem hukuk mücadelesi hem çocuğumun hayat mücadelesiyle uğraştık. Bir umutla iyi olacağını düşünüyorduk ama olmadı, kaybettik onu."
'BAŞKA CANLAR YANMASIN'Baba Ersin Çınkıt ise başka canların yanmaması için doktorun ceza almasını istediklerini dile getirerek, "3 yıl önce Kıvanç bebeğimiz doktor hatasından dolayı engelli olarak dünyaya geldi. Serebral palsi ve epilepsi tanısı konuldu. Doğum öncesi ultrasonuna bakılmadığı için 2 kez kordon bağı boynuna dolanmış bebeği normal doğuma zorladılar ve doğum anında bebeğin beyni oksijensiz kaldı. 3 yıldır yaşam mücadelesi veren Kıvanç bebeğimizi 3 hafta önce kaybettik. Evlat acısı çok büyük, çok zor. Ölümüne sebep olan, tamamen doğum anında yaşanan olaylardan kaynaklıdır. Doğumda çocuğun beyni oksijensiz kaldığı için hiçbir fonksiyonunu kullanamıyordu. Bir ay sonra Kıvanç 3 yaşına girecekti. Melek geldi, melek gitti. Yavrumuz için gereken her şeyi yaptık. Başka canlar yanmasın, diye bu doktorun ceza almasını istiyoruz, görevden alınsın istiyoruz. Bulunduğu devlet hastanesini bırakıp özel hastaneye geçmiş. Yetkililerden önlemlerin alınmasını rica ediyoruz" diye konuştu.
DOKTOR HAKKINDA SUÇ DUYURUSUAcılı aile, 26 Ocak 2018 tarihinde doktor ve hastane hakkında Eskişehir 2'nci İdare Mahkemesi'ne 'görevi kötüye kullanma' davası açtı. Bu davanın sonucunda hastane kusurlu bulundu ve aileye 60 bin lira manevi tazminat ödenmesine karar verildi. Aile, Kıvanç'ın ölümünün ardından Eskişehir Cumhuriyet Savcılığı'na da doktor hakkında 'taksirle ölüme sebebiyet vermek'ten suç duyurusunda bulundu.
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ-------------------------------Neriman-Ersin Çınkıt çifti-Hastane önündeki görüntüleri-Kıvanç bebeğin doğum ve ölüm raporu-Kıvanç bebeğin görüntüleri-Neriman-Ersin Çınkıt ile röp.-Bebeğin görüntüleri -Şehir Hastanesi görüntüsü -Genel görüntüler
Haber-Kamera: Hakan TÜRKTAN-Caner AKSU/ESKİŞEHİR,-
Haber Kodu : 200303044
===============================
Asırlık otel kimsesizlerin yuvası oldu
İZMİR'in tarihi Kemeraltı Çarşısı'nda yer alan ve kentin en eski binalarından biri olan tarihi otel, 1900'lü yıllardan beri faaliyet gösteriyor. Asırlık otelde, ziyaretçilerin yanı sıra kimsesizler ve evsizler de kalıyor.
Tarihi Kemeraltı Çarşısı'nda bulunan ve önceleri han olarak kullanılan tarihi yapı, 1900'lü yılların başında otel olarak faaliyet göstermeye başladı. Son yıllara kadar genellikle turistlerin konakladığı 46 odalı tarihi otel, kimsesizlerin de yuvası oluyor. 30- 35 yıl gibi uzun süreden beri kalanların da olduğu asırlık otel, İzmir'in en eski otellerinden biri olarak kabul ediliyor. Otelin 38 yıldır işletmeciliğini yapan İlyas Çamtaş (79), kimsesi olmayan ve evsiz kişilerin de uzun yıllardır otelde konakladığını belirterek, "Eskiden 'heybeli turist' dediğimiz çantalı turistler geliyordu. Son zamanlarda onlar pek gelmiyor. Bizim odalarımızda banyo olmadığı için çoğu kalmıyor. Bazıları da buranın nostalji olmasından dolayı 1- 2 gün kalıp gidiyorlar. Kimsesi olmayan, evsiz ve 20- 30 senedir burada kalan arkadaşlarımız da var. Biraz ben yardım ediyorum biraz da kendi çabalarıyla kalıyorlar. Rahatsız oldukları zaman doktora götürüyoruz, gerektiğinde ücret almayıp yardımcı oluyoruz" dedi.
'BURADA BİR AİLE ORTAMI VAR'Oteldeki arkadaşlık ortamının gayet güzel olduğunu vurgulayan Çamtaş, "Burada bir aile ortamı var. Arkadaşlıklar gayet güzel. Şimdiye kadar herhangi bir şikayet duymadık. Oteldeki herkes karınca kararınca geçinip gidiyor. Ben bu binanın bu şekilde kalmasını istiyorum. Mal sahibi tadilat yapmak istiyor. Tedirginiz bu konuda. Bu yaştan sonra benim başka iş yapmama imkan yok" dedi.
Eşiyle boşandıktan sonra tarihi otele geldiğini ve 35 sene ile en uzun süredir bu otelde konaklayan kişi olduğunu anlatan İhsan Adnan Ercan (62), "35 senedir burada kalıyorum ve en uzun süredir kalan kişi benim. Burası güvenli bir otel, aileler dahil herkes kalabilir. Odalarda banyo ve tuvalet olmaması dışında her şey güzel. Boşandıktan sonra bir arkadaşımın vasıtasıyla buraya geldim ve o günden beridir burada kalıyorum. İlyas ağabey benim amcam, ağabeyim ve her şeyim olur. İnşallah otelin başına bir şey gelmezse sürekli burada kalmayı planlıyorum" dedi.
'BURASI BİR OTEL DEĞİL, BİR EV'Evde sorunları olduğu için bu otelde kalmaya başladığını aktaran Aysel Yeşilyaprak (59), "Bu otelde 2- 2.5 aydır kalıyorum. Evde sorunlarım olduğu için buraya geldim. Eşyalarım orada kaldı. Burası bir otel değil bir ev, benim bir evim oldu. Allah razı olsun, izin veriyorlar kalıyorum. Buradaki arkadaşlık ortamı gayet güzel. Bu otelin patronu İlyas ağabey, sadece bir patron değil. Bize ağabeylik ve babalık yapıyor, yardımcı oluyor. İmkanım olduğu sürece burada kalmayı düşünüyorum" diye konuştu.Yaklaşık 20 senedir tarihi otelde çalıştığını belirten Emine Şengül (60) ise "1990'lı yıllardan bu yana bu otelde çalışıyorum. Bazen burada kalıyorum bazen evime gidiyorum. Buradaki arkadaşlarımızın hepsi iyi. Büyüklerle ağabey ve abla, küçüklerle de kardeş gibiyiz. Beraberce geçinip gidiyoruz. Kimsenin kimseye bir zararı yok. Herkes birbirine yardımcı olmaya çalışıyor" dedi.
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ: Otelden ve odalardan görüntülerGenel detaylarİlyas Çamtaş ile röportajAysel Yeşilyaprak ile röportajEmine Şengül ile röportajİhsan Adnan Ercan ile röportaj
Haber - Kamera: Ahmet Turhan ALTAY/İZMİR, DHA)
Haber Kodu : 200303035=================================
Prenses heykelinin bakımsız hali yürek burkuyor
MARMARİS'in kırsal Orhaniye Mahallesi'ndeki Kızkumu Plajı'nın simgesi 'Prenses' heykelinin yıpranmış hali, görenlerin yüreğini burkuyor. Orhaniye Mahalle Muhtarı Cem Dinç, kimliği belirsiz kişi veya kişilerce eli kırılan, doğal koşullar nedeniyle iyice yıpranan heykeli kendi imkanları ile turizm sezonu öncesinde yenileyeceğini söyledi.
Marmaris'in turistik kırsal mahallelerinden Orhaniye Mahallesi'nde bulunan 400 metre uzunluğunda ve 3.5 metre genişliğindeki kızıl kumların oluşturduğu 'Kızkumu Plajı', tatilcilerin ve turistlerin ilgisini çekiyor. İlçeye 36 kilometre mesafede bulunan ve uzaktan bakanlara deniz üzerinde yürüyor izlenimi veren plaja, 23 yıl önce bir 'Prenses' heykeli dikildi. Plajın adını aldığı 'Kızkumu' efsanesinin baş karakteri olan 'Prenses'i tasvir etmek için konulan heykel, turistlerin de ilgisini çekti. Heykelle selfie yapıp, fotoğraf çektirenlerin sosyal medyada paylaşmalarıyla da plaja ilgi arttı. Hem plajı hem de heykeli merak edenler sayesinde bölgeye gelen ziyaretçi sayısı da arttı. Ancak hikayesi ile dikkat çeken 'Prenses' heykelinin bakımsızlığı, son zamanlarda tepki topluyor. Doğa olayları nedeniyle zamanla eskiyen, bazı uzuvları vandallar tarafından kırılan heykelin, yaklaşan turizm sezonu öncesinde bölgeye yakışır hale getirilmesi gerektiğini belirten Orhaniye Mahalle Muhtarı Cem Dinç, "Orhaniye, Marmaris'imize tatile gelen yerli ve yabancı turistlerin ziyaret etmeden gitmediği bir yerdir. Mayıs ile Ekim ayları arasında Marmaris'in kış nüfusu olan günlük 100 bin mahallemizi ziyaret etmekte. Prenses heykeli, buranın sembolü. Gelen herkesin büyük ilgisini çeken heykel, Kızkumu efsanesini dünyaya yaydı. Efsaneye konu olan 'Prenses' heykeli, koya eski işletmecileri tarafından tarihçesi ile birlikte yerleştirilmişti. Turizm sezonu gelmeden, gelecek olan yerli ve yabancı konuklarımıza rezil olmadan 'Prenses' heykelini kendi imkanlarımla yenileteceğim" dedi.
KIZKUMU EFSANESİEfsaneye göre Bybassos Kralı'nın kızı güzel prenses ile bir balıkçı birbirlerine aşık olurlar. Kız geceleri sahile çıkıp, kandille balıkçıya işaret verir, balıkçı da karşı kıyıdan sandalıyla gelir ve buluşurlar. Kral bir gece kızını takip ettirerek durumu öğrenir. Bunun üzerine kral, askerlerine kızını kumsalda yakalayıp, elindeki ışığı alarak balıkçıya işaret vermelerini ve balıkçıyı yakalamalarını emreder. Askerler kralın emrini yerine getirir. Balıkçı karşı kıyıdan ışığı görünce, kayığına binip, kürek çekmeye başlar. Kız askerlerin elinden kurtulup denizin ortasındaki delikanlıya doğru koşmaya başladığı anda bir mucize gerçekleşir ve kızın her adımıyla su, kuma dönüşür. Arkadan koşan askerlerin üzerlerindeki ağırlık onları suya batırdığı anda bir asker ok ve yayına sarılır. Amacı delikanlıyı vurmaktır ama ok kıza saplanır. Efsaneye göre de kumların rengi kızın kanıyla kırmızıya dönüşür. Balıkçı, okla vurulan prensesi alıp kayığıyla uzaklaşır ve bir daha ikisini gören olmaz.
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ: Hakim bir tepeden Kızkumu Plajı'nın görüntüsüKızkumu Plajı'nda deniz üzerinde yürüyen vatandaşlar görüntüKızkumu Plajı girişine konulan efsaneye konu olan prenses heykelinin görüntüsüYıpranmış hasar görmüş Prenses heykelinden görüntüGenel ev detay görüntüler
Haber - Kamera: Ali GÜNDOĞAN/ MARMARİS (Muğla),
Haber Kodu : 200303019===================================
Uzmanından 'Düzensiz uyku, aşırı kafein tüketimi panik atağa sebep olabilir' uyarısı
MANİSA Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Arzu Dalmış, panik atağın, heyecan ile karıştırıldığının altını çizdi. Dalmış ayrıca, düzensiz uyku ve aşırı olarak kafein içeren ürünler tüketmenin panik atağa neden olabileceğini belirterek, uyarıda bulundu.
Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Arzu Dalmış, heyecan ile panik atağın birbirine karıştırıldığını söyledi. Panik atağın toplumda görülme oranın yüzde 2 -3 civarında olduğunu ve genelde 25 ile 45 yaş grubu arasında görüldüğüne dikkati çekti. 'Panik' ve 'atak' sözcükleri keskin bir anlam ifade ettiği için hastalara, sıkıntılarını anlatma noktasında cazip hale geldiğini vurgulayan Uzman Psikiyatrist Dalmış, "Dolayısıyla sıkıntılı da olsa, heyecanlı da olsa hasta, 'Ben de panik atak var' diyor. Oysaki panik atağı, gerçek bir tehlike olmaksızın, beklenmedik bir anda gelen fiziksel belirtiler ve bunlara eşlik eden yoğun korku tablosudur. Yaklaşık 10 dakika içinde şiddetlenir, 20 ila 30 dakika kadar sürer, çok nadiren 1 saate kadar ulaşır. Belirtileri ise, bir anda başlayan kalp çarpıntısı, titreme, terleme, göğüste sıkışma, nefes alamıyormuş gibi olma, üşüme gibi durumlar olabiliyor. Ancak bunların hepsi aynı anda olamayabiliyor. Tüm bu fiziksel belirtilerin hepsine yoğun ölüm korkusu, aklımı kaçıracağım korkusu veya çevreye ve bedene yabancılaşma duyguları da eşlik edebiliyor. Aslında baş dönmesi, çarpıntı gibi masum belirtileri kişi, bir felaket olacakmış gibi yorumluyor" dedi.
'KADINLARDA ERKEKLERE GÖRE DAHA FAZLA GÖRÜLÜYOR'Psikiyatrist Dalmış, panik atağın kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görüldüğünün alçını çizip, "Bir de şehir ortamında daha stresli bir yaşam olduğu için kırsala göre iki kat daha fazla görüyoruz. Düzensiz uyku, kafeini fazla tüketme de panik atağa sebep olabilir. Panik atağı yaşayan kişinin hayatı bir nevi açık cezaevi yaşantısına dönebiliyor. Çünkü daha önce panik atak yaşayan kişi, bunu yaşadığı yerlere gitmemeye çalışır. Örneğin otomobilinde yakalandıysa otomobil kullanmamaya başlar. Kişinin sosyal ortamı gün geçtikçe küçülür. İlk panik atak acil servislik yapar. Ancak bir dahaki sefere kişi hastaneye gitmez çünkü 20 ya da 30 dakika içinde geçeceğini bilir. Panik atağa yakalanmamak için her zaman düzenli uyku ve kafeinden uzak durmak gerekiyor" diye konuştu.
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ: -Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi'nden görüntü-Psikiyatri Uzmanı DR. Arzu Dalmış ile röp.
Haber - Kamera: Cemil SEVAL/ MANİSA,
Haber Kodu : 200303030===========================
Antalya'nın yaban hayatı fotokapanda
Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) 6'ncı Bölge Müdürlüğü Antalya Şube Müdürlüğü'nün fotokapan çalışmaları kapsamında anavatanı Türkiye olan alageyikler, vaşaklar ile karakulak ve yaban keçileri doğal ortamında görüntülendi.
Antalya, Isparta ve Burdur illerinden sorumlu kapsayan DKMP 6'ncı Bölge Müdürlüğü'ne bağlı, Antalya Şube Müdürlüğü'nün, Antalya'nın çeşitli bölgelerindeki fotokapan çalışmalarında, çeşitli yaban hayvanları kameralarla görüntülendi. Görüntülerde, Toros dağlarının çeşitli kesimlerinde anavatanı Türkiye olan alageyikler ile yaban keçileri, karakulak, bir anne vaşak ile yavrusu yer alıyor. Antalya Şube Müdürü İsmail Kaya ve orman yüksek mühendisi Hasan Uysal ve şube müdürlüğü ekiplerinin çalışmaları neticesinde hazırlanan ve Antalya'nın zengin yaban hayatının yer aldığı yaklaşık dört dakikalık görüntüler, DKMP 6'ncı Bölge Müdürlüğü'nün sosyal medya hesaplarından da paylaşıldı.
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ-------------------------------Vaşaktan görüntü-Vaşakın orman içinde gidişleri-Yaban keçilerinden görüntü-Keçinin kameraya yaklaşması-Keçinin kamerayı farketmesi-Alageyiğin kamera önünden geçmesi-Alageyik sürüsünden görüntü
Haber-Kamera: Mehmet ÇINAR/ANTALYA,
Haber Kodu : 200303060=============================
Toplu ulaşım araçlarına detaylı temizlik ANTALYA'da, virüs kaynaklı salgın hastalıkların önüne geçmek ve yayılmasını önlemek amacıyla 32 tramvay ve resmi plakalı 180 otobüs, son seferlerinin ardından özel donanımlı 16 kişilik ekip tarafından temizleniyor. Antalya'da her gün yaklaşık 1 milyon kişinin kullandığı belediyeye ait toplu taşıma araçlarında virüs ve bulaşıcı hastalıklara karşı hijyen tedbirleri, koronavirüs salgını da göz önüne alınarak daha da artırıldı. Gün içinde binlerce Antalyalıya hizmet verilen araçlar, son seferlerin ardından detaylı temizlik işleminden geçiriliyor. Antalya Büyükşehir Belediyesi'ne ait 32 tramvay ile günlük rotasyona göre sefere çıkılan 180 resmi plakalı otobüsün, her gün son seferlerden sonra kapsamlı iç ve dış temizlikleri yapılıyor.
HER GECE 16 KİŞİLİK EKİP ÇALIŞIYORSağlık Bakanlığı onaylı ilaçlarla araçların dış yüzeyi, araç içi metal plastik yüzeyleri ve tüm iç alanı ilaçlanarak steril hale getiriliyor. 16 kişilik ekip, dünyayı etkileyen koronavirüsü de dikkate alıp özel kıyafetlerle gün içinde binlerce kişinin kullandığı otobüsleri temizliyor. Bu işlemle bakteri ve bulaşıcı hastalıkların toplu taşıma araçları ile yayılmasının önüne geçilmesi amaçlanıyor.Tramvay ve otobüsler, 24.00 ile 06.00 saatleri arasındaki temizlik işleminin ardından sefere çıkıyor.
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ--------------Halk otobüsünün gelişi ve dışının yıkanmasıÖzel kıyafet giyen görevlilerin araç içindeEl tutma, koltukların silinmesiTramvay içinde sprey sıkılması ve koltuklarTemizlikden detay görüntüler
HABER: Ahmet İSTEK -KAMERA: ANTALYA,
Haber Kodu : 200303025===========================
Çin'in Türkiye yatırımı son 5 yılda yüzde 120 arttı
EKONOMİST Dr. Selman Özgün, son 5 yılda Çin'in Türkiye yatırımlarında yüzde 120'lik artış yaşandığını belirterek, "Türkiye'de yatırım yapmak, Türkiye'ye yönelmek, Türkiye'de yeni girişimlerde bulunmak isteyen Çinli sayısı artmış durumda" dedi.
Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği (GYODER) üyesi Helmann Consturaction firması Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Selman Özgün, Türkiye'deki yabancı konut satışları hakkında bilgi verdi. Dr. Selman Özgün, Türkiye genelinde 2019'da bir önceki yıla göre yüzde 14.7'lik artışla satış rekoru kırıldığını anlattı. 2019'da yabancıya 45 bin 483 konut satıldığını belirten Dr. Özgün, 2020 yılı sonunda ise bu sayının 55 binlere ulaşmasını beklediklerini söyledi. Yabancıya konut satışında İstanbul'un birinci, Antalya'nın ikinci ve Ankara'nın üçüncü olduğunu anlatan Dr. Selman Özgün, "Antalya ikinci il ama üçüncü Ankara ile arasında ciddi fark var. Antalya, Ankara'nın yaklaşık 3 katı yabancıya konut satışı yapmış durumda. Antalya ile birinci İstanbul arasındaki fark giderek azalmaktadır" diye konuştu.
SON 5 YILDA ÇİN'İN TÜRKİYE YATIRIMLARI YÜZDE 120 ARTTIPekin-Londra tren hattının yapılacağını belirten Dr. Selman Özgün, eski İpek Yolu güzergahında yapılacak tren hattının ticaretin yönünü değiştirebilecek bir proje olduğunu anlattı. Çinli şirketlerin son dönemde büyük oranda yatırım yapığını söyleyen Dr. Özgün, Türkiye'deki yatırımlarının 15 milyar doları geçtiğini açıkladı. Son 5 yılda Çin'in Türkiye yatırımlarında yüzde 120'lik artış yaşandığını anlatan Dr. Selman Özgün, Çin merkezli şirket sayısının bini aştığını söyledi. Bu yatırımların 2 katına çıkarılacak durumda olduğunu belirten Dr. Özgün, "Geçen dönemde Çinliler, Pekin-Londra tren hattı projesi nedeniyle daha çok lojistik alanında yatırım yapmak istedi. Lojistik merkezleri özellikle Antalya, Mersin, İstanbul gibi liman şehirler. Girişimde ve yatırımda bulundular. Lojistiğin yanında ayrıca sağlık, turizm, tarım ve diğer yatırımlarda da girişimde bulundular" dedi.
ÇİNLİ YATIRIMCI GÜVENLİ LİMAN ARAYIŞINDA Dünyadaki ticaret dengesinin değiştiğini vurgulayan Dr. Selman Özgün, Çin'in çok kalabalık nüfuslu bir ülke olduğunu anlattı. Çin'deki konut fiyatlarının yüksek olduğunu vurgulayan Dr. Özgün, Çinlilerin yeni yatırım arayışlarına girdiğini söyleyerek, "Çin'de çok ciddi hava kirliliği var. Ülkelerini terk edip, iyi ülkelerde, iyi şartlarda çocuklarının eğitim alıp geleneksel ve kalabalık toplumdan uzaklaşmak istiyorlar. Bu yüzden kendilerini dışarıdaki güvenilir limanlara taşınmak istiyor. Türkiye olarak en güvenli ülkelerin başında gelmekteyiz" diye konuştu.
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ--------------------------------Selman Özgün ve DHA Muhabirinin sohbet etme görüntüsü-Selman Özgün'den detay-Selman Özgün'ün açıklamaları
HABER -KAMERA: Aslı DURAN/ANTALYA,
Haber Kodu : 200303064===============================
'Akdeniz foklarını yatak odasında rahat bırakın' SU ALTI Araştırma Derneği Akdeniz Foku Araştırma Grubu (SAD-AFAG) Koordinasyon Kurulu Başkanı Cem Orkun Kıraç, Akdeniz foklarının Antalya falezlerindeki mağaraları yuva olarak kullandığını belirterek, bölgede denize girenleri uyardı. Kıraç, "Fokların yatak odası olarak görülen mağara ve çatlaklara girmeyin. Siz nasıl yatak odanızda yabancı birini istemezseniz onlar da istemez" dedi.
Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) tarafından nesli küresel ölçekte tehlikedeki hayvanlar grubu içinde olduğu belirtilen Akdeniz foklarının avlanması 1977 yılında yasaklanırken, 1991 yılından itibaren de yaşam alanlarının korunmasına başlandı. Yaşam alanlarının koruma altına alınmasıyla Akdeniz foklarını sayısında az da olsa artış gerçekleşti.
SAD-AFAG Koordinasyon Kurulu Başkanı Cem Orkun Kıraç, Akdeniz foklarının hassas, ürkek ve utangaç canlılar olduğunu söyledi.Akdeniz fokunun son günlerde Antalya'nın falezler bölümünde sıkça görülmesinden mutluluk duyduğunu aktaran Kıraç, "O bölgede 4 Akdeniz foku olduğunu biliyoruz. Bu foklar kış aylarında falezlerdeki mağara ve çatlaklarda yaşıyor. Yaz aylarında ise Olympos, Adrasan ve Gelidonya bölgesine göçüyor. Belki birkaçı orada kalıyor olabilir" dedi.
Akdeniz foklarının insanlara zarar vermeyeceğini vurgulayan Kıraç, şöyle konuştu: "İnsanlardan şunu istiyoruz. Bir mağara ve yaşam alanı olan çatlaklara girmeyin. İkincisi, tur teknelerini mağaralar önünde demirleyip gürültü yapmayın. Bunun dışında Akdeniz fokunun yaşadığı çevrede denize girmenin, dalış yapmanın, balık tutmanın ve kano yapmanın hiçbir sakıncası yok. Onları rahatsız eden mağaralarına girilmesi ve hemen evlerinin önünde yapılan gürültü. İnsanlar bu iki unsura dikkat ettiği takdirde, Akdeniz fokları ürkmez ve korkmaz. Evinde yaşamaya devam eder. Aslında mağaralar onların yatak odası. Siz nasıl yatak odanızda yabancı birini istemezseniz, onlar da istemez."Akdeniz foklarının boylarının 2 ila 2.30 metre arasında değiştiğini, yetişkinlerinin 300 kilograma kadar ağırlaştığını hatırlatan Kıraç, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Falezlerde yaşayan foklar yetişkin diyebileceğimiz büyüklükteler. Dünya üzerinde 33 tür fok arasında tek ve çift yaşamayı seçmiş tek tür Akdeniz fokudur. Onlar sürü olarak yaşamak yerine tek ve çift olarak yaşamayı seçti. Son 20 yılda yaşam alanlarının daralması, evlerinde rahatsız edildikleri için yaşam alanlarından çekilmeleri bu türü tehdit eden başlıca unsur. Çünkü burada yavruluyor, burada yavrusunu büyütüyor. Neslin devamı için betonlaşmamış, el değmemiş alanlar bırakmamız lazım. İnsanların onların mağaralarına girmesi kaçmalarına neden oluyor. Tur teknelerinin, kanocuların bunlara çok dikkat etmesi lazım. Etik olarak, vicdanen mağaralara girmek doğru değil zaten. Mağaralara girildiğinde yaşam alanını terk etmek zorunda kalıyorlar ve neslini devam ettiremiyor. Bu çatlak ve mağaralar Akdeniz foklarının yatak odası. Dolayısıyla yatak odalarına kimse girmesin."
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ: ---------------------------------Falezlerin dibindeki foklarından yakın plan-Falezlerden görüntü-Plaj ünitesinden foklara pan-Fokların yakın plan yüzerken
HABER: İbrahim LALELİ- KAMERA: ANTALYA,
Haber Kodu : 200303021================================
Hukuk profesörü, 'Anayasa'yı roman kurgusunda kitaplaştırdı ANTALYA'da, hukuk profesörü Ayşe Odman Boztosun, kızının kahramanı olduğu 'Anayasa Candır' adlı kitabında, anayasayı, devlet, özgürlükler, temel haklar ve hukuku bir roman kurgusu içinde anlattı. Çizimler ve emojilerle süslenen kitap, 11-12 yaşından itibaren her yaşa hitap ediyor.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan, yüksek lisansını Oxford Üniversitesi'nde yapan ve 2009'dan bu yana Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Ayşe Odman Boztosun, 'Anayasa Candır' adlı kitabında, devlet, özgürlükler, temel haklar ve hukuk gibi soyut kavramları somutlaştırarak, bir roman kurgusu içinde anlattı. Kitabının ana karakterini kurgularken 13 yaşındaki kızı Esma Zeynep'ten ilham alan Prof. Dr. Boztosun, kitabındaki 'Zeyno' karakterinin, 'Akış' adlı uzay aracıyla çıktığı yolculukta devletle söyleşirken, hem anayasayı ve anayasal düzeni tanıdığını, hem de bir vatandaş olmanın farkına ve tadına vardığını belirtti.
'ÖYKÜLERİN GÜCÜYLE SOYUT KAVRAMLARI SOMUTA İNDİRMEK İSTEDİM'25 yıllık hukukçu öğretim üyesi, aynı zamanda 17 ve 13 yaşında iki çocuk annesi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Boztosun, 'Anayasa Candır' adlı kitabı yazma öyküsünü, şöyle anlattı:
"Çocuklarım Mehmet Kerem ve Esma Zeynep'i masallarla büyüttüm. Öykülerin gücünü de o zaman keşfettim. Bir hukuk profesörü olarak anlatma sorumluluğunda olduğum kavramlar, soyut kavramlar olması nedeniyle anlaşılması zor kavramlar. İşte bu kavramları somuta indirmek gerektiğini fark edince böyle bir kitap yazmak istedim."
'HER ŞEY BİR SU DAMLASIYLA BAŞLIYOR'Anayasa Candır'da her şeyin bir su damlasıyla başladığını anlatan Prof. Dr. Boztosun, "Bu su damlası anayasa oldu. Su saflığın, bereketin, temizliğin simgesidir. Saf bir su damlası olan anayasa, yavrusu devleti de iyi, temiz ve bereketli kılıyor. Kitabımda devleti bir bulut olarak simgeleştirdim. Tüm toplumsal hayatı kapsayan, her yere yayılan bir düzen bulutu. Özgürlüklerin karakterleri de kelebekler. Yaşam özgürlüğünden, bilim, sanat, düşünce, inanç, vicdan ve haberleşme özgürlüğüne kadar her biri ayrı bir kelebek" dedi.
'ANNEM ÇOK BEĞENDİ'Anayasa Candır kitabını annesi Zeynep Demircioğlu'nun (75) da zevkle okuduğunu anlatan Prof. Dr. Ayşe Odman Boztosun, "Annem kitabımı okuduktan sonra 'Keşke bize de gençken devlet, anayasal düzen bu şekilde anlatılsaydı. O zaman vatandaş olarak devletimizle çok daha güçlü bağlar kurardık' demişti" diye konuştu.
'ESMA ZEYNEP KİTABA İLHAM VERDİ'Kızı Esma Zeynep'in kitaba ilham veren kişi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Boztosun, kızının da tıpkı kitabın ana karakteri Zeyno gibi sorular soran, öğrenmek isteyen günümüzün gençlerinden olduğunu söyledi. Prof. Dr. Boztosun sözlerini şöyle sürdürdü:
"Kitaptaki Zeyno bugünü simgeleyen Z kuşağı genci. İçten, rahat, akıllı sorular soran. Gerçekten öğrenmek istiyor. Öğrenmek istediği kavramlar anayasa, devlet hukuk, özgürlükler, haklar. Bunları sorarak öğreniyor. Zeyno, akıl ışınlarıyla Akış diye bir uzay aracıyla yolculuğa çıkıyor. Aslında kendi içsel yolculuğuna çıkıyor. Zeyno devlet ile söyleşerek hem anayasayı ve anayasal düzeni tanıyor; hem de bir vatandaş olmanın farkına ve tadına varıyor. Bu kitap tamamen mantıksal bağlar üzerine kurulu bir yolculuk öyküsü. Eğlenceli, heyecanlı bölümler de var. İçinde Zeyno ile devletin duygularını ifade eden çizimler ve emojiler de var. Küçük küçük heyecanlı kısımlar var. Sıkılmadan zevkle okunabileceğini düşünüyorum."
TÜRKİYE'DE BU ŞEKİLDE YAZILAN İLK KİTAP"Anayasa'yı toplumun büyük kesimi okumuyor. Ayrıca bunun çok hacimli bir kitap olduğunu sanıyor. Bazıları da anayasa deyince hukuk külliyatının tamamı zannediyor" diyen Prof. Dr. Boztosun, şöyle devam etti: "Bazı kişiler de anlayamayacaklarını düşünerek belki hiç kapağını açmıyor. Bu kitapla, Türkiye'de ilk kez Anayasa'mız hepimizin anlayacağı bil dille bir roman kurgusu içinde yazılmış ve okuyucuyla paylaşılmış oldu."
'KİTABA İLHAM VERMEK ÇOK GURUR VERİCİ'Kitabın ilham kaynağı 8'inci sınıf öğrencisi Esma Zeynep ise annesinin yazdığı kitabın kahramanı olmanın çok gurur verici olduğunu belirterek, "Özellikle alanında yazılan ilk kitabın kahramanı olmak çok mutlu edici" dedi. Esma Zeynep, kitabın ilk okuyucusu olduğunu da belirtti. Kitabı okuduğunda çok karmaşık olarak düşündüğü hukukun işleyişinin ne kadar kolay olduğunu anladığını söyleyen Esma Zeynep, "Kitabı okuduktan sonra annem gibi hukukçu olmayı bile düşündüm" dedi.
'EN ÇOK KELEBEKLER VADİSİNİ SEVDİM'Annesinin yazdığı ve kendisinin kahramanı olduğu Anayasa Candır kitabındaki en sevdiği bölümün tüm özgürlüklerin anlatıldığı kelebekler vadisi olduğunu söyleyen Esma Zeynep, "Kelebekler çok hoşuma gitti. Oradaki kelebekler çok güzel şekilde tasvir edilmişti. Bizim özgürlüklerimizi temsil eden bütün kelebeklerin renkli şekilde anlatılması, aklımda çok güzel yer aldı" diye konuştu.
'KÜÇÜK PRENS VE SOFİ'NİN DÜNYASI'NI HATIRLATIYOR'Anayasa Candır kitabının içtenliği ve yalınlığıyla Küçük Prens ve Sofi'nin Dünyası'na benzetildiğini söyleyen Prof.Dr. Boztosun, bundan da mutluluk duyduğunu söyledi. Prof.Dr. Boztosun, "Küçük Prens ile olan benzerliği, Anayasa Candır'ın da evrensel mesajlar vermesi. Sofi'nin Dünyası ile olan benzerliği ise aklın ve sorgulamanın değerinin vurgulanması" dedi.
KİTAP ORTAOKUL VE LİSELERE ULAŞTIRILACAKKitabının doğu illerinden başlayarak ortaokullara ve liselere ulaştırılmasına yönelik bir sosyal girişimcilik modeli üzerine çalıştıklarını da sözlerine ekleyen Prof.Dr. Boztosun, "Hedefimiz Anayasa Candır'ın yaygın bilinirliğe sahip olması ve insanımızın bu kitap üzerinden Anayasa'mızı tanıması, anayasal özgürlüklerinin ve haklarının farkına varması, vatandaşlık bilincini geliştirerek ve devletin işleyişini anlayarak 'Devlet benim' diyebilmesi" diye konuştu.
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ -------------------------------RÖP1: Prof. Dr. Ayşe Odman Boztosun ile röportaj-RÖP2: Kızı Esma Zeynep ile röportaj-Anayasa kitabındaki bir madde ve yazdığı kitaptaki kurgu karşılığı-DHA Muhabiri Selma Kunar ile birlikte yürürken-Hukuk Fakültesi dış plan-Prof. Dr. Ayşe Odman Boztosun, okulda ders anlatırken
HABER: Selma KUNAR- KAMERA: Ahmet İSTEK/ANTALYA,
Haber Kodu : 200303024
==============================
Hastanelerle ilgili şikayetler pes dedirtti: Asansörde parmak izi var İZMİR'de, hastane ve sağlık çalışanlarına yönelik gün içinde yüzlerce şikayet yağdığını belirten Demokratik Sağlık-Sen İzmir İl Başkanı Ahmet Doğruyol, şikayetlerin bazılarının çok ilginç olduğunu belirterek, 'Asansörde parmak izi var', 'Hastanede çalışan herkesin üniversite mezunu olması gerekir' gibi şikayetlerle karşılaşıyoruz. Bu şikayetlerin hastaneye kadar gelerek konuyla ilgili dosya açılması, bize göre zaman kaybıdır. Şikayetlere yönelik bir eleme mekanizması olmalı" dedi.
Türkiye'deki kamu kurumları arasında en fazla memnuniyet oranına sahip olan kurumun sağlık kuruluşları olduğunun bilinmesine rağmen, hastane ve sağlık çalışanlarına yönelik gün içinde yüzlerce şikayet yağıyor. İlginç şikayetlerin meydana geldiği İzmir'de bulunan küçük bir hastane bile günde ortalama 14 kez CİMER'e şikayet ediliyor. Bu şikayetlerin içinde çok ilginç örneklerin olduğunu söyleyen Demokratik Sağlık- Sen İzmir İl Başkanı Ahmet Doğruyol, memnuniyet oranının yüzde 95 olduğunu vurguladı. Doğruyol şikayetlerin bazılarının çok ilginç olduğunu ve anlam veremediklerini anlatarak "Hastanelerin memnuniyet oranları yüzde 95'leri bulmasına rağmen bu şikayetlere anlam veremiyoruz. Bu şikayetlerin içerisinde çok çarpıcı ve ilginç olanları da var. İzmir'de son birkaç gün içindeki örneklere baktığımızda; 'Asansörde parmak izi var', 'Üniversiteden sevk edilen hastanın ilacının damar yolundan verilmesi gerekir','Hastanede çalışan herkesin üniversite mezunu olması gerekir' gibi şikayetlerle karşılaşıyoruz. Bu şikayetler bize göre yersiz ve gereksiz. Bunları söylerken vatandaşın mağdur olmasını istemiyoruz. Haklı olan vatandaş, gerçekten sağlık personeli tarafından mağdur ediliyorsa vatandaşımızın hakkını korumak bizim görevimizdir. Ancak bir vatandaşın 'Asansörde parmak izi var' diyerek yaptığı şikayetin hastaneye kadar gelerek konuyla ilgili dosya açılması, bize göre zaman kaybıdır" diye konuştu.
'MOTİVASYONU ETKİLİYOR'Doğruyol, memnuniyet oranlarının yüksekliğine rağmen şikayetlerin de fazla olduğunu belirterek, bunu hasta psikolojisine bağladıklarını söyledi. Ahmet Doğruyol konuşmasını şöyle sürdürdü: "En küçük hastanelerimizin bile yüzde 90'ların üzerinde memnuniyet oranları bulunuyor. Bu yüksek oranlara rağmen, İzmir'de sağlık kuruluşlarına yönelik çok fazla şikayet var. Bu durumu biraz da hasta psikolojisine bağlıyoruz. Evladını, yakınını hastaneye getiren bir vatandaşın psikolojisinin çok normal olamayacağını biliyoruz. Allah korusun, hepimiz aynı şeyleri yaşayabiliriz. Bunun yanında çok çarpıcı şikayetler yapılıyor. Bu şikayetlerin de 4483 sayılı kanuna göre ön incelemeye geçmesinden dolayı, hastanedeki idareci arkadaşlarımızın çalışma motivasyonları bozuluyor ve bunlara cevap verme amacıyla çok uzun zamanlar harcıyorlar. Aynı zamanda hastanede çalışan hemşire ve doktorların da motivasyonlarında düşüş meydana geliyor. Sağlık personelleri hastayı en iyi düşünen kişilerdir. Burada konunun uzmanı olmayan vatandaşların şikayetçi olması ve her şikayetin dikkate alınması maalesef moral ve motivasyon açısından sağlık çalışanlarını olumsuz etkiliyor. Burada şikayetlere yönelik bir eleme mekanizmasının olması gerektiğini düşünüyoruz."
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜAhmet Doğruyol ile röp.Hastanelerden genel detay görüntüHastane asansörlerinden görüntüMuhabir anonsu, Haber: Hande NAYMAN Kamera: Ahmet Turhan ALTAY/ İZMİR,
Haber Kodu : 200303037
===============================
'Koronavirüs' çocuklar arasında oyun oldu DÜNYA genelinde binlerce kişinin ölümüne neden olan 'koronavirüs', ilkokul çağındaki çocuklar arasında oyun konusu oldu. Sosyal medya ve televizyonda sürekli salgınla ilgili yapılan paylaşımlara maruz kalan çocuklar, oyunlarında hastalığı 'koronavirüs' yapıyor. İzmir Ekonomi Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim görevlisi Dr. Aylin Koçak, ebeveynleri uyarıp, "Çocuklar, yaş izlediklerini veya maruz kaldıklarını yetişkinlerde olduğu gibi belli süzgeçlerden geçiremiyor. Bu durumda ebeveynlerin dikkatli olması gerekiyor. Çocuklar izledikleri şeyin doğruluğunu, yanlışlığını, ahlaki boyutunu düşünme konusunda yetişkinleri modelliyor" dedi.
?Çin'in Vuhan kentinde ortaya çıkan 'koronavirüs', dünyanın birçok şehrine yayılarak, binlerce kişinin ölümüne neden oldu. Türkiye'de de koronavirüse karşı uzmanlar, sürekli uyarılarda bulunuyor. Tüm basın yayın organları ve sosyal medyada salgına karşı alınması gereken önlemlerle ilgili bilgi verilirken, bunlar, 7'den 70'e herkesin ulaşabileceği bilgiler oluyor. Teknolojiyi yakından takip eden özellikle ilkokul çağındaki çocuklar da bu bilgileri öğreniyor. Koronavirüs ile ilgili her gün gelen yeni bir bilgi haber olup, salgın gündemden düşmezken, çocuklar da salgını kendi aralarında oyun haline getirdi. İlkokulda eğitim gören birçok çocuk kendi aralarında oyun oynadıkları sırada eskiden 'grip' dedikleri hastalığa 'koronavirüs' demeye başladı.
'ÇOCUĞUN DÜNYASIYLA İLGİLİ DOĞAL SÜREÇ İŞLİYOR'İzmir'de bazı okullarda çocukların bu oyunu oynadıklarına dair duyumlar aldıklarını anlatan Türk Eğitim Sen İzmir 1 No'lu Şube Başkanı Merih Eyyüp Demir, salgının oyunlaştırılmasının en önemli nedenlerinden birinin sosyal medya ve televizyon olduğunu vurguladı. Bu durumun doğal bir süreç olduğunu söyleyen Demir, "Bu durum basının 7'den 70'e tüm insanlar üzerinde önemli bir etkisinin olduğunun göstergesi. Basın yayın kuruluşları Çin'den dünyanın tamamına yayılmaya başlayan virüsü sürekli gündemde tutmakta. Çocuklarımız da kendi dünyalarında bunu içselleştirerek kendilerince bir oyun haline getirmiş durumdalar. Buradan yola çıkarak televizyonlarda çocukların yanlış bilgilenebileceği durumların önüne geçmek amacıyla kamu spotları artırılabilir. Bir eğitimci olarak bu oyunu oynamanın çocuklar üzerinde olumlu veya olumsuz bir ortam yarattığını düşünmüyorum. Çocuklar gördükleriyle alakalı kendilerince bir tepki veriyorlar. Burada çocuğun dünyasıyla ilgili gayet doğal bir süreç işliyor" diye konuştu.
'ÇOCUKLAR İZLEDİKLERİNİ TAKLİT EDİYOR'İzmir Ekonomi Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim görevlisi Dr. Aylin Koçak ise çocukların gördükleri ve izledikleri her şeyi taklit ettiklerini belirterek, bu durumda ebeveynlerin dikkatli olması gerektiğini vurguladı. Koçak, "Bu tarz olaylarda çocuk perspektifinden bakmak gerekiyor. Çocuklar sosyal medyada gördükleri veya televizyonda izledikleri şeyleri taklit ediyorlar. Bu durumu da hayatlarına bu şekilde yansıtıyorlar. Buna biz modelleme diyoruz. Modelleme çocukların izledikleriyle şekilleniyor. Etkilenme süreci, bize çocukların izledikleri içeriğe dikkat etmemiz gerektiğini bize hatırlatıyor. Çocuklar yaş grubuna bağlı olarak izlediklerini veya maruz kaldıklarını yetişkinlerde olduğu gibi belli süzgeçlerden geçiremiyor. Bu durumda ebeveynlerin dikkatli olması gerekiyor. Çocuklar izledikleri şeyin doğruluğunu, yanlışlığını, ahlaki boyutunu düşünme konusunda yetişkinleri modelliyor" dedi.
GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜMerih Eyyüp Demir ile röportaj Aylin Koçak ile röportaj
Haber: Hande NAYMAN Kamera: Onur ATIŞ/ İZMİR,
============================
Litre fiyatı 150 lira olan eşek sütüne yoğun ilgi ADANA'da bir besici tarafından üretilen eşek sütü, litre fiyatı 150 TL olmasına rağmen yoğun ilgi görüyor.
Seyhan ilçesindeki bir küçükbaş hayvan ve eşek çiftliğinde üretilen eşek sütü, özellikle kanser hastaları tarafından yoğun ilgi görüyor. Adana Veteriner Hekimler Odası Başkanı Nihat Köse, eşek sütünün anne sütüne en yakın süt olması nedeniyle tercih edildiğini belirterek, alerjiye neden olma ihtimalinin de çok az olduğunu kaydetti. Eşek sütünün akciğer hastalıklarına ve kansere iyi geldiği yönünde araştırmalar olduğuna değinen Köse, eşekler az süt verdiği için bu sütün değerli olduğunu belirtti.
'POPÜLARİTESİ ARTACAK'Eşek çiftliklerinin Türkiye'de çok yaygın olmadığını aktaran Köse, şunları söyledi: "Biz veteriner hekimlere düşen, yetiştiricilere düşen, diğer hayvanlarda süt miktarını artırdığımız gibi seleksiyona giderek yüksek süt verimine doğru ulaşmaya çalışmalıyız. Sanıyorum gelecekte biraz daha popülaritesi artacak bu durumun. İnsanlar öğrendikçe daha fazla kullanmaya başlayacaklar. Eşeklerin gebelik süreleri çok uzun, erkeklerin değerlendirilmesi mümkün değil. Sütü de az olduğu için doğal olarak pahalı oluyor. Ama sağlık için kullanıldığı için önemli.ö
KENTTE TEK ÇİFTLİK ONA AİTKentin tek eşek çiftliğinin sahibi Adana Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği Başkanı Murat Şen, yaklaşık 4 yıldır ticari olarak eşek sütü ürettiklerini dile getirerek, şöyle konuştu: "Şu anda 60 civarında eşeğimiz var. Bunların 10 tanesi sağılıyor. Yaklaşık 200-300 gram civarında süt veriyorlar. Gelen hastalardan aldığımız bilgilere göre astım ve bronşiti neredeyse tamamen iyi ediyor. Aynı zamanda kanser hastaları da kullanıyor. Fakat ülkemizde ve dünyada henüz kanser türlerinden hangisine iyi geldiği bilimsel bir çalışmayla ispatlanmış değil. Fakat özellikle kemoterapi alan hastalar tahlil sonuçlarını gösterdiler. Süt içildiği süre olumlu sonuçlar görüyoruz. Hastanın direncini artırıyor. Tüm kanser hücreleriyle savaştığına dair bazı söylemler var ve bunu da birçok hastamızda gördük. Tabi umut tacirliği yapmak istemiyoruz, umut satmak istemiyoruz. Biz süt satıyoruz, hasta insanlar normal tedavi sürelerinin yanında bunu da bir yardımcı etken olarak alıp kullanıyorlar. Bu hayvanların yetiştirilmesi ve süt üretimi çok zor. Gebelikleri 12 ay sürüyor, altı aylık bir laktasyon süresi var. 6 ay civarında sağım yapılıyor, daha sonra yaklaşık olarak bir yıla yakın bir zaman tekrar yavrulaması bekleniyor. Bu süre zarfında tekrar yiyor bu hayvanlar. O yüzden maliyeti çok yüksek. Şu anda litre fiyatı 150 lira. Normal şartlarda zaten bu rakamdan aşağı vermek mümkün değil.ö
3 AYDIR EŞEK SÜTÜ TÜKETİYORLARKanser hastası akrabası için çiftlikten süt alan Ayşe Avcı ise akrabasının 3 aydır eşek sütü tükettiğini belirterek, "Ameliyat oldu ama doktorlar 'yapacağımız hiçbir şey yok' dediler. Gününü saydı doktorlar. Ankara'da ameliyat oldu. Açtılar, kapattılar ondan sonra orada işte dediler eşek sütü kullansın. O günden bugüne çok şükür daha iyi. Yüzde 50 gerileme var. Burada, Adana'da tedavi görüyor şimdi. Hem doktor hem de daha çok biz günde bir bardak bu sütü veriyoruz. Her gün, günlük. Haftada bir de buraya geliyoruzö dedi.
Görüntü Dökümü-----------------------Eşeklerden görüntüVeteriner Hekimler Odası başkanı ile röp.Eşek sütünün sağılmasıÜretici ile röp.Beslenen eşeklerSüt alan kadın ile röp.Sütten genel ve detaylarKadın eşek sütü alırkenEşeklerden genel ve detaylarHaber: Nuri PİR-Kamera: Eser PAZARBAŞI/ADANA,
Haber Kodu : 200303076============================
Skolyoz hastası Oktay, yardım bekliyor MERSİN'de, küçük yaşta yakalandığı skolyoz (omurga eğriliği) hastalığı nedeniyle gün geçtikçe durumu kötüleşen Oktay Saydam (16), Ankara'ya götürülerek tedavi altına alındı. Tedavi süreci ilerleyince durumu kötüleşen gencin, omurgasında da eğrilik oluştu. Ayakta durmakta zorlanan Oktay'ın bükülen omurgası gün geçtikçe kalbine de baskı yapmaya başladı. Hastalığı nedeniyle eğitimine de ara veren Oktay'ın annesi Hakime Zık, oğlunun tedavisinin mümkün olduğunu söyleyerek, yetkililerden yardım istedi.
Küçük yaşta yakalandığı skolyoz hastalığı nedeniyle omurgası eğrilmeye başlayan Oktay Saydam, belindeki tümör nedeniyle yıllar önce ameliyat oldu. Ancak hastalık 2,5 yıl önce nüksetti. Gün geçtikçe durumu kötüleşen Oktay, Ankara'ya götürülerek tedaviye alındı. Oktay'ın, belindeki kist temizlenerek alındı, omurgasındaki eğrilik için de ameliyat olması gerekiyordu ancak, riskli olduğu için yapılamadı. Ayakta durmakta zorlanan Oktay'ın bükülen omurgası, gün geçtikçe kalbine de baskı yapmaya başladı. Hastalığı nedeniyle eğitimine de ara veren Oktay'ın annesi Hakime Zık, oğlunun tedavisinin mümkün olduğunu söyleyerek, yetkililerden yardım istedi.
MADDİ DURUMUMUZ İYİ OLMADIĞI İÇİN TEDAVİ ETTİREMEDİKOğlunun rahatsızlığı nedeniyle zor günler geçirdiklerini belirten Anne Hakime Zık, "Oğlumun durumu gün geçtikçe kötüye gidiyor, gözümün önünde eriyor. Hastalığını araştırdık, tedavisi İstanbul'da mümkünmüş ama maddi durumumuz iyi olmadığı için yaptıramıyoruz. Oğlum tedavi edilmezse yatağa mahkum olacak. Oğlumun gözümün önünde erimesini istemiyorum. Elimden de bir şey gelmiyor. Yardım istiyorum" dedi.
'TEK İSTEDİĞİM OĞLUMUN SAĞLIĞINA KAVUŞMASI'Merkez Toroslar ilçesi Tozkoparan Mahallesi'nde kirada oturan ve babasının emekli aylığı ile geçinen 3 çocuk annesi Zık, "Babamın 3 aylık maaşı ve Sosyal Yardımlaşma Kurumu'nun erzak yardımı ile geçiniyoruz. Komşularımız yardım ediyor. Evimiz kira. Oğlumun rahatsızlığı nedeniyle çalışamıyorum. Günlük işler olursa gidebiliyorum ancak aylık işe girince sürekli izin almak zorunda kaldığım için çalışamıyorum. Tek istediğim oğlumun sağlığına kavuşması. Diğer oğlum da kalp hastasıydı onun da ameliyatını yaptırdım" diye konuştu. Oğlunun rahatsızlığı nedeniyle eğitimini yarıda bırakmak zorunda kaldığını anlatan Zık, "Oktay 8'inci sınıfa kadar okudu ancak rahatsızlığı nedeniyle devam edemedi. Eğitimi de yarım kaldı. Eğitimine devam etmeyi istiyor" dedi.
Görüntü Dökümü------------------------Oktay Saydam ve annesi Hakime Zık odaya girerkenOktay Saydam üzerini çıkartırkenHakime Zık oğlunun eğrilen omurgasını gösterirkenAnne Hakime Zık ile röp.
Anne Hakime Zık oğlunu severken
Haber-Kamera: Mustafa ERCAN-Soner AYDIN/MERSİN,
Son Dakika › Güncel › DHA YURT ÖZEL GÜNDEMİ - EK HABERLERLE TEKRAR - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?